3

1558 Kelimeler
"Kemal bu kızın abuk sabuk hareketlerinden çok sıkıldım" diye salona daldı Bade korkusu okunan gözlerini ileri geri salonda oynattı. "Gördün değil mi konuşan hayvanlarmış. Bu kız beni delirtecek " Söylenmesi hiç bitmiyordu ve Kemal enişte artık bunlara alışmıştı. "Bade yapma böyle uğraşma şununla. Sabret az kaldı reşit olunca zaten gider" dedi o kısık sesiyle. "Nasıl sabredeyim Kemal? 7 senedir bu kıza biz bakıyoruz. Özel okullarda okutuyoruz ama hiç değer bilen yok" dedi Bade pencerenin önündeki koltukta oturan büyük oğlu Cem'in saçlarını okşayarak "Zaten değişik tuhaf bir şey, hayvanlarla falan konuştuğunu iddia ediyor" dedi iki eliyle de yerde oyun oynayan oğlu Deniz'in kulaklarını kapatarak " Bak yine odasında camı çerçeveyi indirdi. Bu kızın psikoloji bozuk bunu bir kliniğe yatırsak da bizde rahat etsek." "Saçmalama ne kliniği?" diye bağırdı Kemal Enişte elindeki gazeteyi yere fırlatıp, Bade halayı kendine çekerek "Kliniğe yatırırsan bankadaki paralar ne olacak? Nasıl alacaksın o paraları Bade. Bunca yıl boşa mı para harcadık bu kıza!!!" Öyle sert bir tonda söylemişti ki bunu koltukta oturan büyük oğlu Cem yerinden fırladı. Ürkek bir halde kocasının yanına yanaşan Bade; "Kendisi duymasın ama ben bu kızdan korkuyorum Kemal" dedi sahte bir gülümsemeyle. Bir yandan da eliyle kocasının gömleğini düzeltir gibi yaparak "Hatırlamıyor musun salondaki avizeyi kafamıza indirmişti" Kocasının yüzünde korkmaktan çok şaşırmış ifade belirdi. "Böyle şeylere inandığına ben inanamıyorum" dedi şaşkınlıkla "Sanki kız çığlığı ile indirdi avizeyi. O sadece bir rastlantıydı. Lütfen çocukları da korkutma" Deniz ve Cem birbirine bakıyordu. Karısının kendisini dinlemeyeceğini bilen Kemal ters ters ona baktıktan sonra yerdeki gazetesini alıp okumaya devam etti. * Odasında boyası dökülmüş kendisi kadar yıpranmış duvara sırtını verdi Simya, sanki ardında birinin onu sırtlamasını ister gibi... Yere düşen çerçeveyi aldı, gözünden damlayan yaşlarla ıslanan camda annesi ve babasının sülietlerine dokundu. Artık ne ders çalışası nede başka bir şey yapası kalmıştı. Dört köşeli eski yatağına uzandı. Sanki gerçekten onlara sarılıyormuş gibi ebeveynlerinin resmine sarıldı. Tek yapabildiği en yakın zamanda kötü günlerin geçmesini dilemek ve kendisine ait bir yere gidebilmekti. Kendisini oldu olasılı ne bu hayata, ne bu eve, nede o aptal okula ait hissediyordu. Yastığını ıslatan gözyaşlarıyla yüzü küçük cama dönük anne ve babasının hayatta olmasını diledi. "Babacığım bana masal anlatır mısınız?" "Elbette prensesim. Ne anlatmamı istersin?" "Bilmem. Sen seç sonu mutlu bitsin." "Pekâlâ, o zaman küçük tatlı denizkızını anlatayım." "Babacığım sana bir şey sorabilir miyim?" "Tabi ki sorabilirsin zümrüt gözlüm." "Ben güzel miyim?" "Elbette güzelsin. Bu güneş vurmuş gibi gözüken saçlar kimin?" "Peki, bu tatlı çilleri surat, zümrüt yeşili gözler kimin?" "Benim babacığm." "Demek ki sen bu dünyadaki en güzel kızsın..." Aşağı koridordan gelen seslere irkildi, gözünden süzülen yaşları sildi. Masanın üstündeki küçük saate gözünü dikti, gece yarısını geçmişti ve uyuya kalmıştı. Üstü açık kaldığından uyumuş kolunu ovaladı, pijamalarını giydi. Rüyasında gördüğü şeyi düşündü, babasıyla o küçükken yaşadığı bu anı rüyasına girmişti. Babasını gördüğüne sevinmişti ancak bunun rüya olmasına çok üzülmüştü. Yatakta sırt üstü uzandı, sokak lambasının aydınlattığı odasının tozlu tavanına bakarak tekrar uykuya daldı. * İçeriye dolan güneş ışığı ile haziran ayının sıcaklığı içeriyi kavuruyordu. Simya o sabah her zamankiden erken kalkıp kahvaltı hazırlamıştı. Kuzeni Cem'e yumurtalı ekmek, Deniz'e de seviyor diye menemen yapmıştı. Kuzenleri ona ne kadar kötü davransa da o asla onlara kötü davranmazdı. Onlardan büyük olduğunu ve çocukların halasının dolduruşuna geldiklerini bilirdi. Aynı okula giderlerdi ancak kuzenlerini eniştesi işe giderken bırakırken Simya çoğunlukla otobüsle, havalar güzel ise yürüyerek giderdi. O gün hava pas parlaktı. Gökyüzünde bir tane bile bulut yoktu. Güneş karşı evlerin bahçelerindeki ağaçları aydınlatmış, arılar, kuşlar, böcekler bile mutlu gözüküyordu. Erken kalktığı için okula yürüyerek gitmek istemişti. Çantasını erkenden toplamış, okul formasını bile giymişti. Mutfakta çok ses yapmamaya çalışıyordu. Halası ikinci kattaki yatak odasından duyarda uyanırsa çok kızardı çünkü erken uyanmaktan nefret ederdi. Genelde daat 10'lara kadar uyurdu. Çocuklar da bu sebepten kahvaltı yapmadan okula gider, orada bir şeyler yerlerdi. Simya mutfakta haşladığı yumurtaları soyuyor, bir taraftan da ekmek kızartıyordu. Çaydanlık fokur fokur kaynamaktaydı. Camları açmıştı yaz olduğundan dolayı hava kavurucu derecede sıcaktı. Kuşların ötüş sesleri eşliğinde mutlu mesut kahvaltı hazırlıyordu. Simya her zaman mutlu bir çocuk olmaya çalışıyor, kimsenin onu üzmesine izin vermiyordu. Herkesle iyi geçinmeye çalışırdı ama genelde insanlar ondan vebalıymış gibi kaçardı. Tuhaf bir çocuktu, çevresinde olur olmadık şeyler oluyordu. Mesela herkesin kitli olduğundan emin olduğu sınıf kapılarını açabiliyordu. Sınıfındaki kızlardan birinin saçlarını dokunmadan uçurabilmişti. Okuduğu özel okuldaki çocuklar genelde onu sevmezdi, yetim öksüz olduğu için onunla alay ederlerdi. Tabi dalga geçmelerinde kuzeni Cem'in de parmağı yok değildi. Merdivenlerden üstünde sabahlığı ile inen halasını gördü. "Sabah sabah bu tantana da ne böyle" dedi Bade şişmiş gözlerini ovalarken. Kafasında neredeyse yirmi tane beyaz renk bigudi vardı. Suratındaki makyajı sildiğinde daha da korkunç gözüküyordu. Göz altları morarmıştı. Simya okula kavga etmeden gitmek istediği için "Günaydın hala" dedi yüzündeki kocaman gülümsemeyle. "Sizin için kahvaltı hazırladım" Halası yine suratsızdı erken kalkmasıyla daha da suratsız olmuştu. Arkasından gelen kocasına yol vermek için iyice merdiven sahanlığına yaslandı. "Ne kadarda düşüncelisin. Dün akşamın özrünü böyle mi diliyorsun?" dedi. Özür dilenecek bir şey olduğunu düşünüyordu halen daha. Simya kavga etmeden kendini savunmayı öğrenmeliydi. "Özür dilenecek bir şey yaptığımı düşünmüyorum" dedi tek kaşını kaldırarak. Şimdi suratında sahte bir gülümse vardı. "Lütfen kahvaltıya gelin" Çocuklarda üstlerini giymiş aşağı iniyorlardı. Simya kimseyle tartışacak havada değildi. Hem bugün sınavı da vardı. Haşlanmış yumurtadan bir tane eline aldı. Kendisine hazırladığı kaşarlı tostu da bir peçeteye sardı. Çantasını sırtladı, ben çıkıyorum okula yürüyerek gideceğim dedi. Ne kadar sessiz, sakin, narin bir kız olsa da kendini ezdirmemek konusunda özel bir çaba harcıyordu. Ne kadar bunu başaramasa da. İnsanlarla pek uğraşmak istemezdi. Çünkü sinirlerine hâkim olamadığında açıklamayacağı şeyler yapıyordu. Büyük pembe panjurlu bir evin yanından geçiyordu ki, komşularının oğlu ve sınıf arkadaşı olan William gördü. William annesi İngiliz babası Türk olan bir çocuktu. Bade hala gezmeye falan gideceklerinde William'lara bırakırdı onu. Simya'dan bir yaş büyüktü. Her zaman Simya'ya iyi davranan, onu korumaya çalışan biriydi. Zaten tek arkadaşıydı. Simya boylarında, sarışın, mavi gözlüydü. Biraz eğlenceli biriydi. Çoğunlukla okuldaki çocuklarla oda anlaşamazdı. Ama Simya gibi de ders delisi, kitap kurdu değildi. Simya uzaktan el salarak, "Günaydın Will nasılsın?" dedi. "Günaydın iyiyim sen nasılsın?" diye cevap verdi William. Simya dün neden okula gelmediğini merak ediyordu. "Bende iyiyim. Bugün hava çok güzel o yüzden yürüyerek gitmeyi tercih ettim okula " dedi tostundan bir ısırık alarak "Dün neden okula gelmedin?" William uzun sarı saçlarını geriye doğru attı. "Dün İngiltere'den akrabalarımız gelmişti onları gezdirdim" dedi " Tarih dersi notlarını getirdin mi?" Simya'nın o gün fizik sınavı vardı ertesi günde tarih. Fizik dersini çok seviyor olsa da Elif hocadan nefret ediyordu. "Tarih notlarını getirdim, senin için hepsini düzenledim. Bugün fizik sınavı var çalışabildin mi? Eminim benim için çok kötü bir gün olacak. Malum Elif hoca" William onun abarttığını düşünüyordu. Yine suratında o hadi ama yapma ifadesi takınmıştı. "Kadın benden nefret ediyor. Fizik dersinde o kadar iyiyim. Ancak dersten bile nefret ettim onun yüzünden. Devamlı benimle uğraşıyor" dedi. Elif hoca hem müdür yardımcısıydı hemde fizik öğretmeniydi. Bade halanın da yakın bir arkadaşıydı. Elif hoca da Bade ile olan arkadasligindan dolayı Simya'yı sevmiyordu. William ne kadar abartıyorsun hiç derdi kalmadı senle mi uğraşacak dese de Simya o kadından hoşlanmıyordu. William yine keyifliydi, yol boyu iğrenç espriler yaparak Simya'yı güldürmeye çalıştı. Simya'nın koluna girdi, gülüşerek okul yolunda yürümeye devam ettiler. Okulun bahçesinden girer girmez Simya'nın dikkatini kedinin kuyruğuna teneke bağlayan çocuklar çekti. Yanlarına giderek "Ne yaptığınızı zannediyorsunuz? Onunda bir canı var. Neden hayvanla uğraşıyorsunuz" diye bağırdı. Kendisini koruyamayan insanlara ve hayvanlara karşı bir koruma içgüdüsüne sahipti. Uzun boylu, çirkin, sıska bir çocuk hala kedinin kafasını sopayla dürtüyordu. "Sanane kızım seni ne ilgilendiriyor. İstediğimizi yaparız" dedi kediyi dürtmeye devam ederek "Hem kedi istemiyorum diyor mu?" diye gülüp kahkaha atmaya başladı. "Konuşamıyor diye ona işkence edemezsiniz" diye çıkıştı Simya elindeki sopayı alarak. O anda bir yerden "Yapmayın istemiyorum lütfen" diye bir ses geldi. Acı bir ciyaklama gibiydi. Sanki sesini çok inceltmiş bir kız çocuğu konuşuyordu. Simya bir an birinin taklit yaptığını sandı. Ama ses önünde duran kediden geliyordu. Kafayı sıyırdığını falan düşünmeye başlayacaktı ama zaten bu çok sık oluyordu. Kedinin konuştuğunu duyuyordu hemde bu sefer net bir şekilde. Oldukça üzgün çıkıyordu sesi. "Lütfen canım acıyor" diye tekrar mırıldandı kedi. Simya çok büyük bir aptallık yaparak etraftakilere "Sizde duydunuz mu konuştu" dedi. Birbirine bakan çocuklar "Bu deli ne diyor. Kim konuştu? Kedi mi?" gülüşmeye devam ettiler. "Kafayı yemişsin kızım sen. Kedi konuşur mu?" hepsi bir ağızdan konuşuyor, parmakları ile Simya'yı gösteriyorlardı. Bahçedeki herkes oraya toplanmış gülüyordu. İlerde onları izleyen bir çocuk daha vardı. Will çoktan içeri girmişti bile kimseyle uğraşmak istemezdi. Yavru kediyi kucağına alan Simya bir köşeye çekildi ve kediyi sevmeye başladı. Kedinin konuştuğunu duyduğuna kendisi bile inanamıyordu. Sürekli oluyordu, hayvanları duyduğuna inanmak istemiyordu. Kafayı yediğinden korkuyordu. Hele de geçen birbirine aşk şarkıları söyleyen kuşları düşündü. Kendi kendine " Yapma Simya artık çocuk değilsin. Çocukken duyuyordun ama büyüdün böyle bir şey yok kediler, hayvanlar konuşamaz" dedi. Kucağındaki kediyi salarak sınıfa doğru düşünceli adımlarla yürümeye başladı. Koridordaki dolabının kilidini açarak içinden fizik kitaplarını aldı. Sınıfa girdiğinde birkaç arkadaşına günaydın dedikten sonra William'ın yanına oturdu. Sınıf yaklaşık yirmi kişilikti ve herkes tek oturuyordu. Ön bahçeye bakan sınıfta sıcaktan dolayı tüm camlar açıktı. William gülerek; "Hey süper kahraman kurtardın mı konuşan kedini" dedi. Kendisine sürekli şakalar yapıyordu. Aslında ona kızmıyordu ama gerçekten de daha fazla şakayı kaldıracak durumda değildi. "Yapma böyle, bari sen uğraşma benimle. Zaten bu okul aptal kaynıyor. Devamlı insanların benle uğraşmasına sinir oluyorum" dedi. Belki kötü niyeti yoktu ama devamlı aşağılanmak hoş karşılanacak bir şeyde değildi. William özür diledi. "Sana takıldığımı biliyorsun. Hem sen benim arkadaşımsın asla seninle alay etmem" dedi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE