5

1424 Kelimeler
Simya gerçekten onu umursamıyordu biliyordu ki böyle bir şey asla yapamazdı. Liseyi bitirene kadar okuması kanunlarda yazan bir şeydi. Hemde dersleri de iyiydi hangi bahane ile okuldan alacaktı sanki. Gece yarısı olmuştu, Kemal enişte kavganın ortasında kalıp daha da kafasını şişirmek istemiyordu. Usulca salondan çıkıp merdivenlere yöneldi. Bade hala insanların karşında çok utandığından, neden diğer çocuklar gibi normal olmadığından dem vuruyordu. Simya nasılsa bu tehditlere alışmıştı. Gıkını çıkarmadan yerdeki halı desenleri inceliyordu. Bade hala umursamaz tavırlarına çok daha fazla kızıyordu. "Sen okula gittiğinde odandaki tüm annenden babandan kalan şeyleri sobaya doldurayım da gör bakalım. Bir daha en ufak bir şey duymayacağım. Yarın akşam da cezalısın. Aşağı inmeyeceksin misafirlerim gelecek" dedi. Simya böyle bir şey beklemiyordu, yüzü korkudan kireç gibi oldu. Gerçekten yaparsa diye düşündü. Ya gerçekten bütün hatıralarını yakarsa? Ailesinden kalan zaten pek bir şey yoktu. Bir kaç fotoğraf, bebeklikten kalan kıyafetler, annesinin saç tokası... Yukarı çıkar çıkmaz özel bütün eşyalarını çantasına koydu. Anne babasının alyansını da zincire geçirip, boynuna astı. En azından benim yanımda güvende olurlar diye düşünmüştü. Ders programına şöyle bir göz attı, yüzme antrenmanı için çantasına havlu, yedek birkaç kıyafet ve mayosunu koydu. Çantası küçüktü ama birçok şeyi doldurabilmişti. Son kez odaya göz gezdirdi, kendisi için değerli olan her şeyi yanına aldı. Cama vuran yağmur damlaları Simya'nın içine akıyordu sanki küçük penceresinden bakındı hava tamamen kapanmıştı. Yaklaşan fırtınayla yaz akşamı sanki birden kışa dönmüştü, battaniyesine sarıldı ve rüyalar âlemine daldı. * Duvardaki eski püskü saat daha yediye geliyordu, araladığı zümrüt yeşili gözlerini cama çevirdi. Gün henüz aydınlanmamış gibiydi, hava hiç aydınlık gözükmüyordu sanki daha güneş doğmamıştı. Haziran ayında olduğunu bilmese kesinlikle kış geliyor diyebilirdi. Camdan dışarı baktı yerler ıslak gözüküyordu. Üstünü giyinip kimseye gözükmeden otobüs durağına yürüdü. Hava çiseliyordu, soğuktan korunmak için birkaç beden büyük kapüşonlusunun kollarını çekti aşağıya elleri üşümüştü. Üstünde okul forması vardı. Kısa gri renk eteği, beyaz renk gömleği ve ayağındaki spor ayakkabıları. Yağmurdan ıslanan saçlarını yüzünden geriye itti. William'ı görememişti, bu havada babasının onu yürütmeyeceğini tahmin etti. Bir süre yağmurdan korunarak durakta bekledi, ortalıkta kimse gözükmüyordu. Gök gürültü sağanak yağışın orta yerinde otobüsün yolunu gözledi. Sanki gök delinmişti deli gibi yağıyor, şimşekler birbiri ardına yere çakılıyordu. Nihayet büyük sarı renk otobüs ilerideki köşede gözüktü, geçip arka sıraya oturdu zaten pek kimse de yoktu. Okula geldiğinde sınıfta bir şamata vardı, ilk iki ders Cüneyt hocanın dersiydi ancak hasta olduğu için gelmemişti. Simya ıslak saçlarını topuz yaptı, ıslanmış kapüşonunu çıkardı; boş yere mi bu kadar erken geldim diye hayıflandı. En iyisi kütüphaneye gitmekti, okulun en üst katındaydı çok büyük bir yer değildi ama bir sürü kitap vardı. Zaten kütüphaneden kendisi sorumluydu birkaç tane de küçük sınıf ona yardım ediyordu. Okuldaki kimse tatil bu kadar yaklaşmışken kütüphaneye gitmezdi. Bu yüzden de kapısını pek kitlemezdi. En üst kata çıkıp kütüphaneye girdi, kitaplıkların arasında dolaştı, okumak için kitap bakınıyordu. Kitaplardan birini çekince karşısında yine Faruk'u buldu. Suratında kocaman bir sırıtma vardı. "Hey ezik ne yapıyorsun burada?" dedi ve ekledi "Normal arkadaşın yok kitaplarla mı takılıyorsun. Eminim sen kitaplarında konuştuğunu sanıyorsundur" Gülüşmeye başladılar. Yanında arkadaşları da vardı. Onlarsız gezmezdi, eğer birini döveceklerse hep beraber döverlerdi. Simya onların tuvalete bile beraber gittiğinden emindi. Konuşmadı, aldığı kitabı yerine koydu başka bir kitaplığa doru yöneldi. Zaten konuşsa da Faruk ve arkadaşlarının anlayacak bir beyni olmadığını düşünüyordu. Faruk fizik sınavında kâğıtları değiştirmemesinden dolayı hesap sormaya gelmişti belli ki. Simya arkası dönük kitaplara bakmaya devam ediyordu. Daha sırtındaki çantasını bile çıkarmamıştı. Arkasından "Sen bana arkanı nasıl dönersin" diye bağırdı Faruk. "Ben seninle konuşurken yüzüme bakacaksın" Simya'nın onunla ilgilenmemesi daha çok sinirini bozunca kitaplıktan küçük bir kitap alarak ona doğru fırlattı. Kendisini halasına şikâyet etmesinden dolayı zaten Faruk'a sinirliydi, şimdi birde kitap atılmasına... Kendisine hâkim olamamaktan korkuyordu. Ya birine bir şey yaparsam diye düşündü. Faruk'un saçma saçma konuşmasına daha fazla dayanamıyordu. O kadar çok öfkelenmişti ki yüzü kıpkırmızı olmuştu. "Derhal benden özür dileyeceksin" diye bağırdı hala arkası dönüktü. "Ben mi senden özür dileyeceğim. Sen kimsin ki senden özür dilemeyelim. Sen sadece küçük bir böceksin" dedi Faruk arkadaşlarıyla gülüşerek. Simya arkasını döndü göz göze geldiler. Sağ elini havaya kaldırarak o an aklından geçen ilk şeyi yaptı. Kitaplığı sanki onların üstüne itiyor gibi bir hareketti ama kitaplıktaki duran tüm kitapları Faruk ve arkadaşlarının üstüne fırladı. Kitapların kendilerine fırlamasından korkan Faruk çocuk gibi bağırmaya başladı. Ne olduğunu bile anlamadan oradan koşarak kütüphaneden kaçtılar. Simya ne yaptığının bile farkında değildi. Sadece ağlıyordu. "Bıktım artık bunları yaşamaktan. Burada yaşamak istemiyorum. Başka bir hayat istiyorum, kendim gibi olabileceğim beni seven insanların olduğu bir hayat istiyorum" Yere kapanmış şekilde ağladı. Ne kadar zaman ağladı, saat kaçtı hiç farkında değildi. Bir süre sonra kafasını kaldırdı, bütün kitaplar yerdeydi. Şu an kitapları toplamak daha büyük sorun gibi görünmüştü. "İyi ki kütüphaneden ben sorumluyum yoksa bunu başkasına açıklayamazdım" dedi mırıldanarak. Yerinden kalktı, gözyaşlarını sildi, yerdeki birkaç kitabı topladı. Daha önce görmediğine yemin bile edebileceği kocaman bir kitap dikkatini çekti. Daha önce böyle bir kitap görmemişti. Mavi ve altın sarısı renkte süslü isimsiz bir kitaptı. Elindeki diğer kitapları tekrar yere bıraktı. Dizlerinin üstüne çökmüş kitaba bakıyordu. Yerinden kaldırmaya çalıştı ama kitap sanki bir ton gibi gelmişti. Sağına soluna baktı ama isim yazmıyordu. "Bu kitapta nereden gelmiş" diye mırıldandı. Yanağından süzülen son damla yaşı da sildi. Kitabın kapağını hafifçe kaldırdı, sarımtırak renge sahip yaprakları fark etti önce sonrada ilk sayfadaki kütüphane resmini... Daha düşünecek bir fırsat bile bulamamıştı. Sanki gondola binmiş gibi bir his kapladı içini. İleriye doğru eğilmiş gibi hissetti, midesi bulanmaya, başı dönmeye başlamıştı. Sanki ölüyor gibiydi hayatı gözlerinin önünden geçmeye başladı. Anne ve babasını olduğu kısımlar dışındaki hayatı gerçekten çok sıkıcıydı. Mide bulantısı daha da artmıştı, ayağının altında yer olmadığına emindi. Gözlerini sıkı sıkıya kapattı. Sanki bayılıyormuş gibi hissediyordu,yerdeki zemin kaybolmuştu, kocaman bir boşluğun içinde dönüp duruyordu. Birden kendini sert bir zemine çarpmış gibi hissetti. Ama gözünü hala açamıyordu. Bayılmış olduğunu bile düşündü. Hafifçe zümrüt yeşili gözlerini araladığında örümcek ağları kaplamış yüksek bir tavana bakıyordu. Soğuk taştan bir zeminde yattığını fark etti. Demin gördüğü büyük mavi kitap tam yanında duruyordu. Dev gibi gördüğü kitaplıklara doğru baktı, hala kütüphanedeydi ama burası okulun kütüphanesi değildi. Aklını toplamaya çalışıyordu ama başı hala dönüyordu. Kalkacak gibi değildi. Kalkmayı denemedi ama sadece kafasını kaldırabilmişti. Sıkıca kapatıp açtığı gözleriyle etrafa baktı. Tavanın neredeyse on metre kadar yüksekte olduğunu fark etti. Hemen üstünde kocaman eski demir bir avize duruyordu ama lamba yerine erimiş mumlar vardı. Başının dönmesi durmuştu, ayağa kalktı. Etrafına bakındı, her yanda kocaman kitaplıklar, binlerce kitap, bir sürü masa olan bir yerdeydi. Kütüphanenin tam göbek kısmındaydı sanki saat şeklinde yapılmıştı ortada çalışma masaları vardı. 12 yönünde ise büyük ahşaptan doğramaları olan camlar dikkatini çekti. İçerisi cam gibi aydınlıktı, duvarlarda büyük mumlar vardı ama hiç biri yanmıyordu. İçeriye göz gezdirirken kendisini kitabın ilk sayfasındaki kütüphane resminin içinde bulduğunu anladı. Neler olduğunu anlayamamıştı. Buraya nasıl gelmişti. Hayal görüp görmediğini anlamaya çalışıyordu. Ya beyni ona oyun oynuyorsa ya da sadece rüyaysa. Etrafa bakınmaya başladı kütüphane boştu. Pencereden dışarı bakmak için o tarafa yöneldi. Pencereden gördüğü devasa yapıyı ömründe ilk defa görüyordu. "Ben neredeyim? Burası da neresi böyle" diye kendine kendine sordu. Hiç bir şeye anlam veremiyordu. Dışarıda hava cam gibiydi. Güzel bir yeşillik ve göl olduğunu fark etti. Ama burası neresiydi. Acaba hayal mi görüyordu. Gözlerini ovuşturdu tekrar baktı. Hayır, hayal değildi, görüyordu işte. Birden kendine cimdik attı. "Ayyy " diye bağırdı. Olamaz bu rüya da değildi. Ama bunlar nasıl gerçek olabilirdi. Daha 5 dakika önce kendi okulunun kütüphanesindeydi. Ve şimdi bambaşka bir yerdeydi. Açık pencereden yüzüne vuran sıcak rüzgârla saçları uçuştu, dışarı olabildiğince sıcaktı, sabah okula gelirken ki yağmurlu havayı hatırladı. Duvardaki mumlara tekrar baktı. Yere kadar akmış büyük mumlar vardı her yerde. "Burada neden mum var acaba elektrik yok mu?" diye düşündü. Beyninden o kadar çok şey aynı anda geçiyordu ki, resmen kafayı yemek üzereydi. Kitaplara doğru bakmaya başladı. Bir sürü değişik yazar ismi olan kitap vardı. İşte mavi kapaklı kitapta oradaydı ama kitaptan o kadar korkmuştu ki yanına bile yanaşamıyordu. Biraz daha dikkatini topladı, içinde olduğu yapıya daha dikkatli bakmaya başladı. Taş duvarlar, yüksek tavan... "Burası eski bir yapı olsa gerek. Ne kadar değişik pencereler bunlar" dedi. Kendi okulundaki PVC pencereler gibi değildi. Ahşap ama güçlü bir ahşaptı sanki ağaca benziyordu. Birden bir kapı gıcırtısı duydu. Belli ki birileri kütüphanenin kapısı açmıştı. Acaba saklanmalı mıyım? Ya da neden saklanmalıydı? Kütüphaneyi saat gibi düşünürsek kapı sesi altı yönünden gelmişti. "Kim var orada?" diye bağıran kalın bir ses duydu. İçeri giren bir erkekti. Sesini çıkarmadı zaten çok korkmuştu ses çıkaracak gibi değildi. Vizon rengi takım elbisesi, gür sakalları ile içeriye 1,50 boylarında bir erkek girdi. Simya'nın dikkatini ilk boyu ve kocaman burnu çekmişti. Kocaman bir burnu vardı. "Senin burada ne işin var öğrenci. Okul henüz açılmadı bilmiyor musun?" dedi küçük adam hiddetle "Buraya nasıl girdin?"
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE