15

1505 Kelimeler
Kadın paketleri uzatırken "Kuzum hiç birini denemedin" dedi tatlı bir ses tonuyla "Eğer bir sorun olursa geri getirebilirsin" diye de ekledi. Çok sıcakkanlı gözüken Bayan Taba'ya teşekkür edip kasanın oraya geçti. Tibet kasanın önünde onu bekliyordu. "Kızılcık mağazayı satın almışsın" dedi Tibet poşetlere bakarak. Simya altınların bunlara yetip etmeyeceğini düşünmemişti. Kasadaki adam bir yandan asasını sallayıp bir makasla kumaş kesiyor diğer yandan da hesap yapıyordu. Tok bir sesle "Borcunuz iki gümüş yedi bakır para" dedi. Simya'nın içine su serpilmişti. Profesör Elena'nın verdiği altınlar yetecekti. Teşekkür edip dükkândan çıktılar. Tibet poşetlere bakıp gülüyordu. "Gerçekten dükkânı satın almışsın" dedi. Simya'da gülüşüne karşılık verdi. Eksik bir şeyi kalmasın diye her şeyden fazla fazla almıştı. Tibet'in babasının mekânına geri döndüler. Tibet paketleri yukarıya eve bıraktı, tekrar dışarı çıktılar. Simya bu sefer birkaç çift ayakkabı alabilmek için şirin ama küçük bir dükkâna girdi. İçeri de birçok çeşit ayakkabı vardı. İki tane spor ayakkabı ve bir tane de babet alarak çıktı. "Seni meşhur Beliz'le tanıştırayım mı?" diye sordu Tibet yolun diğer tarafındaki evi göstererek. Simya yeni birileriyle tanışmanın güzel olabileceğini düşündü. Tabelasında Çılgın Bitkiler ve İksirler yazan bir dükkânın önüne geldiler. Bu dükkân büyü kazanının hemen çaprazında kalıyordu. Dört katlı oldukça büyük, nizami bir binaydı. Girişteki pencereler küçük olduğundan içerisi pek net gözükmese de içeriden yükselen sesler içerinin ne denli kalabalık olduğunun anlaşılmasını sağlıyordu. Binanın tepesinden tüten yoğun duman mavi gökyüzünden kaybolurken Simya dikkatlice gördüğü her şeyi süzüyordu. Binanın yan tarafından yukarı çıkan merdiven üst katta yaşayanların olduğunun göstergesiydi. Taştan örülme duvar, yosun rengi pencereler, evin tabanından yukarı doğru saran sarmaşık oldukça değişik gözüküyordu. Kalın ahşap bir kapıdan içeriye girdiler. İçerisi kalabalık ve biraz bunaltıcıydı. Herkes bir şeyler arıyor, alışveriş yapıyordu. Dükkânın içi yerden tavana kadar yeşil renk sarmaşıklarla kaplıydı. Her yanda değişik görmediği çiçekler, bitkiler, dev mantarlar vardı. Oldukça şirin bir yerdi ama çok karışık ve çok kalabalıktı. Dükkânın ortasında üst kata çıkan ince ahşap merdivenin dibinde sarışın kıvırcık saçlı bir kadın müşterisiyle sohbet ediyordu, kadının dükkân sahibi olduğu üstündeki yeşil renk önlüğünden belliydi. Camları ufak olduğundan içerisi çok aydınlık sayılmazdı ancak tavanı oldukça yüksekti. Duvarlarda büyük meşaleler günün bu saatinde içeri aydınlatmak için yanıyor, kenarda büyük bir şömine yaz sıcağına aldırmadan harlı harlı üstündeki kazanı kaynatıyordu. Şöminenin yanmasına rağmen içeri çok sıcak değildi. Fokurdayan tencereler, çuvallarda duran mavimsi sarımsı değişik tozlar, saksılardaki dişleri olan çiçekler, duvarlara asılmış zincirli kitaplar, rafların üzerindeki envai çeşit renkli sıvı dolu küçük şişeler. Burası Simya'nın girdiği dükkânlar içinde en farklı olan yerdi. İçerisi çok büyük sayılsa da ortalık baya karışık, herşey birbirinin içindeydi. "Burası bu kasabadaki hatta diğer kasabalardaki dükkânların içinde en iyisidir. Burası bulmak istediğin her iksirin ve her bitkinin bulunduğu tek yerdir. Eğer bir şeye ihtiyacın varsa Profesör Ares'in dükkânında kesinlikle bulabilirsin." Simya etrafı inceliyor daha önce rast gelmediği bitkilere göz atıyordu. Dişleri olan bitkiler çok dikkatini çekmişti, dokunmak istiyordu ama bitkiden korkmamıştı da değildi. Zaten saksının kenarına 'Dikkatli yaklaşın ısırır' diye not bile düşülmüştü. Tavanında asılı mum avizeleri okuldakilere benziyordu. Şöminenin yanındaki koltukta iki cadı oturmuş hararetli bir konu hakkında konuşuyordu. Küçük yuvarlak pencerenin önünde saçında taç olan bir kız oturuyor, bir yandan kitap okuyup bir yandan da elindeki ezicide bir şeyler eziyordu. Kız kafasını kitaba gömmüş, etrafında olup bitene aldırmadan kitap okuyordu, Tibet'in ona seslendiğini bile duymamıştı. Tibet kızın kafasına elini koyarak saçlarını karışmaya başladı. Kız sonunda onu fark etti ve bir hışım keskin kahverengi gözlerini ona dikti. "Naber ufaklık?" dedi Tibet kızın bozulduğuna pek de önem vermeden. "Bana ufaklık demeni istemediğimi birçok kez sana söyledim" diye tersledi kız dağılan saçlarını düzelterek "Hem sen tatil döneminde burada ne arıyorsun? Okulda olman gerekmez miydi?" dedi olabilecek tüm ukalalığı ile. Tibet Simya'ya gel diye işaret yaptı. İkisini tanıştırmak istiyordu. Simya yanlarına geldiğinde kız ayağa bile kalkmadı, sadece aşağıya kayan kalın çerçeveli gözlüklerini düzeltti. Bacak bacak üstüne atmıştı. Üstünde yeşil yaprak baskılı bir tişört vardı. "Merhaba" dedi Simya her zamanki zarifliği ile "Ben Simya" Kız sonunda ayağa kalktı. Tombik ellerini uzatarak "Bende Beliz" dedi gözlerini devirdi. Tokalaştıktan sonra Simya "Tanıştığıma memnun oldum" dedi. Ama kız hiç oralı olmadı sadece başını salladı. Beliz oldukça kibirli gözüken, hafif kilolu, kısa kahverengi saçlı, kahverengi gözleri olan bir kızdı. Bileğinde de çok güzel mavi renk gül dövmesi vardı. Saçındaki gülden yapılma bir taç gerçek güldü. Belli ki çiçekleri çok seviyordu. Zaten masasının üstü kırmızı, beyaz güllerle kaplıydı. Tibet söze girerek Simya'nın kim olduğunu söyledi. Simya'nın okuldaki ilk senesi olduğu, yeni öğrenci olduğunu da ekledi. Beliz'in aklına hemen bir şey takılmıştı. Kendi yaşlarındaki bir kız neden okula bu kadar geç gelmişti ki? "Demek yeni öğrencisin. Neden bu kadar geç başladın?" dedi. Simya ne diyeceğini şaşırmıştı, böyle bir soru beklemiyordu. Beliz çok dik bakıyor her şeyi sorgular gibi duruyordu. Bir iki kekelemeden sonra burada yaşamadığını farklı bir yerden geldiğini söyledi. "Okula gitmiyor muydun?" dedi Beliz irdeleyerek. Simya gene cevap veremiyordu. Gömleğinin yakalarını çekiştirmeye başlamıştı bile. Beliz kıyafetlerine baktı. "Değişik bir tarzmış" dedi. "Ailem vefat edince bende buraya taşındım" dedi Simya konuşmanın bitmesini dileyerek. Beliz ölmüş olmalarından bile pek etkilenmiş değildi. Sürekli ters ters Tibet'e bakıyordu. "Bu yaşa kadar okula gitmedin mi?" Yüzünde hoş bir bakış yoktu. Elindeki eziciyi masaya bıraktı, masaya doğru yaslandı ellerini göğsünde birleştirdi. Simya elbette başka bir dünyadan geldiğini söylemek istemiyordu. "Elbette okula gidiyordum" dedi Simya ama bu dediğine pişman olmuştu. Beliz hemen lafı yapıştırdı. "Ökse otu suyu tek başına ne için kullanılır? Yada sarımsak özüyle ne yapabiliriz?" dedi. Simya cevap verememişti çünkü neden bahsettiğini bile bilmiyordu. Tibet araya girdi. "Beliz ne yaptığını zannediyorsun. Sınav mı yapıyorsun?" dedi kızarak "Seninle tanıştırdığımı pişman ettin" Beliz tekrar yerine oturdu. Ama susacak gibi değildi. Nereden geldiğini, nasıl geldiğini, ailesinin nasıl öldüğünü sormaya başlamıştı bile. Konuyu değiştirmek için Tibet tekrar lafa girdi. "Beliz amma da meraklısın. Kız söyledi ya işte neden ailesinin ölümünü sorup da onu üzüyorsun. Bu arada Profesör Ares nerelerde? " dedi. Beliz kafasıyla arka tarafı gösterdi. Babası orada uzun boylu, uzun cüppeli bir büyücü ile konuşuyordu. Simya duvarın dibindeki sandalyeye oturdu, etrafa göz attı. Beliz ise gözünü dikmiş ona bakıyordu. Tibet ona el sallayan adamın yanına gitti. Profesör Ares gözlüklü, siyah saçlı, 50 yaşının üstünde gösteren bir adamdı. Uzun boylu ve dinç gözüküyordu. Beliz'in annesi de şimdi iksir rafının başına geçmiş müşterileri ile ilgileniyordu. Tibet ve Profesör Ares ayaküstü sohbet etmeye başladı. Simya ise Beliz'in dik bakışlarından ürkmüş sessizce oturdu. Beliz kısa süreli sessizliği bozdu. "Tibet'le nasıl bu kadar çabuk arkadaş olabildiniz?" diye imalı bir soru sordu. Simya sakince cevap veriyordu, kendisine yardımcı olduğunu, cezalı olması yüzünden okulda beraber zaman geçirdiklerinden bahsediyordu. Beliz'in yanakları kızarmıştı bile. Sinirli gözüküyordu. Gözlüklerini çıkarıp çarpar gibi masanın üstüne bıraktı. Simya sonunda fark etti. Beliz ondan hoşlanmadığı için değil Tibet'i kıskandığı için böyle davranıyordu. Konuyu değiştirebilmek için babasının okulda hoca olup olmadığını sordu. Beliz'in babası birkaç yıl bitki bilimi dersi vermişti ancak bu dükkânı açtıktan sonra işinden ayrılmıştı. Tibet kısa sohbetini bitirip yanlarına döndü. Sonra ikili dükkândan çıktı. Simya'nın paketlerini alarak okula gitmek için at arabalarının olduğu tarafa geçtiler. At arabası bozuk yolda tökezleyerek giderken sohbet etmeye başladılar. Simya tanıştığı insanlar hakkında bilgi alıyordu. Tibet'te konuşmayı seviyordu anlattıkça anlatıyordu. Simya Beliz'in güçlerini merak etmişti. Sormasının ayıp olup olmayacağına karar veremiyordu. "Tibet o tanıştığım kızın ne gibi güçleri var? İşlettikleri dükkân oldukça ilgi çekici bir yerdi" dedi. Tibet'in Beliz'e olan kızgınlığı geçmişti. Simya'nın bu meraklı oluşu da hoşuna gitmişti. Simya'da onun gibi meraklıydı ve konuşmayı seviyordu. "Beliz'in bitkilerle, çiçeklerle arası iyidir. Toprağı, bitkileri kontrol edebiliyor. Yani istediği zaman istediği şeyleri bitkileri falan elleriyle yapabiliyor" dedi. Bu özellik Simya'nın çok dikkatini çekmişti. Ne de olsa kendisi de çiçekleri çok seviyordu. "Beliz bizim komşumuz sana söylemiştim sanırım. Zaten onlarında dükkânları bizimki gibi evlerinin altında, aslında iyi kızdır ama biraz huysuzdur. İnsanlarla konuşmayı pek sevmez eminim sende fark etmişsindir" Evet der gibi kafasını salladı Simya. "Çok zekidir ama biraz ukala ve kendini beğenmiştir, tam bir kitap kurdudur. Ders çalışmaya falan çok sever. İnsanlarla ilişkisi pekiyi değildir nedense insanlarla konuşmak yerine kitap okumayı tercih eder. Çocukluğumdan beri tanıyorum onu. Eğer sana da kötü davranırsa çok da kafana takma" dedi. Simya dinledikçe Beliz'i daha yakından tanımak istediğini fark etti. Beliz'in Tibet'e olan hislerini öğrenmek istiyordu. "Babası ve annesinin de güçleri aynı şekilde zaten. Onlarda bitkileri ve toprağı kontrol edebiliyor. Ve sanırım Profesör Ares suyu da kontrol edebiliyor. Zaten okulda tanışmış evlenmişler. Genelde anne ve babanın sahip olduğu güçleri alıyorsun. Tabi bazen bu fark edebiliyor. Örneğin benim geçmişe gidebilme gücüm bizim ailede kimse de yok" * Simya artık kendisini ilk defa gördüğü derslerle boğuşurken buldu. Eski okulundaki gibi matematik, müzik gibi dersler burada da vardı ama hocaları tatilde olduğu için sadece okulda olan öğretmenlerin derslerini alıyordu. Neredeyse koca bir ay geçmişti ama nasıl geçtiğini anlamamıştı bile. Derslerden kalan zamanında çoğunlukla kütüphanede kitap okuyor ya da Tibet ile birlikte okulun bilmediği yerlerini öğreniyordu. Artık derslerinde verdiği etkiyle birçok şey öğrenmişti. Rahatlıkla eşyaları uçurabiliyor, hayvanlarla konuşurken sorunda yaşamıyordu. Hepsinin ne demek istediği kolayca anlayabiliyordu. Bir aylık bir zaman içerisinde büyük bir başarı göstermişti. Tabi bunda Tibet'in payı da büyüktü. Simya'nın en büyük destekçisi artık en yakın arkadaşı olmuştu. Kendisini kapattığı yüksek tavanlı, taş duvarlı kütüphanede okulun haritasını incelerken yanına Tibet geldi. "Hadi ama Kızılcık sürekli bir şey okuyorsun. Sıkılmadın mı?" dedi oflayarak "Seni çok güzel bir yere götüreceğim. Eminim oraya bayılacaksın"
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE