17

1519 Kelimeler
"Yaklaşık üç yıllık geçmişe sahip olan Montem Temel Büyücülük Ve Cadılık Eğitim Enstitüsü 1375 yılında iki ünlü büyücü olan Weber ve en yakın arkadaşı Pisagor tarafından kurulmuştur. 4 ana binası, hayvan barakası ve serası olmakla beraber binalar çeşitli yollarla birbirine bağlıdır. 1 binada kız öğrenci yatakhaneleri, müdür ve müdür yardımcısı ofisi, kütüphane, yemekhane, öğrenci salonu ve bodrum katında eğitim amaçlı havuzu bulunmaktadır. 2 binada erkek öğrenci yatakhaneleri, öğretmen ofisleri bulunmaktadır. 3 binada büyü savunma sanatları, bitki bilim derslikleri ve bodrum katında öğrenci cezalandırılması amaçlı zindanlar bulunmaktadır. (Zindanlar artık öğrenci cezası olarak kullanılmamaktadır.) Hayvan barakası ve serada okulumuza ait binalardır. Okulun arka tarafındaki yeşillik arazide her sene düzenlenen GümüşÜçgen sahası da bulunmaktadır." Simya okurken aklı zindanlar kısmına takıldı. Zindanların çok vahşice olduğunu düşünüyordu. İçi ürpermişti, zindanda olmak gerçekten de korkutucu bir şey olabilirdi. "Okulun belli başlı bölgelerinde büyü güçleri çalışmamaktadır. Zindanlar ve müdür odası oluşabilecek tehlikelere karşı olarak öğretmenler dışındaki kişilerin büyü güçlerinin çalışmaması için tasarlanmıştır. Okulun birçok kulesi ve gizli geçiti bulunmaktadır. Okulun duvarları öğretmenlerin ve başarılı öğrencilerin tabloları ile donatılmıştır. Okulda yardım almak için Winchi'ler kullanılırken, dışarı ile haberleşmek için Cadı Kazanları kullanılmaktadır." Simya sayfa sonuna daha yeni gelmişti ki izlendiği hissine kapıldı. Kafasını kaldırıp etrafına baktığında kütüphanenin ağaç kapısının önünde duran Can ile göz göze geldi. Can kapının kenarında durmuş Simya'yı seyrediyordu. Birazcık utanmasından dolayı yanakları kızarmıştı. "Sen ne kadar süredir oradasın?"diye sordu. "Seni dinliyordum çok güzel okuyorsun" dedi Can keskin bakışlarıyla. Simya iyiden iyiye utandı. Suratının dışarıdaki güneşten daha çok yandığına emindi. "Okulda kalmanın yasak olduğunu sanıyordum" dedi bilmiş bilmiş. Gözlerini olabildiğince kaçırıp, kafasını tekrar kitaba gömerek. Can çok klâs gözüküyordu. Bir ayağını diğerinin arkasına koymuş, bir kolunu da kapıya yaslanmıştı. Mavi gözlerini kollarının arkasında saklamıştı. "Aslında yasak ancak Profesör Arel ile özel bir görüşmemiz vardı. Kalmak istediğimi söylediğimde sorun olmayacağını söyledi" dedi. Simya kalmak istemesinin sebebini merak etmişti ama direk sormakta uygun olur mu olmaz mı bilemiyordu. "Neden kalmak istedin ki? Şu an tatil yapıyor olmalıydın" dedi kibarca. Hem burnunu sokmuş gözükmek istemiyor hemde ters bir tepkiyle karşılaşmak istemiyordu. "Evde durmak pek bana göre bir şey değil" dedi Can. Yavaş adımlarla Simya'ya doğru yöneldi. Masanın üstünde duran onlarca kitaba göz attı. "Okulda olmayı tercih ederim" "Ama senin kadar çalışkan olduğumu sanma" dedi bir kitaplara bir Simya'ya bakarak. "Aslında istersen sana yardım edebilirim. Tibet'in de söylediği gibi güçlerini yeni keşfediyorsun. Belki de uçabiliyorsundur denemeden bilemezsin" Bir an heyecanlandı, ya gerçekten uçabilseydi çok iyi olmaz mıydı? Nasıl deneyeceği konusunda en ufak bir fikri bile yoktu. Kafasını iki yana salladı. Dudaklarını büzdü. Yaz günü dolgun dudakları heyecandan bir an da kurumuştu. "Bunu nasıl öğrenebilirim ki? " dedi kendinden emin olmayan bir ses tonuyla "Yani uçmayı nasıl öğrenebilirim? Çatıdan falan atlamam gerekmiyor değil mi?" Can'ı bir gülme aldı. Elini özür diler gibi salladı. "Denemeden hiç bir şey öğrenemezsin Simya" dedi "Ama korkma çatıdan atlamadan da öğrenebilirsin" Simya kitabı elinden masaya bıraktı. Ayağa kalktı, Can'ın yanına yürüdü. Can sakin olmasını ve kafasını tamamen boşaltmasını söyledi. Ve gerçekten konsantre olması gerektiğini de ekledi. Ama o mavi gözlere bakıp da sakin olabilmek dünyanın en zor işi olabilirdi. Karakteristik yüz hatları, yeni kesilmiş sakallar, hoş bir parfüm kokusu, iç yakabilecek derecedeki cam gibi parlayan mavi gözler gerçekten Simya'nın başını döndürmüştü. "Şimdi kafanı tamamen boşaltmanı istiyorum. Mümkünse hiç bir şey düşünme. Tamamen kendini bırak" dedi Can. Simya bunun yüzme öğrenmek gibi bir şey olduğunu düşündü ilk başta ama sonrasında yüzme öğrenmekle alakası bile olmadığını anladı. Gözlerini kapattı ve tamamen kendini serbest bıraktı ama duyduğu iç ferahlatan parfümünün etkisiyle dikkatini toplaması pek mümkün gözükmüyordu. Can'ın ellerindem tutup havalanma konusunda verdiği tavsiyeler pek yardımcı olmuyordu. Birkaç başarısız denemeden sonra Simya pes etti. Yüzü düşmüştü, gözlerini kaçırmaya hala devam ediyordu. Can olumlu bir şeyler söylemeye çalışsa da başarılı olamadı. "Olmuyor işte, demek ki benim böyle bir yeteneğim yok" dedi mızmız bir kız çocuğu gibi. "Emin ol bende uçmayı isterdim" Can daha fazla zorlamanın mantıklı olmayacağını biliyordu. Güçler istediğin zaman değil, gerektiği zaman ortaya çıkıyordu. "Üzülme. Belki uçma yeteneğin henüz ortaya çıkmaya bir gerek duymuyordur" dedi "Unutma güçler en ihtiyacımız olan anda ortaya çıkar" Simya ilgiyi kendi üstünden çekmek için bir yol arıyordu. "İki kişi uçabilme imkânımız var mı?" diye sordu. Can şimdi aynı Simya gibi yüzünü asmıştı. "Sadece ayaklarının yerden kalkması nasıl bir his çok merak ediyorum" Can'ın biraz gözü korkmuştu. İki kişi uçmayı denemesi hep olumsuz sonuçlanıyordu çünkü. Ancak Simya'nın hevesini kırmak istemiyordu. "Olur deneyelim" dedi "Ancak daha önceden birkaç kez denedim pek başarılı olamadım" Simya birlikte başarılı olabileceklerine inanıyordu. Muzur şekilde iki gözünü kırptı. Can'ın verdiği direktiflere göre davranıyordu. Can elinin birini boynuna dolamasını diğeri de beline dolamasını söyledi. Kendi elini de Simya'nın beline doladı. Kocaman kütüphane şimdi Simya'nın gözüne küçücük geliyordu. Sanki zaman durmuştu sadece ikisi oradaydı. Kafasını Can'ın omzuna doğru koydu,şimdi onun kalbinin atışlarını çok net duyabiliyordu. İçinden ne kadarda hızlı atan bir kalp diye düşünürken, kendi kalbinin daha hızlı çarptığını fark etti. Neredeyse dışarı çıkacak gibi çarpıyordu. Can yoğunlaşmak için gözlerini kapatmıştı. Simya için ona bakmak şimdi daha basitti. Nasılsa o beni göremiyor diye kafasını hafifçe koyduğu yerden kaldırdı. Üçgen kemikli yüz hatlarını incelemeye başladı. Elmacık kemiklerinin belirginliğinde kendini kaybetmiş gibiydi. Transa geçmiş gibi onu izlerken sanki dünya bir anlığına durmuştu. Simya'nın nefesinin boynuna değmesi Can'ın yoğunlaşmasına engel oluyordu. Simya bir süreliğine bu dünyada sadece ikisi varmış gibi hissetti. Gözlerini kapattı, kafasını Can'ın omzuna koydu. Yerden yavaşça kalkmışlardı ama ikisi de bunun farkında değildi. Can alnını Simya'nın saçlarına dayamıştı sanki güzel bir rüya görüyor gibi sakindi. Simya koca gözlerini yavaşça araladı. Demin göz hizasında olan pencerenin alt doğramasını artık göremiyordu. Yavaşça Can'ın kulağına "Başardın" diye fısıldadı. Can'da gözlerini açmıştı, Simya'nın zümrüt yeşili gözlerine bakıyordu. Bu şekilde birbirine bakarlarken, birden tanıdık bir sesin "Gençler..."diye seslendiği duyuldu. Bu tanıdık ses elbette Tibet'ten başkası değildi. Duyduğu ses ile konsantrasyonu bozulan Can ve Simya birkaç metre yükseklikten pat diye yere düştüler. Simya yerde kolunu tutuyorken Can halinden hiç hoş olmadığı belli bir sesle "Evet kardeşim sonunda başardım" dedi. Simya'yı elinden tutup kaldırdı. "Benim babamı görmem gerekiyor" diyerek apar topar odadan dışarı çıktı. Ne olduğunu anlamayan Simya ve Tibet birbirine baktılar. Simya onu çok zorladığını düşündü bir an için. "Ben çok uçmak istedim sanırım onu biraz zorladım" dedi kendisini kötü hissetmişti. Tibet kafasını takmamasını söyler gibi başını salladı. Masanın üstündeki kitaplara göz attı. Simya yine pencerenin önündeki sandalyeye oturup, Montem Tarihi adlı okumaya daldı. Aslında okudukları pek de aklında kalıyor gibi değildi. Yüzü iyice düştü, Can'ı zorladığı için kendini pek de iyi hissetmiyordu. Tibet uzun üç sayfalık iksir ödevini ilgiyle okudu. "Bu baya iyi olmuş, sanırım okul açılmadan üçüncü seviyeyi de geçeceksin" dedi. Ama Simya'nın şu an umurunda olan ne ödevdi nede seviye geçmek. "Emin ol Can'ın tepkisinin seninle ilgisi yoktur Kızılcık. Konsantre olamadığında ya uçamıyor ya da kendini duygularına çok kaptırınca yerden havalanıyor. Ona söylediğimi kesinlikle söyleme ama geçen sene bir kızdan hoşlanıyordu. Kız onu sadece yanağından öpünce bile ayakları yerden gerçekten kesildi baya havalanmıştı. Herkesin içinde böyle bir şey olması onu çok utandırmıştı. İki kişi uçmak çok daha zor zaten, birde ben seslenince konsantrasyonunu kaybetti. Bir keresinde baya yüksekten düşmüştü, ayağı kırıldı 6 ayda iyileşemedi " dedi Tibet. Simya sonunda kafasını kitaptan kaldırdı. "Bunları duyduğuma üzüldüm" dedi "Peki, duygularına hâkim olmak için eğitim almıyor mu?" Tibet artık sohbeti bitirmek ister gibi gözüküyordu ama Simya'nın sorusunu da cevapsız bırakamazdı. Derin bir iç çekti. Birazdan söyleyeceklerini kimse duymasın ister gibi bir hali vardı. Simya'nın yanına eğildi, kısık sesle "Elbette eğitim alıyor ama" dedi sözcükler boğazına dizilmişti. "Kolay bir çocukluk geçirmemiş, annesi biraz zor bir kadın. Babası da bir kaza geçirmiş. Hatta babası burada öğretmenlik yapıyormuş. Geçirdiği kaza yüzünden iki gözünü de kaybetmiş. Can tek çocuk olduğu içinde içine kapanıktır. Küçükken hiç arkadaşı da olmamış. Birazcık sert micazı bundan kaynaklanıyor. Aslında çok iyi biridir" Simya kendisi gibi hoş bir çocukluk yaşamadığını öğrenince Can için daha da fazla üzüldü. Babasının başına gelenlerden dolayı kendini hepten kötü hissediyordu. Kendi ailesi kaybettiği zaman yaşadıkları gözlerinin önünden aktı. Şimdi annesinin kaçıp kurtulduğu dünyada bir kütüphane de oturuyor, başa insanların acılarını dinliyordu. Hayat çok tuhaf diye düşündü. Kendi yaralarını bile saramazken Can'ın yaralarını sarmak istiyordu. Simya tam ağzını açıp yorum yapacakken, eski kütüphane kapısını gıcırdadı. Can kütüphaneye geri dönmüştü. Tibet sus işareti yaparak Simya'ya konuyu kapatmasını istedi. Hareketi gören Can; "Lütfen devam edin. Neden bahsediyorsunuz çok merak ettim."dedi ama yüzünde memnuniyetsiz bir ifade vardı. Gözlerini devirmişti, birazda sinirlenmiş gibi gözüküyordu. Simya kendisine kızdığını düşünmemeye çalışsa da görünen köy kılavuz istemezdi. Elmacık kemiklerinin üstü kıpkırmızı kızarmıştı. Tibet lafı değiştirmek için gülerek "Eeee hani bana telefon neydi onu anlatacaktın Kızılcık?" dedi. Yine o muzur gülümsemesi vardı. Tibet laf değiştirmek ve ortamın enerjisini arttırmakta üstün bir yeteneğe sahipti. Simya'da sonunda devam etmesi gerektiğini fark etti. Can bir sandalye çekti, ikinci sandalyeye de ayaklarını uzattı. Masanın üstündeki İksir Bilimi 2 seviye kitabının sayfalarını hızlıca karıştırdı. "Bak şimdi Tibet'cim. Telefon insanların birbirini görmeden konuşmasına yarayan bir alet. İki kişi birbiriyle bu şekilde konuşur. Çoğu insanın evinde bulunan bir iletişim aracıdır" dedi. Bu anlattıkları hem Can'a hem de Tibet'e çok değişik gelmişti. Can'ın siniri biraz geçmişe benziyordu, söze daldı. "Peki, senin dünyandan burada olmayan neler var?" diye sordu. Simya bir süre kafa yordu, burada olmayan ama orada olan neler vardı. Telefondan, elektrikten, lambalardan, arabalardan, uçaklardan bahsetti. Nasıl çalıştıklarını bildiği kadarıyla anlattı. Can'ın yeni bir şey öğrenmek hoşuna gitmişe benziyordu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE