Masanın üstündeki suyu titreyen ellerimle tutarak başıma diktim. Yaşlı başlı adam, ulu orta yerde konuştuğu konuya bak!
"Düşmanı bul ilk önce baba! Düşmanı bul, gerisini hallederiz."
Bardak kafama dikili kaldı. Doğrudan Barış'a baktım.
Göz kapaklarını 'Sakin ol!' anlamında kapatınca kendime gelerek bardağı yerine oturttum.
Yemeğin geri kalanı daha sakin ve düşmanı bulma odaklı gelişti.
Kahvaltıdan kalkınca çok yoğun bir tempo bizi karşıladı. Sağlık raporu, vesikalık resimler, başvuru formu, belgeler... Derken saat 3'e geliyordu. Araya adamlar sokarak işimizi olabildiğinden daha hızlı hallettiğimize hiç şüphe yoktu.
Belediyeden 4'e nikah saati almıştık. Evleniyordum ve üstümde stresin birikim yaptığı, korkunun acılarını çiçeklerine yansıtan elbisem duruyordu. Başımda duvak, yüzümde makyaj bile yoktu.
Küçük bir odada saatin gelmesini bekliyordum. Kapı tıklatıldı, tereddüt ettim, ses çıkartmadım. Dünkü olaylardan sonra korkuyordum.
"Benim, Barış."
Duyduğum sesle rahatlayan bedenimi kapının önüne taşıdım.
Açtım ve "Buyur?" dedim. Ellerinde bir sürü poşet vardı.
"İçeri girebilir miyim?" dedi. Onun gibi sert ve kaba insandan rica kelimelerini duymak tuhafıma gidiyordu.
"T-Tabi..." dedim kapıyı sonuna kadar açarak. İçeri girdi, kapıyı kapattı.
Poşetleri küçük pufun üstüne koyarak "Bunlar sana." dedi.
Bana mı? Ne vardı ki içlerinde? Bi poşetlere bi Barış'a baktım.
"Gençsin Asiye. İllaki evlilik ile hayallerin vardır. Ve sende biliyorsun ki ilk kez evleneceksin. Böyle özensiz, boynu bükük evlenmene gönlüm razı gelmedi. Ben pek anlamam ama... Kız kardeşlerimden yardım istedim, sağolsunlar kırmadılar beni. Sade beyaz elbise, topuklu ayakkabı, duvak falan... Aklımıza ne geldiyse aldık. Zaman kısıtlıydı yoksa daha güzellerini alırdım ama idare edeceksin artık."
Hafif tebessüm belirdi günlerdir ağlamaktan titreyen dudaklarımda. Düşünmesi dahi çok inceydi.
"Hadi vakit kaybetme de giyin! Makyaj işini de..." dediği an kapı açıldı ve o gün bahçede saç baş kavga eden iki genç kız heyecanla içeri giriş yaptı.
"Biz geldik abicim..."
Ama arkalarında beliren başka bir kadın daha vardı. Daha önce ne gördüm ne de simasını hatırlıyordum...
"Benden sonra gelen kız kardeşim... Nişana gelemedi, çocuğu hastaydı ama nikahıma yetişti. O yol gösterir sana." dedi Barış sanki zihnimi okumuşçasına...
Kızlar içeri, Barış dışarı çıktı. Her 3'üde etrafımda pervane olmuş, beni özenle nikahıma hazırlıyorlardı. Biri makyajımı, biri kıyafetimi, biri de saçımı...
Keşke benimde kardeşlerim olsa dedirttiler bana...
Tamamen hazır olunca büyük olanları "Çok güzelsin..." dedi.
"Tam Kayalar'a layık güzelliğin var. Düğün günü geldiğinde kim bilir... Kaç tane aile büyüğü seni kaçırdığı için dizlerini dövecek..."
"Halam şimdiden başladı abla. Ama Karadeniz'den mi kız aldınız diye!"
Konum ne olursa olsun yüzlerindeki gülümsemeyi asla soldurmuyorlardı. Bende ufaktan güldüm fakat buruktu. Bundan sonra beni bekleyen hayatı bilmiyordum. İlerliyordum ama önümü dahi görmeden...
"Abim seni görünce dibi düşecek!"
Başımı yere eğdim.
"Onun gözü Leyla'dan başkasını görür mü!" dedi diğeri. Haklıydı. Nişanda bile görmemişti zaten.
"Sussana sen! Bi kere abim o salak kızı unuttu tamam mı!"
"B.k unuttu!"
"Şşhh! Çok ayıp kızlar! Hadi siz aşağıya, bizde iniyoruz şimdi."
"Anlaşıldı! Geline küçük nasihatler verilecek..."
Yaşlarının getirdiği küçüklükten ötürü dediklerine takılmamaya çalışıyordum ama haklı oldukları gerçeğini göz ardı edemezdim.
Kızlar gidince kadın yanıma gelip elimi tuttu. Barış'tan küçüktü ama benden büyük olduğu kesindi.
"Gel otur şöyle." dedi.
Oturdum, oturdu.
"Maşallah, pek güzelmişsin. Kimsen yok mu senin?"
Başımı iki yana salladım.
"O zaman bundan sonra ne sorunun olursa bana anlat tamam mı Asiye?"
Bu sefer aşağı yukarı salladım. Derin nefes aldı.
"Evlilik zordur Asiye. Yürütmek, büyütmek, katlanmak... Hele ki Barış'la yani abimle evlilik daha zordur. Serttir, katı kurallıdır ama sevince öyle yumuşar ki, pamuktan farksız olur."
Henüz pamuk versiyonuna denk gelmemiştim.
"Dağına göre kar derler ya... Sen, abimin soğuk buzullarını sakinliğinle yıkacaksın, buna inanıyorum. Ayrıca öyle dışarıdan buz kütlesi gibi gözükmesine bakma he, çarşıda telaş içindeydi sana gelinlik bulacak diye."
Barış'ı öyle hayal etmek bile garip geliyordu bana. Belki fazla yan yana gelmedik, fazla muhabbet etme fırsatımız olmadı ama o kısacık anlarda duvarlarından tek tuğla bile eksiltmemişti.
Elleriyle saçlarımı okşadıktan sonra tekini kalbimin üzerine koydu.
"Kalpler sevmek, sevilmek için atar Asiye. Burası dolu mudur bilmiyorum, bilmekte istemem. Benim tek bildiğim yanındakiyle atmalı, yanındaki için kan pompalamalı. Birbirinize zaman verin. Abim şu an yaralı aslan. Ama sen bunu sabrın ve güzelliğinle yenebilirsin. Eminimki abim de senden etkilenmiştir. Sabır tamam mı, sadece sabır..."
Kimse bana sabrın kaldı mı diye sormuyordu. Tek bildikleri tüm yükü Asiye sırtlansın, ötekilere ağırlık kalmasın. Herkes bana sırtın kambur diyor, ama neden kambur olduğunu sormuyor...
"Tık tık!"
Adını bile bilmediğim abla, elini kalbimden çekerek gözlerindeki yaşları sildi.
"Sevgi olur ama saygı baştan olmalı. Saygı göster, saygı gör..." dedi son olarak.
Sonra kapı açıldı ve Barış içeri girdi. Yüzüne bakmak istemiyordum. Onlar Rasim amcayı ikilemde bırakmasalardı bu evlilik oyununun içinde olmayacaktım, biliyorum.
"Öhö öhöm! Abicim... Gelin senin, bundan sonra doya doya bakarsın ama istersen nikaha geç kalmayalım."
"Ya sabır!" dedi Barış sessizce.
Adım adım yanıma gelip "Hadi iniyoruz!" dedi kabaca. Bu muydu pamuk? Bundan olsa olsa pamuk değil, yamuk olurdu!
Beklemeden dışarı çıkınca bana bi kal geldi.
"Takılma ona sen! Güzelliğinden büyülendi, tökezledi. Hadi koş, koluna gir!"
"İstemiyorum!" dedim omuzlarımı silkerek. Kendimi yama yapacak kadar gurursuz değildim.
Elbisemi hafif yukarı toplayarak sinirle duvağı önüme örttüm. Sen hem gelinlik getir, hemde sert çık! Ayı işte, ne olacak!
Barış önde, ben ardında aşağı inerken içimde burukluk oluştu. Daha evlenmeden aramıza soktuğu mesafelere hüzünlendim.
"Öküz öküz! Abi değil, öküz!"
Yanımdan koştur koştur abisinin yanına gidip kulağına bir şeyler dedi. Ne dedi bilmiyorum ama Barış yanına gitmemi bekledi.
Tam yanına geldiğimde kolunu önüme uzattı.
Kardeşi bakışlarıyla 'Ne duruyorsun, girsene!' diye çığlık atıyordu adeta.
Çekinerek uzattığım kolumu, Barış'ın koluna geçirdim. Dışarıdan görenler 'Birbirinize çok yakışıyorsunuz.' derdi ama bilmiyorlardı ki, birimiz siyah, birimiz beyazdık...
Parfümünün keskin kokusu burnumdan içeri sızarak ciğerlerime nüfuz etti. Ağır gibiydi ama değildi de. Hoştu velhasıl kelam...
Nikah salonuna girince gördüğüm iki kişiyle gözlerim ışıldadı. Rasim amca ve Gülten teyzeyi gören gözlerimin soluk ışığı renk buldu yeniden. Kimsesiz olmadığımı bilmek duruşumu dahi dikleştirmişti.
Salonda ben, Barış, Halis bey, Rasim amca, Gülten teyze ve Barış'ın üç kız kardeşi vardık.
Yerimize otururken sandalyemi çekmesini beklediğim adam doğrudan yerine oturunca rencide oldum.
Şu an diğer salonda eşinin harika şımartmalarıyla oturdukları sandalyede değer gören kadınlar vardır. Ben ise... Boş verin...
***
"Siz Dursun kızı Asiye Alkurt, Halis oğlu Barış Kaya'yı eş olarak kabul ediyor musunuz?"
Kararımı soran tek kişinin nikah memuru olması ne acı bir tabloydu. Herkes evleneceksin dedi, Asiye ne düşünür umursamadı.
Duvağımın tülleri yüzümü kapatıyordu. Hafif Barış'a döndüm ve yüzüne baktım. Mutlu eder miydi beni? Uzun sürmeyecekti evlilik biliyorum ama bir insanın hayatını cehenneme çevirmek günlerini bile almazdı. Yarım senelik evlilik hayatımızda ona şans vermeme değer miydi? O değmezdi belki ama Rasim amca değerdi...
Önüme geri dönüp isteksizce "Evet." dedim. Gelinlerin tok çıkan sesleri bende yok kıvamındaydı.
Aynı soru Barış'a da soruldu. Onda duygu yoktu, düşünce hiç yoktu. Düz bir "Evet." le o da kabul etti ve imzalarımızı attık.
Alkurt olan soyadım an itibariyle Kaya olmuştu.
Şahitlerin huzurunda nikah memuru evlilik cüzdanını benim elime verdi ve ikimizde ayağa kalktık.
"Gelini öp!" diye bağırdı küçük kızlardan birisi.
"Evet damat bey. Adettendir, gelini öpebilirsin." dedi nikâh memuruda.
Sizin adetinize... Ne gerek var böyle saçma şeylere? Diye düşünürken Barış iki kolumdan kavrayarak beni kendine çevirdi.
Yüzlerimiz birbirine dönüktü.
Bir kaç saniye tülün ardındaki yüzüme baktıktan sonra derin nefes alarak koca elleriyle duvağımı yukarı kaldırdı.
Her hareketini beynime kodlayarak izliyordum. Özenle saçımın arkasına koyduğu duvağın ardından yüzümü iki yandan kavradı ve başımı aşağı eğecek şekilde tuttu.
Kafamı eğdi, dudaklarını alnıma değdirdi. Öpüp, anında çekileceğini düşünürken orada öylece 5 saniyeden fazla oyalandı.
Ne yapıyorsun be adam!
"Bravo!" diyilip alkışlar koptuğunda Barış kendine gelerek benden ayrıldı ve apar topar yüzümü geri kapattı.
"Bu kadar makyaj mı olur?" diye mırıldanışını duydum.
***
Nikah salonundan çıkış yaptığımızda Barış ceketini üstüme örterek kaçamak şekilde beni kendi aracına soktu.
"Sana gelinlik alanda suç!" diyince üzüldüm. Ben de beni düşündüğü için teşekkür etmeyi düşünüyordum...
"Şu suratın hâline bak! İyiki kızlara abartma dedim! Yüzünü boyanın içine batırıp çıkartmışlar!"
Makyajsız da çok güzeldim bir kere!
Yakasındaki papyonu çıkarttığı gibi arka koltuğa salladı. Neyseki Kerem abi bizle değildi yoksa dalga geçecek malzeme çıkmıştı ona.
"İmam nikahımızda kıyılınca bizim eve geçeceğiz."
Yıllardır ekmeğini yediğim insanlarla vedalaşmadan mı? Ama bunu nasıl kabul edebilirdim?
"Eşyalarım..." dememle lafı ağzıma tıktı.
"Durumun ciddiyetinin farkında değilsin herhalde! Şu an en korunaklı yer, bizim ev Asiye. Rasim amca anladı, Gülten teyze bile anladı da, bi sen anlamamakta ısrar ediyorsun."
Acaba üstüne kararlar alıp, planlar kurduğunuz hayat, benim hayatım olduğum için anlamamakta diretiyor olabilir miyim?
"Çok kabasın!" dedim sadece.
Sustu. Yol boyunca tek kelam daha etmedi.
***
İmam nikahımız kıyılmış, Kayalar'ın kapısının önüne gelmiştik.
Görkemli şatonun kapıları sonuna kadar açıldığında uzun uzun baktım içeri. Bu eve girişim vardı ama boşanmış olarak çıkışım olacak mıydı, bilmiyorum.
Kayalar! Beni bağrınıza mı basacaksınız yoksa ağrınıza mı gideceğim, işte onu zaman gösterecek!