6. NİŞAN TÖRENİ...

1921 Kelimeler
İşlerini yola koyacak olduğundan evde dört dönen Rasim amca bütün hazırlıklarla kendisi ilgilenmişti. Şık bir organizyon, bir kaç tane çalışanla en fazla 2 saat içerisinde arka bahçe harika dizayna kavuşmuştu. "Makyajım abartı olmadı mı sence de Gülten teyze?" Sadelikten yana kullandığım yüzüm boya kutusuna batmış da çıkmış gibiydi. Aynada her görünüşümde 'Bu ben miyim?' diyordum içimden. Hele dudağımda varlığını fazlasıyla belli eden bordo ruj... O ruju Gülten teyzenin odak noktası başka yere kayınca hafiften silmem lazımdı. "Bugün senin için çok özel kızım. Erkekler bakımlı kadın severler." dedi. "İyide bakım makyaj demek değil ki Gülten teyze." Her ay düzenli olarak cildimi temizletir, aklıma geldikçe de yüz yogası yapardım. Şimdi makyajsız olmak, pasaklı olmak demek miydi? "Kız az süslen diyorum. Adam yakışıklı, boylu poslu, zenginde..." Ah teyzem ah! Adamın gönlünde yer tutan kadın zaten vardı. Dünyanın makyajını yapsam, en güzel kıyafetleri de giysem yine de gözüne gelmem onun... "Elbiseni de giyince seni güzelce okuyayım." Gülten teyze elin kızını değilde, kendi kızını nişana hazırlıyor gibiydi. Her bir detayla bizzat ilgilenmişti. Onun bu sahiplenici davranışları beni arada duygulandırıyor, arada da sevindiriyordu. Askıdaki elbiseyi alarak banyoda üstüme giydim. Fazla parıltılı olması utangaç yanımı dışarı çıkarıyordu. Acaba başka seçeneklerden mi deneseydik? Banyo kapısını açıp çekinerek odaya giriş yaptım. "Bu ne güzelliktir Asiye?" Gülten teyzenin büyülenmiş bakışlarıyla yanaklarımın ısı derecesinin arttığını hissettim. Biri dokunsa, eli yanardı, o derece! Başörtüsünün önünü kapatarak bol bol okudu beni. Elbisem balık modelinde, bedenimi saran, fazla açık olmayan detaylara sahipti. Aynadan kendime baktım. Bu ben olamazdım! Tamamen değişmiştim! "Fazla bakma kız! Hadi gelmek üzeredirler, aşağı inelim yavaştan." Bu kılık, kıyafetimle meclise çıkmak istemiyordum. Sanki yıllardır Barış'a aşıkmışımda özenerek süslenmişim, allanmış pullanmışım gibi. "Gülten teyze..." dedim nazlı edayla. "Hayır Asiye! Aklının ucundan bile geçirme! Aşağı böyle ineceksin!" Net tavrıyla başım mecbur öne eğildi. Asil kadının lafının üstüne laf gelirse sinirlenir, söylenmeye başlardı. Koluma girdi. Biraz zor yürüdüğüm elbisenin bacak tarafı işimi iyice zorlaştırıyordu. Çok dardı ve adeta hareketimi kısıtlıyordu. Aşağıki kata indiğimizde kalabalık seslerle ikimizde duraksadık. "Hi! Gelmişler mi? Geç kaldık kızım!" dedi Gülten teyze telaş içerisinde. O telaş yapınca bende kurulu oyuncak gibi aynı telaşa kapıldım. "Sorun olur mu ki? Ayıp oldu dimi? Normalde kapıda karşılama yapmamız lazımdı! Şimdi ne yapacağız Gülten teyze?" "Dur kız! Benden de panik oldun sen. Kız evi naz evidir. Hem Barış beyde seni hemen görmesin dimi?" Az önceki panik atak kadından eser kalmamıştı. Bir anlık heyecanının yerini tekrar sakinlik ele geçirmişti. Gülten teyze durumları idare etmesini çok iyi beceriyordu. "Sana son kez bakayım!" Kolumdan çıkarak baştan aşağı süzdü beni. Yukarıda hazırlanırken fazla heyecanım yoktu ama şimdi kalbim ağzımda atıyordu sanki. "Kötü mü gözüküyorum?" dedim korkuyla. "Saçmalama! Çok güzelsin Asiye. Keşke Cihan-..." dedi ve sustu. Devamını merak ettiğim cümle yarıda kalınca bende tökezler gibi oldum. Yoksa Gülten teyze... "Hadi gidelim! Bu kadar fazla naz da aşık usandırır." Tekrar koluma girince Cihan konusunu şimdilik rafa kaldırmıştım ama o kurt içime bir kere düştü ve istediği yere varana kadar da durmayacaktı. Yürümeye başlayınca topuklularımın sert zeminde oluşturduğu tak tuk sesleri yankılanıyordu evin içerisinde. Tam kapının önünde Gülten teyze kolumdan çıktı, gözlerimin içine bakarak "Her şeyin en güzelini hakediyorsun güzel kızım benim..." dedi. Kendi annem olsa böylesine ilgili davranırdı. Gülten teyze dolan gözlerini silince kalbimin en derinliklerine dokundu akan yaşları. Keşke yaşasaydınız annem, babam... "Peşimden gel kızım." 'Tamam' anlamında salladım kafamı ve çıkan Gülten teyzenin ardından derin nefes aldım. Arka bahçeye doğru ilerlerken gelen yoğun gürültüyle fazlaca kalabalık olduklarına kanaat getirdim. "Cümleten hayırlı akşamlar. Kusurumuza bakmayın, biraz geç kaldık. Hepiniz hoş geldin, sefalar getirdiniz evimize." Enerjik ve neşeli başlangıçla giriş yapan Gülten teyze stresimi bi nebzede olsa düşüş yaşatmıştı. Derin nefes aldım ve kalabalığın olduğu yere ilk adımımı attım. Gülten teyzenin sabah verdiği nasihatler geldi aklıma. İlk önce Halis beyin, ardından eşinin ve ardından da büyük erkeklerin, kadınların elini öpecektim. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki adeta sesini duyabiliyordum. Her adımımda gözler benim üzerimde kilitleniyordu. Barış'ı henüz görememiştim. Ve demeden geçemeyeceğim, bahçe muazzam güzel olmuş, ışıl ışıl parlıyordu. Halis beyin yanına gidip elini öptüm ardından sırayla gezdim hepsini. Yaklaşık 20-30 kişi civarında gelmişlerdi. İyiki bahçe büyüktü yoksa bu kadar insanı nasıl içine alacaktı? Son kişinin de elini öpünce bizim için ayrılan yere döndüm. İşte tam o an gördüm Barış'ı. Elinde çiçekle ayaktaydı ve sanırım beni bekliyordu. Bakışları boştu, hiçbir duygu barındırmıyordu. Hiç mi güzel gözükmedimde böyleydi bana karşı? Tamam, bende aşık değildim, ayıla bayıla evlenmiyordum ama her kadın gibi ufak da olsa iltifat işitmek isterdim. Yanına gidince elindeki çiçeği bana uzattı ve yerine geri oturdu. En sevdiğim güller... Kokuları burnuma vururken çalışanlardan birisine uzattım ve bende yerine geçtim. Şimdilik büyükler kendi aralarında konuşuyor, hâl hatır soruyorlardı. Biz ise Barış'la iki yabancıydık. O kendi halinde, ben de kendi halimdeydim şu an. Kahveler yavaştan gelirken bizimkiside önümüze bırakılmıştı. Bir yudum aldım maksat adet yerini bulsun diye. Şöyle uzun uzadıya göz gezdirdim gelen insanlara. Hepside farklı kişilik taşıyordu. Kimisi güzel gözlerle, kimisi de haset taşıyan bakışlarla süzüyordu beni. "Ee!" diyen Halis bey dizlerine hafiften vurdu ve sesinin tonunu yükseltti. Sebebi ziyarete geliyordu. Ama durun! Bu bahçede birisi eksikti. Cihan! O neredeydi ki? Bu kadar mı yoktum gözünde? "Sebebi ziyaretimiz bellidir Rasim. Gençler birbirini tanımış, beğenmiş, sevmiş..." Tanımışım, beğenmişim, sevmişim öyle mi? Tek gerçek beğenmiş olmamdı. Onun haricinde kendilerini ne tanıyordum ne de sevmiştim... "Bize de bu iki güzel evladımızı evlendirmek düşer. Buraya da ilk adımı atmaya geldik. Seni babası, Asiye'yi de kızın bilirim Rasim. Allah'ın emri, Peygamber'in kavliyle kızın Asiye'yi oğlum Barış'a istiyorum." Nefesimi geri vermemek üzere tutmuştum. Sanki dünya durmuştu bir kaç dakikalığına. Verdiğim karardan dönecek durumda değildim ama içimdeki huzursuzluk zirve yapmıştı. Barış'ın sevdiği kadın geri dönerse ve ben öylece ortada kalırsam... Tamam, zaman dolunca boşanma olacaktı ama anlaşarak ayrılmak farklı, ansızın sap gibi ortada kalmak farklıydı. Nefesler tutuldu, herkes gelecek cevabı merakla beklemeye başladı. Rasim amca gözümün içine baktı. O da vermek istemiyordu biliyorum ama mecburdu... Sanki yerinde kıvranıyordu. Bu ana kadar herkesten çok çabalamış insan olarak yüzünde beliren üzgün ifade duygularımı paramparça etmişti. Hani benden en ufak bir negatif enerji alacak olsa direk hayır diyecekmiş gibi duruyordu. Kendimi topladım, dudaklarımda ufak tebessüm bıraktım. Bu evet diyebilirsin anlamını taşıyordu. Tebessümümü gören Rasim amca "Asiye benim kızımdan farksızdır. Kızımı, kızın bil Halis." dedi. Bıraksalar şuracıkta oturur ağlardım. "Asiye kızımında onayıyla verdim gitti." Bahçeyi kasıp kavuran alkış sesleriyle heyecanım ikiye katlandı. Büyükler ayaklandı, nişan tepsisi önümüze getirildi. Barış'la yan yana duruyorduk artık. Aramızdaki boy mesafesi topuklularla beraber yaklaşık 15-20 cm civarıydı. Rasim amca yüzükleri aldı. İlk önce benimkini ardından Barış'ınkini taktı. Ellerim titriyordu ve engel olamıyordum. Yıllarca hayalini kurduğum anı yaşıyordum ama kişiler farklıydı. Yanımda Cihan yoktu ya da onun neşeli hali... Tam tersine soğuk, yüzüme dahi bakmayan sert kişilikli bir adam vardı. "Haydi bismillah!" diyen Rasim amca kurdeleyi tek seferde kesmişti. Gülten teyzenin verdiği işaretle yine el öpmem gerektiğini hatırladım. Rasim amcanın, Halis beyin ve Gülten teyzeyle Barış'ın annesinin elini tekrardan öptüm. Aynı şekilde Barış'ta... Barış'la yeniden yan yana gelince boynumuza takı kurdelesi takıldı. İlk önce Halis beyle eşi geldi. Koca koca kutuların yanımıza doğru geldiğini görünce garipsedim. O büyük altınları takmayacaklardı dimi? Zılgıtlar eşliğinde Barış'ın annesi kutunun içindeki Urfa akıtmasını havaya kaldırdı. Yüzündeki büyük gururla yanıma gelince saygıdan ötürü kafamı aşağı eğdim. Alkışlarla akıtmayı boynuma taktı. Kafamı geri kaldırınca boynumda hissettiğim ağırlık dengemi bozdu. Neyseki kolay toparladım. Ardından gelen Urfa akıtması bilezikle son noktada açılan gözlerime hâkim olamadım. Altın gelin olarak tarihe geçecektim herhalde. Nişanda böyleyse, düğünde kim bilir nasıl olurdu? Kadının gururlu yüz ifadesi hâlâ devam ediyordu. Anladığım kadarıyla altının çokluğu onların gücünü simgeliyordu. Bilezikler, kolye, yüzükler, tam altınlar, yarım altınlar... Yürüyen küçük kuyumcuya dönmüştüm. İyiki az kişilerdi. Ya daha fazlası olsaydı? İzin alarak yerime geri oturdum. Bilmiyordum. Acaba altınları taşıyamıyorum diye çıkarsaydım ayıp olur muydu? Neyse... Bir kaç saat daha idare edeyim en iyisi... "Taşıyamıyorsan kolyeyi şimdilik kenara koyalım." Tam yanımdan gelen sesle irkildim. Varlığını yeni kabul ettiren Barış, irkildiğimi görünce hafiften koluma dokundu. "Sakin ol! Soru sordum sadece." dedi. Sesi normaldi ama ortam kalabalık olduğu için kimse duyamazdı. "Korkmadım, sadece şey... Altınlar çok ağır." diye şikayette bulundum. "Birazdan biter ama istiyorsan kolyeyi çıkartayım." "Ayıp olur." dedim gözlerine bakarak. "Orası doğru ama istersen çıkarabilirim." "Teşekkür ederim." dedim hafif gülüşle ve o da ilk kez, ilk kez çok silik bir tebessümünü gösterdi bana fakat hemen toparladı kendini ve önüne döndü. "Fotoğraf çekilmeyecek miyiz?" dedi kadınlardan birisi. Bu fotoğraf işini hiç istemiyordum. Zorla ayağa kaldırıldık ve insanlar teker teker çekilmeye başladı. Barış ise tam aksine sanki saatlerdir bu anı bekliyormuşçasına gerine gerine çekildi tüm fotoğrafları. Tabii ya! Onun amacı sevdiği kadına belge gitmesiydi. Yani yanımda mutlu olduğundan ötürü değildi davranışları. "Çok yakıştınız. En kısa zamanda düğününüzü de görmek nasip olsun inşallah!" dedi Halis bey. Ardından herkes bir ağızdan "İnşallah!" dedi. Fotoğraf çekilme seansıda bitince yavaştan yerimize geri oturduk. Büyükler kendi aralarında düğün tarihi netleştirmeye çalışıyordu. Biz ise sessizce oturuyorduk yerimizde. Kafamı kaldırıp ileriye bakacakken Cihan'ın uzaktan beni izlediğini gördüm. Burda ne işi vardı? Yani evi burasıydı ama bulunduğu konum bizden uzak, gönülden ıraktı. Kitlenmiş vaziyette yalnızca bana bakıyordu. Neden bilmiyorum ama varlığı huzurumu bozmuştu. Sanki her an olay çıkarabilecek gibi duruyordu. Bir kaç dakika boyunca bakıştık. Kolunu yukarı kaldırıp yüzünü silince ağladığını düşündüm. İyide neden, niye? Hani sevdiği vardı? Şu ayrılıklarının, uzun vadeli gidişlerinin sebebi kadın vardı hayatında. Ne oldu Cihan? Maksadın ne senin? "Nereye bakıyorsun sen öyle iki saattir?" Buz gibi sesin sahibiyle ben de buz kestim. Korkuyla Barış'a dönüp "Kolye... Şey... Kolye çok ağır..." diyebildim sadece. Gözlerini kısmış, güncel duygu durumumu anlamaya çalışıyor gibiydi. "Baktığın yere dikkat et! Beni sakın sinirlendirme!" Has...! Cihan'a baktığımı görmüş müydü? Sandalyemden hafif doğrulup yana çekmek için hamlede bulunacaktım ama Barış kesinlikle müsaade etmedi. Eliyle oturduğum sandalyenin kenarından tuttu. "Yerine otur Asiye!" dedi. Sinirliydi ve bu hâli beni çok germişti. Usulca geri oturarak Cihan'ın olduğu yere kaçamak bakış attım. Neyseki gitmişti. "Biz seninle az konuşalım mı?" Bu ses tınısıyla akşamı bana zehir etmeye ant içmişti. "Konuşalım." dedim saniyelik gözlerine bakarak. "Burda olmaz! Az gel benimle!" Elimden tutarak yerimden kaldırdı ve kimsenin sesinin duyulmayacağı ön bahçeye geçtik. Neyseki Cihan burada da değildi. Elimi bırakıp tam karşıma geçti. İşaret parmağını bana doğrultarak "Tek soru, tek cevap!" dedi. "Kalbinde birisi var mı?" Yutkundum. Vardı desem sorun, yoktu desem daha büyük sorundu. Şimdi Asiye ne desin? "Kime diyorum? Beklemeyi hiç sevmem!" Sıkılan çenesi cevap verişimi zorlaştırıyordu. Yalan söylersem ve daha sonra sonrasında öğrenirse sonuçları büyük olurdu. Bana ilk günden açık gelene bende açık gidecektim. "Var." dedim sakince. Yerdeki başımı yukarı kaldırıp yüzüne baktığımda gözlerinin kapalı, çenesinin birbirine kenetli olduğunu gördüm. Fazla sürmedi. Geri açtı. "Doğruyu söylemen beni mutlu etti ama!" dedi kolumdan kavrayarak. "Sadakat gösterme konusunda hâlâ aynı düşüncedeyim Asiye! Çocuk kimdi? Yüzünü görmedim, adını söyle!" Yüzümü buruşturarak ellerinde tutsak olan kolumu geri çektim. İleriye gitmesine ne lüzum vardı? Hem ben ona sordum mu, kız kim diye. Tamam, amcasının kızıydı fakat görselde nasıl olduğunu bilmiyordum. Belki de arka bahçedekilerin içinde o da vardı. "Kim olduğunun önemi var mı? Tek soru, tek cevap dedin, bende tek cevap hakkımı verdim." "Aranızda devam eden ilişki var mıydı?" "Hayır!" dedim kaşlarımı çatarak. "Böyle bir şey olsa neden seninle nişan takayım? Zaten... Onun başka sevdiği varmış." Boğazımda yumru olan cümle omuzlarımdaki yükleri tekrar yerine oturttu. "Yanında ya da yamacında görürsem..." dedi ve sustu. Akabinde elimi eline alarak yüzük parmağımı gösterdi bana. "Bunun ne demek olduğunu biliyorsun dimi Asiye?" dedi. "Söz verdik ve tutacağız. Şimdi anlaştıysak törene geri dönelim. Zaten az sonra kalkarız. Dediklerimi kulağına küpe yap!" Tehdit savuran cümlelerine eşlik eden yakıcı bakışlarıyla dilim tutulmuş gibiydi sanki. İşte tam o an telefonu çaldı. Gözlerini benden ayırmadan iç cebinden çıkardı. Anlık baktığım ekranda gördüğüm "Leyla" ismiyle neye uğradığımı şaşırdım. Aşık olduğu amca kızıydı. O da ismi görünce beni unutup arkasını döndü. "O telefonu açarsan küpeyi senin kulağına takar, cümle aleme ibret olarak törende gezdiririm!" dedim.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE