18. BARIŞ'IN HUZURSUZLUĞU...

1849 Kelimeler
BARIŞ'IN AĞZINDAN... Burnumun dikine gittiğimde vardığım ilk yer; düşmanın ini olmuştu. Eğer adamlarım zamanında yetişmeseydi oradan yalnızca ölüm çıkardı. Eve nasıl geldim, Asiye'nin odasına nasıl çıktım hatırlamıyorum. Hatırımda kalan tek şey; kokusunun sindiği yastıktı. Sanki aramızda santimler vardı da parmak uçlarım dokunmaya cesaret edemiyordu. O muazzam kokuyu içime her çekişte gücüm yerine geliyordu. Onca dayağı yememişim, öldüresiye dövülmemişim gibi kendimi dipsiz kuyunun içinden uzatılan iple çıkan çaresiz kimseler olarak hissediyordum. Şimdi ise santimlerin bıraktığı yerlerde uçsuz bucaksız uçurumlar yer alıyordu. Ona her yaklaştığımda aşkıma, Leyla'ya duyduğum sevgiye ihanet ettiğimi hissediyordum. Düşüncemin yanlış oluşu kalbimde acı bir tat bırakıyordu. Asiye benim karımdı ve elimden geldiğince onu nikahımda tutmaya çalışacaktım. Sorun yalnızca benim aşkımla sınırlı değildi. Asiye'nin de gönlü vardı bir başka gönülde. Kim olduğunu söylemiyor, bu konuda ağzını bıçak açmıyordu. Kudurmak bir yana dursun, hırsımdan geberiyordum. Karımın kalbini ele geçiren o şerefsizin ismini öğrenmeden bana gün yüzü görmek haramdı. Sessizlik içinde evimize geri döndüğümüzde saat 9'a varmak üzereydi. Annem muhtemelen ayakta, kulağıda bizim kapıdaydı. İçeri girmeye cesaret gösteremese de tüm duyularını varıyla, yoğuyla çalıştırıyor olması lazımdı. Kapı önüne geldiğimizde koruma, sürgüsünü açtı. "Şimdilik bizimkiler ufak bi sokak kavgası olarak bilecek." dedim yanımdaki suskun karıma. Ses gelmedi, cevap vermedi. "Duydun mu beni?" dedim. "Duydum." dedi. Demek dili varmış karımın. Konuşmayı tercih etmediği zamanlarda deliriyordum. Tamam, ben de geveze insanları sevmezdim ama Asiye abartıyordu. Aracı içeri sokup yerine park edince beni beklemeden aşağı indi ve vakit kaybı yaşamadan odasına yöneldi. Ölümden döndüm, ağzım burnum kırıldı, karımın hareketlere bak! İlgi, alaka son derece mükemmeldi! Araçtan inip kapıyı sertçe üstüne vurdum. Nikahıma kadın mı aldım yoksa ruhsuz bir varlık mı belli değil! Bahçe şimdilik boştu. Fırsatları değerlendirmek gerekirdi. Koştur koştur kendi katıma çıktığımda Asiye'yi merdiven başında buldum. "Ne ol-..." diyeceğim esnada küçük elini ağzımın üzerine koydu. "Şşhh!" dedi. Kalbim dokunuşundan aldığı elektrikle hızla çarpıyordu bulunduğu konumda. Kendine gel! Altı üstü sıradan bir kız! "Annen..." dedi fısıltı şeklinde. Parmakları ağzımdayken ve teni tenime temas ediyorken ağzından çıkan cümlelere kendimi veremiyordum. "Baksana annene!" dedi. Oysa ben zaten bakıyordum ama doğrudan sana. Simsiyah saçlarını süsleyen perçemleri yüzüne ayrı güzellik katmıştı. Hafif kavisli burnunun altında yer alan küçük ağzı saçının sert rengini kırıyordu. Beyaz tene siyah saç, çakır göz, küçük yüz hatları... Gerçekten daha önce hiç bu kadar güzelini görmemiştim. "Barış... Kime diyorum!" Elinin bulunduğu yeri yeni kavrayan Asiye utanarak geri çektiğinde beynim açık kapıdan içeri geri girdi. "Ha! Ne oldu?" dedim. "Şey..." dedi fakat yüzü kıpkırmızı olmuştu. Utanmak bile ayrı yakışıyordu. "Annen..." Güzel gözlerinin döndüğü yere bakmamla annemi Asiye'nin kapısını dinlerken yakaladım. Ben şaşırmadım, tuhafıma hiç gitmedi çünkü anamı tanıyordum. "Ana!" dedim. "Ayy!" dedi elini kalbine götürerek. Sesin içeriden gelmesini beklerken ardından geldiğini duyunca ödü koptu kadının tabi... "Oğlum! Öldürecek misin sen beni?" Bedenini kapının dibinden çekip bakışlarını bize çevirdiğinde "ABOV!" diye çığlık attı. Ha yüzüm evet! Kesin yüzümü görmüştü. "NE OLMUŞ SANA BARIŞ! KİM YAPTI OĞLUM!" Hiçbir dayak darbesi annemin güçlü sesi kadar bedenime işlememişti. Bu çığlıkları duyacağımı bileydim eve gelmeden memlekete kaçardım. "YETİŞ HALİS YETİŞ!" "Dur ana!" dedim yanına koşarak. Koluna girdim, hızlıca Asiye'nin odasına soktum, yatağın üstüne oturttum. "YAVRUM! ANAN KURBAN BARIŞ!" "Yav kadın bi dur!" "NE DURMASI OĞLUM! O ŞEREFSİZ ALÇAK SONUNDA SENİ DÖVDÜ DE HA!" Anam ellerini dizlerine vurmaya başlayınca aklıma ilk gelen yalanı dile döktüm. "Ne alçağı ana? Gece karımla dışarı çıkayım dedim, sarkıntılık yapan oldu. Gavat mıyım ben ki diyilenlere karşılıksız kalayım? Onlar bana ben onlara, biraz hırpalandık işte!" Hatun hanım durdu. Asiye ile benim aramda gidip gelen gözleri samimiyetimizi tartıyordu. İşin içine gelini girince yediğim dayaklar tümüyle sineye çekilmişti. Oh valla! Artık kimi doğurduğu hakkında şüpheye düşüyordum. "Yalan söylüyorsun!" dedi sürmeli gözlerini kısarak. "Asiye dün gece yatmadan önce yanıma gelip seni sordu." Demek beni sordun küçük hanım. Merak etmesi hoşuma gitmedi desem yalan olurdu. Çaktırmadan bakmaya çalıştığım karımla göz göze gelince bakışlarımı utanarak geri çektim. "Biliyorum." dedim salağa bağlayan beynimi yerine oturtarak. "Gece geldim, Asiye ağlıyordu. Hava alsın diye çıkarttım, gezdik öyle. Sonrasını biliyorsun işte." Hatun hanımı kandırmak dünya üzerinde yapılması en zor olayların başında gelirdi. "Evet Hatun hanım." dedi başı yerde olan Asiye. "Barış beni öyle görünce dışarı çıkarttı. Sonra..." diyen sesi kısık moduna geçerek topyekûn kesildi. Bembeyaz tenine allık sürmüş gibi kızardı yanakları. Benden niye bu kadar çekiniyor, utanıyordu anlamıyorum. "Kimin yaptığını buldun mu?" dedi anam. "Adamlar hallediyor." dedim. Zıttını söylediğim an gider kendisi bulurdu biliyorum. "Bulmuşsun yani!" Hâlâ inanmamıştı. Şüpheli tavırları birbirini kovalayarak beni sıkıştırmaya çalışıyordu. "Buldum ana buldum! Sorgun bittiyse karımla dinlenmek istiyorum!" dedim. "Yüzünü gösterdin değil doktora?" "Gösterdim ana!" dedim bıkkınlık taşıyan sesimle. "Ben şimdi gider, merhemler yaparım sana. Pek kötü yapmışlar yüzünü oğlum. Siz güzelce dinlenin ama beraber dinlenin tamam?" Oturduğu yerden kalkıp Asiye'yi benim yanıma çekti. Doğrusu kızı sağdan alıp sola savurdu demek daha mantıklı olurdu. Omzu dirseğimin üst kısmına vurduğunda acıyla "Aa!" dedi. "Hatun hanım, ne yapıyorsunuz?" Yanından ayrılmak, temas ettiği yerden çekilmek istemiyordum. Hiç kıpırdamadan "He ana, ne yapıyorsun sen?" diyerek tasdikledim Asiye'yi. Oysa içim tam aksini iddia ediyordu. "Karı koca değil misiniz siz?" Öyleydik evet. Henüz tam değildik ama karı kocaydık. "Kadın hiç kocasının yanından ayrılır mı? Şimdi siz güzelce dinlenin tamam mı? Kahvaltıya kimse rahatsız etmez sizi. Dinlenin, dinlenin..." Benim sol omuzumdan, Asiye'nin de sağ omuzundan tutarak bizi birbirimize iyice yaslandırdı. Çocuk gibi gözüktüğümüze şüphem yoktu. "Heh! Sakın çıkmayın, dinlenin!" Senin ne yapmaya çalıştığını anlıyorum Hatun hanım! Aklınca benim kalbime Asiye sevgisini sokarak Leyla'yı çıkartmaya çalışıyorsun. Kapıdan dışarı çıkıp aşağı inene kadar tembihleri son bulmadı. Ne zaman ki merdivenleri geçti, işte o zaman ikimizde rahat nefes aldık. Asiye yatağın üstüne oturarak sağ elini alnının üzerine koydu. "Off!" dedi. "Hatun hanım bizi çok sıkıştırıyor." Benimle yan yana geldiğinde kendini sıkışmış mı hissediyordu? Zorla dayattığım, güç kullandığım hiçbir durum yokken... Cevap vermedim. Yatağın diğer ucuna atlayarak geceden bu yana birikmiş olan yorgunluğumu dindirmem lazımdı. "Burada mı yatacaksın?" dedi Asiye. Kolumla yüzümü kapattım. Gayet sakin bir sesle "Evet." dedim. İstesem kendi odama da geçerdim ama burada uyumak istiyordum ve uyuyacaktımda. "Annen gitti. İstiyorsan-..." "Gitti ama kontrole gelir. Zaten balon olan kafamı anamın dırdırlarıyla iyice şişiremem." Aslında anamı pek taktığım söylenemezdi. Kendimi huzurlu hissettiğim tek yer ilginç şekilde burasıydı. "Ben de yorgunum." dedi. Duvar kenarına kaydım. "Gel!" dedim. Cevap gelmeyince kolumu yüzümden çekip ayakta bekleyen Asiye'ye baktım. "Kocaman yatak Asiye!" dedim şaşkınlığının nedeninin cümlemden dolayı olduğunu anlayınca. "Yok... Ben koltukta uzanırım." diyebildi. "Yemem seni korkma! Araya yastık falan koyarız hadi gel, belin tutulur orda." "Yok." diyince sinirlerim gerildi. Karım benden korkuyordu! "Asiye! Kocanım senin farkındasın dimi! Altı üstü yanımda uzanacaksın! Sana gelip benimle..." İri gözlerini iyice açınca sustum. Çakırları yeter dedi bana. 'Sus artık yeter!' diye haykırdı. Onun diyemediklerini tümüyle gözleri söylüyordu. Belki dilini tutabiliyordu ama gözlerini ve mimiklerini asla! "Gel... Valla dokunmam sana." dedim. Küçük koltuğun üzerindeki yastığı aldı. İki kolunun arasında sıkılmaktan 'İmdat!' çığlıkları atıyordu. "Gel!" dedim yeniden. İyice kenara kaydım, bedenimi duvara yasladım. Biraz daha zorlarsa delik açıp benim odama geçiş yapacaktım. Adımları yanıma yönelince kalbimde anlam veremediğim kıpırdanmalar yaşandı. Huzursuz oluyordum bu durumdan. Yatağın başına gelince elindeki yastığı usulca bıraktı ve bana baktı. "Şurası sınır!" dedi küçük elleriyle yatağın ortasına koyduğu pikeyi göstererek. "Burayı geçmeye kalkma!" "Geçmem korkma! Hadi yat, çok yorgunum!" Gözlerimi kapatınca yatakta hareketlenme oldu. Bakamıyordum. Baksam yanlış anlayabilirdi. "Sakın geçme bak!" "Uyu Asiye!" dedim kalbimin bozulan ritmine inat. Kendine gel! Karın diye mi böyle atıyorsun? O da herkes gibi değil mi Barış! Hayır! O senin karın, helalin! Sus! Anlaşma üzerine evlilik bu, sus! "Ağrın var mı?" cümlesi yeniden açtı gözlerimi. Asiye yan tarafımda uzanmış, elini yanağının altına koymuş ve bana dönüktü. Sus! Atma, sus! "Yok!" dedim tersleyerek. Elini uzatıp yüzüme dokununca yıkıldı tüm duvarlarım. İçimden bir ses onu isterken, diğer yanım engel çıkıyordu bana. "Yüzün çok kötü olmuş Barış. Kim yaptı bunu sana? Annene bile söylemediysen, o adamlar mı yaptı?" Sıcak teninin temas ettiği yüzümde alevlenme oluyordu. Kalkıp gitsem kalbim, kalmak istesem vicdanım susmuyordu. Bu kızın iki günde aklımı kurcalaması normal miydi? Belki de sadece karım olduğu içindi hissettiğim yakınlık... "Kimi sevdiğini söyle, kimin yaptığını söyleyeyim." dedim. Öğrenecektim. O ismi elbet bir gün öğrenecektim... Elini geri çekti ve kaşlarını çattı. "Seni düşünende kabahat!" diyip arkasını döndüğünde hafiften gülümsedim. Bir kadının sinirlenmesi bile mi sakin olur? "Ya sen söyleyeceksin ya da ben öğreneceğim. Kaçışın yok Karadenizli!" Onun kaçışı yoktu ama ben de kaçamıyordum onun sınırlarından. Ne zaman uzaklaşmaya çalışsam yakamdan tutan bir el Asiye'nin yanına koyuyordu beni. Sustu, sustum. Uykunun kollarına teslim olan beynimle güzel bir dinlenişe geçtim. *** Akşam saatleriydi. Hava kararmış, ay kendini belli eden ışığını açık kalan perdenin aralığından içeri süzdürüyordu. Yüzümde hâlâ acısını hissettiğim dayak izlerini taşıyordum. Bu saate kadar nasıl uyudum bilmiyorum. Sadece bu odanın bana iyi geldiğini biliyordum. Zorla açtığım gözlerimle karanlıkta varlığını güç idrak ettiğim yan tarafıma baktım. Asiye'de hâlâ uyuyordu. O da yorulmuştu benimle birlikteyken. Belki sabahı sabah eden bendim ama sıklıkla uyandığını, yanıma gelip nefesimi kontrol ettiğini biliyordum. Yüreği zayıf, kalbi çok hassastı. Kısacası narin kızdı Asiye. "Of!" dedim kolumdaki ağrıyla. Hanımefendi rahat etsin diye duvarla bütünleşmiştim. Bendeki de yüzsüzlük! Hem kızın odasını işgal et, hem de şikayette bulun! Hissettiğim kıpırtıyla gözlerimi geri kapattım. Onu izlediğimi düşünmesini istemiyordum. Bana döndü. Hâlâ uyuyordu. Karanlıkta bile belli olan güzelliğiyle donup kaldım. İki ay ışığı süzüyordu odanın içine. Biri gökte, diğeri ise yanımdaydı. Baş ucuma koyduğum telefonun flaşını yakarak tavana tuttum. Görmek istiyordum. Asiye'nin yüzünü net olarak görmek istiyordum. Eli çenesinin altında yerini almış, küçük dudakları baskıyla birlikte büzülmüştü. Alnında biriken bir kaç damla ter ise güzelliğinin nazar boncuğuydu. "Altınları boynuma tasma niyetine taktılar." dedi mırıldanarak. O az önce ne dedi? Nişanda taktığımız altınlar için tasma benzetmesi mi yaptı? Aradaki örtüyü sinirle aşağı attım ve hızlıca yanına geçtim. Uykusunda konuşuyordu, bunu değerlendirmem lazımdı. Yaklaştım, kulağına usulca "Barış'ı seviyor musun?" dedim. Kalbi başkasındaydı biliyorum ama merak da ediyordum. Konuşmadı. Sorumu tekrar ettim. "Barış'ı seviyor musun Asiye?" Kaşlarını çattı. "Korkuyorum ondan." dedi. Benden mi korkuyordu? İyide korkacağı hiçbir davranış sergilemedim ona karşı. "Neden korkuyorsun?" diye sordum bu seferde. "Korkuyorum." dedi yerinde kımıldayarak. "Tamam da neden!" "Of! Bırak beni Gülten teyze. Dediğini yapıyorum, uyum sağlamaya çalışıyorum zaten." "Barış'tan neden korkuyorsun?" Yok! Soruma cevap gelmiyordu. Neden korktuğunu bilseydim engel koyardım o tavrıma ama söylemiyordu. Aramızda fazla oluşan yakınlığı fark ettiğimde Asiye'nin çakırları bana bakıyordu. Has... Kadını konuşturacağım derken dibinde yakalandım. Sen uyumuyor muydun? "Aa!" Çığlığıyla yerime geri yerleştim ve kafamı hemen yastığıma koyup uyuyor numarası yaptım. Umarım hayal gördüğünü düşünür ve bu numaramı yerdi. "Ayh! Ayh o neydi?" Dili damağı kurumuş, ağzı çamura dönmüştü. Sürekli yutkunuyordu. Araladığım gözlerimin arasından hareketlerini izliyordum. Elini alnına yaslamış öylece oturuyordu yatakta. Sanırım hayal gördüğüne inanmıştı. "Of!" dedi saçlarını geriye iterek. "Nasıl bir kabustu öyle?" Hayal kalmak daha iyi bir seçenekti. Kız beni kâbus diye adlandırıyordu. "Gerçek gibiydi..." Bana döndü, yüzüme baktı. Aradaki mesafeyi azaltınca o huzursuzluk yeniden çöreklendi içime. "Yüzü çok fena olmuş ya... Acaba Hatun hanımın merhemlerine mi baksam? Belki yapmıştır. Yanımdayken yüzüne sürerdim. Ama yok!" dedi uzaklaşarak. "Sürdürmezki bana. Belkide dokunsam bağırır, kızar. En iyisi annesi sürsün." İnce ve zarif parmaklarının yüzüme tekrardan temas etmesi için nelerimi vermezdim... Sanki dokunduğu yer iyileşiyor, acısı hafifliyordu. "Ayrıca bu flaş niye açık ki?" Telefonumu alıp ışığını söndürünce görüş açım sıfıra düştü. Güzelliğinin aydınlattığı odayı karanlık görünce içim daraldı. Sessiz modda titreşen telefon gözlerimi yeniden açtı. Asiye göremezdi çünkü etraf fazlasıyla zifiriydi. Sessizde çalan telefon bana değil, Asiye'ye aitti. Bu saatte kim arıyordu ki? "Bu beni niye arıyor şimdi?" dedi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE