Yemek uygulamasından birer dürüm söyleyen ikili yere kurulmuş karşılarında bilgisayar ellerinde boncuklar hazır ve nazır bekliyorlardı. Kurye geldiğinde ödemeyi yapan Ceylan içeceklerle birlikte oturdu.
Film izleyip bir yandan da dürümlerini yiyen ikili sessizdi. Cansu kocasını düşünüyordu. Özlemişti. Köyde olmasına rağmen başka bir yerde iş alıp çalıştığı için fazla görememişti. Ceylan ise çok başka yerlerdeydi. İzledikleri film romantik ve tutkuluydu. Ana erkek karakter iç çektirir türdendi. Hele kadına karşı tepkileri etkilenişi ve bunu belli edişi cinsel istekleri yüksek birini keyfe getirebilirdi. Sevişme sahnesi geldiğinde kadının tepkileri adamın kadına bir ilah gibi muamele göstermesi Ceylan da merak uyandırdı. Çünkü kadının sırtında daha önce kaza geçirdiği için yaralar vardı ve adam asla bundan tiksinmiyor kadınına zevk vermek için tüm hünerlerini sergiliyordu. İçinden konuştuğunu düşünse de dışından dökülüvermişti cümleler.
"Acaba gerçekten de böyle zevk alıp duran ne bilim kocasının zevk verdiği kadınlar gerçekte de var mı?"
Cansu ona uzaylı görmüş gibi baktı. Sanki bakire bir kızın merakı vardı kahverengi gözlerinde ve yalan yok bu sağlam şaşırmasına neden olmuştu. Gülümsemeye çalışıp bir an kocasını düşünerek cevapladı.
"Var kız olmaz mı? Hele bir de adamına düştün mü var ya of diyorum of. O yatakta yanar yanar sönersin. Sende bilirsin sonuçta."
Ceylan öyle bir baktı ki arkadaşı kaşlarını önce kaldırdı sonra çattı. İçeceğinden bir yudum alıp ağzındaki kalan lokma kalıntılarını temizlerken ciddiydi.
"Ceylan. Senin de bilmen lazım."
Bakışlarını kaçıran kadın ise bir sigara yaktı. Sesi çıkmadı. Ne diyecekti ki. Cansu ise onu bırakma derdinde değildi. Koluna dokunup kendine bakmasını sağladı.
"Sen baksana bana. Kızım kaç yıl kötü de olsa bir erkekle evli kaldın ve çocuk doğurdun. İlla keyif aldığın olmuştur."
Bunu söylerken sesindeki o tereddütlü tını diline diken batırmıştı. Hala kardeşim dediği kadın hakkında bilmediği şeyler olması yaşadığı acılara karşın bir gram da olsa teselli veremiyor oluşu canını sıkıyordu.
Sigarasından daha derin bir soluk alan Ceylan ise başını eğdi. Dili her bir cümlesinde kanadı. Ruhundaki yaranın üzerine bir kaşık tuz basıldı. Ciğerine işleri acı da bir an olsun “Ah” demedi. O sustukça Cansu daha da deliriyor, telaşa kapılıyor ve korkuyordu.
"Şaka değil mi?"
Başını sağa sola sallayan kadın buruk bir gülüş sergiledi. Hani derler ya kimi gülüşlerde kaç mezar saklıdır, kaç ölü o gülüşlerin gölgesinde morgun soğuk dolaplarında yol olup gitmiştir diye. İşte öyle bir gülüştü.
"Ben kendimi o adama eş göremedim ki hiç. Ben onun için evi çekip çeviren, yatağında isteklerini karşılayan, çocuğunu büyüten biri oldum. Resmen para karşılığı iş yapan kadınlar gibi yatakta kullanırdı beni. Onca zaman üstümde oldu yüzde doksan dokuzunda benim canım hep yandı. Ruhsal acı değil he bildiğin canımı acıta acıta yaptı ne yapacaksa. Öyle sevişme keyif alma olmadı hiç. İlk gecem de bile yaşadığım acıyı anlatamam da unutamam da."
Kahvelerinden bir damla yaş süzüldüğünde hemen sildi. Cansu dişlerini sıkarken homurdandı.
"Şerefsiz piç. Kendi sikinin derdinden seni görmemiş ki hiç."
Haklıydı. Selim öyleydi. Kendi işi görülene kadar yatağında kadın olduğunu bilir boşaldığı an kendini yana attı mı bazı anlarda siktir git bile derdi.
"İşi bitene kadar ben iyiydim işi bitip üstümden kalktı mı git yıkan leş gibi oldun vs derdi. Sanki az önce kendi pisliğine bana akıtan o değilmiş gibi. İnanır mısın bilmem ama daha doğru dürüst öpüşme nasıl olur onu bile hiç bilemedim. Bende öyle bir hal bıraktı ki kendi bedenimden utanır oldum."
Cansu sinirle bağırdı.
"Bana bak kız delirme şurada yolarım seni. Fıstık gibi karısın. Daha yaşında genç. İllaki biri olur. Kapama kendini bu kadar. Bedeninden de utanma. O piç kıymetini bilemediyse bu onun sorunu."
Ceylan yine burukça gülümsedi. Ardından kalkıp üzerindeki uzun kollu badiyi tek hamlede çıkardı. Atletini de çıkarıp arkadaşına sırtını döndüğünde gözünden akan yaş yere damlamıştı. Aklına yine işittikleri gelmişti. O bir kez birine şans vermiş onda da ağzının payını sağlam almıştı.
Sesi bir tık hiddet ve acı yüklüydü.
"Bunlarla mı fıstık gibiyim. Ya da bunlar. Ya burası."
Sırtındaki izleri gösterdi. Çocukluğunda yaşadığı şiddetin kalıcı izlerini, Önüne dönüp karnındaki hafif sarkmayı sezaryen yerini, stresten kurdeşan döktüğünde kalan küçük yaraların pembe izlerini açık etti ona kaşlarını kavislendirmiş bakan kadına.
"Bunlar hiçbir erkeğe cazip gelmez. Selim bile benim için üzülmez acırdı. Sırtımdaki yaraları görmemek için bazen sadece alt iç çamaşırımı çıkarır işini görür yataktan resmen yollardı. Bir keresinde kafası güzel. Geçti karşıma oturdu. Midemi bulandırıyorsun dedi bana. Acıyorum sana, yaşadıklarına. Kimsenin seni sevmemesine. Ucube gibi bir şey olmuşsun kim ne yapsın seni dedi. Hele de şu zaman da erkeklerin sadece tipe güzel vücuda sağlıklı bir bedene önem verdiğini değer verip istediğini göz önüne alırsak benim aşkı bulup yaşama şansım sıfırın da altında. Bakma öyle bilmiş bilmiş konuştuğuma. Ne adam akıllı sevişmeyi bilirim ne de sevilmeyi. Ne sevene nasıl karşılık verilir ne yapılır bilirim ne biri bana sevgiyle yaklaştığında sevmeyi. Ot geldim Ot gidiyorum. Ondan diyorum ya tüm erkekler bacımdır diye. Kimse sevmez beni istemez. Bu bedene midesi bulanmadan dokunabilecek tek erkek de abaza sikinin derdinde olan erkektir. Öylesiyle de benim işim olmaz."
Oturup eli titrerken bir sigara daha yaktı. Ağlıyordu. Cansu'nun da boğazı düğüm düğümdü. Eli yumruk olmuş işittiklerini hazmetmeye çalışıyordu.
"Bak, buzdolabının gözünde dil altı hapım var. Tansiyon hastasıyım. Köşede hava makinem var. Kronik astım için. Migren desen o zaten baş köşede duruyor. Sence hangi erkek sağlığı bu denli sorunlu sıkıntılı bir kadını sever. Boşa demiyorlar ailenin sevip saymadığı kimseyi bir başkası da sevip saymaz."
Ceylan, gerçek anlamda yaralıydı. Yarası öyle derindi ki kanı bir türlü durmuyordu. Çenesi titrerken anlatmaya devam etti.
“Sana demedim. Bir yıl kadar önce kursa başlamıştım ya hani.”
“Eee?”
Cansu devamında gelecek şeyden korkuyordu. Karşısındaki kadın söz konusu olunca istemsiz korku oluşuyordu.
“Orada bilgisayar sınıfından biri ile tanışmıştım. Hocaydı. Benden belki beş yaş ya büyüktü ya değildi. O da boşanmış ihanete uğramış falan filan işte. İyi anlaştık. Başta bilirsin beni çekindim ama sonradan biraz sevgi görünce arsız sokak kedileri gibi oldum. Birkaç ay böyle devam etti. Sonra bir gün kursa giderken evine çağırdı. Sana yemek yaparım film izleriz dışarıda rahat olamıyoruz senin akrabaların görür diye evde takılırız dedi. Mal kafam aslında başıma geleceği bile bile gittim. Boztepe de oturuyor. Neyse girdim eve oturduk film açık. Geçtik mutfağa güle söyleye yemek hazırladık. Biliyor musun dans ettik göze.”
Burnunu çekti. Yarasından bir damla daha kan aktı. Kan siyahtı. Ruhuna damlayıp orada bir süveyda oluşturuyordu. Cansu “Sakın sana istemediğin bir şey yaptığını söyleme” dediğinde alayla güldü.
“Yapmadı. Daha doğrusu benim istediğim şeyleri de yapmadı.”
“Nasıl yani?”
“Cansu, ben bir kez olsun bir erkek beni tüm kusurlarımla kabul etsin istedim. Hani dışarı çıkıp birine anlatsam adına orospuluk der ya evli olmadan bir erkeğin koynuna girmeye. Ben tam da bu olsun istedim. Ali ile yatmayı düşündüm. Sözleri ruhuma dokunurken teni tenime dokunup iyileştirsin istedim. Ben sadece istedim. Ama ne oldu biliyor musun?”
Cansu “Ne oldu?” derken sesi titremiş parmakları arasına kıstırdığı sigaranın külü kucağına düşmüştü.
“Sadece sırtımı ve sezaryen yaramı görmek yetti biliyor musun? Yüzü tiksinti ile doldu. Suratının halini görsen sanırsın boka bakıyor. Hiç saklamadı düşüncelerini. Böyle olduğunu bilsem seni çağırmaz konuşmazdım dedi. Sanki vebalıydım da ona bulaşacaktı. Gitsen iyi olur derken yüzüme bile bakmadı. Numaramı sil. Burada olanları da kimseye anlatma adımın kirlenmesini istemiyorum dediğinde tek kelime etmeden çekip vurmasını öyle çok istedim ki. Evden nasıl çıktım bilmiyorum. Ağlayamadım da. Kendimi boktan beter hissediyordum. İçim boşalmıştı resmen. O an anladım ki kimse benim kalbime içimdeki çocuğa bakmayacak. Herkes için önce ambalajımın kıymeti olacak. O da kötüyse içinin bir önemi kalmıyor. Şimdi sen söyle. Serkan gibi bir adam bana bakar mı? Hadi üzerimdeki kıyafetlerim varken baktı. İlgisini çektim. Ya sonra? O da tenimi gördüğünde aynı tepkileri vermeyecek mi? Ben bir kez daha yıkılmaya aşağılanmaya hazır değilim. O yüzden boşver. Tek başıma yaşayıp ölmeyi tercih ederim.”
Cansu kalkıp arkadaşına sarılırken bir şey diyemedi. İki kadın da dakikalarca ağladı. Film ya da başka bir şey umurlarında değildi. Bir saatin sonunda dizine yatan Ceylan uykuya dalarken elleri kestirdiği saçlarına dolanıyordu.
Dağhan ise evinin salonda oturmuş elindeki resimleri inceliyordu. Her resimde farklı bir duruş vardı. Bakış ve duygu. Ama hiçbiri mutluluk değildi. Ceylan mutlu değildi. Nasıl mutlu edeceğini de bilmiyordu. Yanında var olan tek arkadaşı olan Cansu ise sanki kız kardeşi gibi sahip çıkıyordu kadına. Bu durumu sevmişti.
Bir gün sonra evden çıkan Ceylan birkaç mağazaya uğramak adına sokaktan ana caddeye çıkıp dolmuşa binerek gözden kaybolduğunda karsından siyah bir arabaya binip giden Serkan’ı gören Cansu kaşlarını çattı. Kaybolur falan diye arkadaşından aldığı numarayı tuşladığında Dağhan cevap verdi.
“Serkan Bey?”
“Evet?”
Dağhan bozuntuya vermedi. Demek ki onu Serkan olarak bilen biriydi.
“Arkadaşım Ceylan’ı takip etmek yerine benimle sahilde tekne kafede görüşmenizi tavsiye ederim.”
Tek kaşını kaldıran adam “Fazla iddialı.” Derken “İddialı değil arkadaşını düşünen birinin gözü karalığı diyelim” deyip telefonu kapadı. Cansu olduğunu anlamıştı. Ceylan’ın peşine başka bir araç takılırken sahildeki demirli tekne kafeye geçmeden önce geri evin önüne geldiler ve genç kadının çıkmasını beklediler.
Genç kadın ise onun bekleyen araba ile şaşırsa da çantasında hem bıçağı hem biber gazı hem de şok cihazı hazırdı. Ters bir durumda kullanabilirdi.
Kafeye doğru yola çıktıklarında adamın yüzünü inceleyen kadın bir yerde gördüğüne yemin edebilirdi. Öyle sosyal medya ya da sokak değildi bu görme daha eskilerden geliyor gibiydi.
Şoför “Geldik Dağhan Bey” dediğinde kaşlarını kaldıran kadın sorar gibi “Dağhan?” dedi.
“İnelim. Kahvelerimizi içerken merak ettiğiniz sorulara cevap alacaksınız.”
İndiler ve tekneye geçtiler. Tekne sahibine korumalardan biri yüklü bir miktar verince kapılar kapandı. Cansu tedirgin olsa da kuyruğu dik tutuyordu.
“Dinliyorum. Dağhan Bey. Önce isterseniz neden kendinizi Serkan diye tanıttığınıza gelelim.”
“Öyle gerekliydi.”
“Ceylan’ı kandırdınız. Amacınız ne? Bakın o sizin saçma sapan oyunlarınıza gelebilecek bir kadın değil. Yarası çok fazla. Onu korumam gerekiyor.”
“Onu kandırmadım. Sadece bir süre gerçeği bilmemesi gerekiyordu hepsi bu.”
“Neden? Ceylan’ın sizinle işi ne olabilir ki?”
Dağhan önce kendini tanıttı ve konuşma başladı. Cansu duyduklarından sonra gözlerini büyütüyor üstelik çok sağlam bir çıkmazın içinde kalmıştı.
Ceylan ise teleferiğin orada dolmuştan inmiş Novada’ya doğru yürüyordu. Peşindeki araçtan habersizdi. Telefonu çaldığında çantasından çıkardı. Selim arıyordu. göz devirdi. Açmamayı düşündü ama sonra Göktuğ ile ilgili bir durum olabileceğini düşünüp açtı
“Söyle.”
“Sana da merhaba boncuğum.”
Yüzü çok kötü bir şey yemiş gibi buruşurken “Şu saçma sapan hitaplarından vazgeç Selim. Midem bulanıyor çünkü.” Deyip döner kapının yanında bekledi. Biraz kıyı bir yere geçmiş kimseyi rahatsız etmeden konuşamaya çalışıyordu.
“Neden ama bebeğim oysa bizim bir oğlumuz var. Geçmişi silip atamayız. Hem ben biliyorum. Sen çok sürmeden çıkıp geleceksin. Göktuğ anlattı. Çok da iyi davranmıyorlarmış. Kendi evin gibi olmuyor tabi ki. Bizi bizden başkası anlamaz.”
Ceylan göz devirdi. Soluğunu bırakırken dişlerini sıktı.
“Siktir git Selim. Göktuğ ile ilgili bir sıkıntı mı var. Ondan haber ver.”
“Merak etme. Oğlumuz gayet iyi.”
“Duy da inanma. Çocuğa dikkat et. Bir sıkıntı çıkarsa yemin ediyorum parçalarım seni.”
“Beni tehdit etme Ceylan. Zaten küçük bir sürpriz seni bekliyor fazla ileri gidip canımı sıkma.”
Kaşları çatılan Ceylan yine ne gibi bir belanın başına geleceğini düşünüp gerilirken “Sıkı can iyidir çabuk çıkmaz. Esas sen beni tehdit etme. Unutma, korkmuyorum senden” dedi.
“Bilirim korkmazsın ama senin de yumuşak karnın var. Canını yakarım bir damla su veren olmaz.”
“Sen git escortlara para yedir. Başka evli kadınlarla aşk yaşa. Benim de yakamdan düş.”
Attığı kahkaha kadının yüzünü buruşturmasına yetti. Gözlerini kapayıp sabır dileyen Ceylan telefonu sıktı.
“Onlar sen yokken pek tat vermiyor. Sen gel ondan sonra yapacağım. İşte o zaman tadından yenmez.”
Genç kadın beklemeden telefonu kapadı. Elleri sinirden titrerken içeri girip mağazaların olduğu katları dolandı ama nereye girip ne baktığını hiç bilemedi.
Akşam olduğunda Cansu içindeki savaşın bir tarafında kendini buluyordu. Dostundan bir şey saklamak istemiyordu ama Dağhan da susmasını istemişti. Anlattıklarını dinlediğinde bir yanı kardeşim dediği kadının mutlu olacağına emindi.
Çok bunalan ikili sahile inip banklardan birine oturduğunda denir dalgalıydı. Kafayı bulmayı isteyen iki kadın birer bira aldı. Ceylan ilk kez içecekti. Şişeyi dudaklarına götürüp bir yudum aldığında geri püskürtmek istedi ama olmadı. Cansu’ya dönüp “Bu ne la? Kızım bunu nasıl içiyorsunuz” dediğinde onun güldüğünü gördü.
“Gülme lan.”
“İç iç bir şey olmaz.”
Biraz içinde alışık olmayan Ceylan şarkı söylemeye başladı. Yok olmayı ister olmuştu şu aralar. Canı her zamankinden çok yanıyordu. Bilmiyordu ne hissediyordu ama bazı şeyler filiz vermiş kuru bir dal gibiydi çöle dönmüş topraklarında.
Çaprazlarındaki banka oturmuş onlara bakan Dağhan ise kadını dinliyordu.
“Vur kadehi ustam bu gece de sarhoşuz. Kalan sağlar bizimdir. Acıdan mayhoşuz. İki satırlık adamları musallat ettik ömrümüze. Bundandır böyle dibe vuruşumuz. İki satırlık adamları musallat ettik ömrümüze bundandır böyle dibe vuruşumuz.”
Ayağa kalktı ve kollarını iki yana açıp denize bakarken “Kim hayatımı bok ettiyse Allah belasını versin!” diye bağırdı. Cansu “Âmin” derken başını yana eğmiş Dağhan hayatını mahveden herkesi yok etmeyi planlıyordu. Geri dönen genç kadın “Biliyor musun? Bugün Selim piçi aradı. Tehdit ediyor yine şerefsiz. Neymiş ben yine karısı olacakmışım. Neymiş bana sürprizi varmış. Ölürüm daha iyi. Bak gör oğlumu da dolduruyorlar böyle. Az düzenimi oturtayım gidip alacağım. Bırakmam orada.” Dediğinde kaşları çatılan kadın “Şunu dövdürelim mi? Valla bak Umut’un tanıdıkları var İstanbul da. Aldırırız façasını aşağıya tipini kaydırırız. İçimiz soğur amına koyim en azından kaçtır aklımda ama ortalık bulanıktı.” Dedi.
Omuz silken Ceylan banka geri oturdu. Bir şişe bira sarhoş olmasına yetmiş gibiydi. En azından biraz çakır keyifti. Dağhan daha fazla beklemeden kalkıp yanlarına vardığında “İyi akşamlar hanımlar” dedi.
“Ooh Serkan Beyimiz de buradaymış. İyi akşamlar efendim. Nasılsınız iyi misiniz inşallah? Yine kime iyilik melekliği yapacaksınız acaba?”
Arkadaşını dürttü.
“Bana çok iyi davrandı biliyor musun? Bir döner getirmişti aklını kaçırırsın o kadar lezzetli. Bir de kibar sakin. Sanırsın bu dünyadan değil.”
Sarhoşluk değişikti. Cesaret geliyordu insana. Sohbet nasıl geçti ne oldu hatırlamıyordu Ceylan ama eve Serkan dediği adam getirmişti onu da Cansu’yu da. Kapıdan girerlerken dengesini şaşıran genç kadın adama yaslandığında başını kaldırdı. Kısa kalıyordu ama ona alttan bakmak tuhaftı. Gözlerindeki değişik renk dünyada çok nadir olmalıydı. Kaç yaşına gelmişti ilk defa laciverti gözlere denk gelip bakma fırsatı bulmuştu.
“Böylesine sarhoşluğu iki şişeyle mi yaşıyorsun sen?”
“Hıhı. Hiç içmemiştim ama ondan oldu herhalde.”
Ceylan kıkırdarken Dağhan istemsiz iç çekti. Çok yakındı ve Hindistan cevizi karışımlı duş jeli kullandığını fark edebiliyordu. Saçlarından buram buram mentol kokusu dağılıyordu. Kullandığı şampuanı tahmin etmek zor değildi. Aynı şampuanın erkek için olanını kendi kullanıyordu sonuçta.
“İçme bir daha.”
Bunu söylemişti çünkü bir daha içerse yanında olmayabilir ve başına bir sıkıntı gelebilirdi. Genç kadın ise omuz silkti.
“Olur içmem. Zaten herkes bir emir veriyor sende ver.”
“Ben rica ediyorum. Sağlığına zarar.”
Odaya girip kanepeye uzandığında üzerindekiler çok terli duruyordu.
“Ceylan üzerini değiştirmen lazım.”
“İstemiyorum.”
“Bak yeni hastalıktan kurtuldun böyle yatarsan yine hasta olursun.”
Gözleri kapalı olan kadın “Tamam ben hallederim sende git hadi.” Derken sesi homurdanır gibiydi. Dağhan iç çekerek etrafına baktığında gördüğü manzara ile kaşlarını kaldırdı. Bir oda hemen karşısı mutfak tek kanepe ayak ucunda sandık üzerinde katlı duran yorgan yastık battaniye. Yerde duvar dibinde örtü üzerindeki boncuklar malzemeler. Kendi ağzında gümüş kaşıkla doğanlardandı. Hiç sorun yaşamadan büyümüştü. Annesi Hümeyra Hanım babası Asım Bey onu hep en iyi şekilde yetiştirmeye çalışmıştı. Ceylan ise kendi evindeki odasından bile küçük bir evde hayat geçiriyor geçinmeye çalışıp ayakta duruyordu.
O ara Ceylan ses olmayınca adamın gittiğini düşündü. kanepe açık halde olduğu için sırtı kapıya dönükken dizleri üzerinde yükseldi ve “Of çok sıcak.” Diye mırıldanıp üzerindeki ince kazağı atleti ile sıyırıp kenara attı. Ardından geri kanepeye yüz üstü uzandı. Dağhan nefesini tutmuş kadını izliyordu.
Sadece iç çamaşırının olduğu sırtına baktığında yutkundu. O tendeki izler yaralar kilo kaybından dolayı belirgin çatlaklar lacivertlerine doluyordu. Yüzü buruştu önce çünkü bunların yeni izler olmadığını tahmin ediyordu.
Adım attığında elleri iki yanında yumruktu. Tepeden kadının sırtını izlerken başını omuzuna eğdi. Ne kadar öyle kaldı bilmiyorum ama Ceylan “İzlemen bittiyse git lütfen.” Dediğinde sesinin boğuk çıkması ağlamaya başladığının belirtisiydi.
“Ceylan, ben” dedi ama “Sus. Biliyorum aklından geçenleri. Bile bile çıkardım kazağımı ki yüzüme aldanıp kendini kaptırma beni de boşa yorma diye. Gördün. Miden bulandı. Ve sonuç? Gidiyorsun.” Diyen kadın oturur hale geldi. Başı ağrıyor kanındaki alkol cesaret veriyordu. Yoksa daha ne kadar tanıdığı bir adamın karşısında sütyeni ile kalmazdı.
Dağhan ona o kadar sert bakıyordu ki normalde korkardı. Belki de artık korkmaktan bile yorulmuştu. Ayağa kalktığında sendelese de kolundan tutan adamın sayesinde geri oturmadı. Onun lacivertlerine bakarken dolan gözlerinden birer damla intihar etti ve yanaklarından aşağıya yuvarlandı.
“Bak. İyi bak. Baştan ayağa kusurluyum. Bir erkeğin isteyeceği son kadın bile değilim. Bunun farkındayım ve senin de farkında olmanı istiyorum. Çünkü amacını anlayabiliyorum. Boşa değil bu yardımlar. Bu devirde kimse kimseye babasının hayrına yardım etmez.”
Hemen yan tarafındaki küçük sehpanın üzerinde sigara paketi vardı. Uzanıp bir tane aldı ve yakıp içmeye başladı. Dağhan hipnoz olmuş gibi sadece kadını izliyordu. Tek kelime etmiyordu. Sadece her saniye biraz daha koyulaşan gözleriyle bakıyordu.
Ceylan ağrıyan başını ovarken “Can alıcı gibi durma tepemde.” Dedikten sonra başını kaldırdı. Aslında çok saçma bir durumun içindeydi. Daha bir ay olmamıştı onu tanıyalı ve şu an evindeydi. Karşısında yarı çıplaktı. Yaralarını gösterip uzaklaştırma çabasındaydı çünkü gözlerini kapadığında irislerine tutunan tek şey bir çift lacivert göz olmuştu. Ali de olduğu gibi saçmalamak küçük düşmek istemiyordu. Annesi şu halini görse dayaktan öldürür sonunda orospu oldun derdi.
“Gitsene.”
Dağhan gitmedi. Aksine üzerindeki kabanını çıkardı ve odanın bir köşesine attı. Ardından ceketini de yanına yolladı. Ceylan kaşlarını çatıp ne yaptığına baktığında dudakları aralandı.
“Ne yaptığını sanıyorsun?”
“Kes sesini.”
Gömleğin düğmelerini açtığında üzerinden yırtmak ister gibi sıyırdı. Şimdi o da yarı çıplaktı. Ceylan istemsiz bir korku ile ayağa kalktığında ona sırtını dönen adam oradaki bazıları derin bazıları ise yüzeysel izleri gözlerinin önüne serdi. Genç kadın şaşkındı.
“Bu da ne?”
“Bu benim senden aşağı kalır olmayan yanım. Sen kendine kusurlu diyorsun ya. Mademki bunlar kusur senin gözünde al benim kusurlarımı da gör. Belki senin miden bulanır sen uzaklaşırsın benden.”
Ceylan ne diyeceğini bilemedi. İzlerin şiddetle olduğunu düşünmüyordu çünkü böyle bir adamın şiddetle işi olamazdı. Onun gözünde öyleydi en azından. Ne kadar tanıdığını da oturup tartışsa haksız çıkardı elbette ama bunu işin içine katmıyordu.
Ona dönen Dağhan bu defa pantolonunun kemerini çözdü. Ceylan bunu görünce gözlerini büyüttü ve “Manyak mısın be adam ne yapıyorsun?” dedi ama “Sus dedim sana!” diye bağıran adamla yutkundu. Pantolon ayaklarının ucuna düştüğünde ona yine sırtını dönen adam bacak arkalarını gösterdi.
Sırtındakilere benzer birkaç iz vardı. Önüne döndü ve bu defa öndeki izleri gösterdi. Ceylan sadece “Sana ne oldu? Bunlar” dedi ama sustu.
“Ne olduğunun önemi var mı? Sonuçta bunlar kusur ve bende de bolca var. Hadi miden bulansın. Tiksin benden. Hatta bir daha görmek isteme. Olur mu?”
Kaşlarını kaldıran kadın “Saçmala neden midem bulansın ki” derken şaşkınca cevap verdi. Sinirle soluyan adam ise “Kusurluyum. Bedenim de izler var. Sence de bu yeterli değil mi?” dediğinde ona bir adım yaklaşmıştı. Ayakkabısını girişte çıkardığı için ayak üzerine yığılan pantolondan kurtulmuş kadının karşında sadece siyah bir baksırla kalmıştı.
“Saçmalıyorsun şu an. Ben senin yaralarından iğrenmedim.”
“Benim senin tenindeki o izlerden iğreneceğimi nasıl düşündün peki?”
Dudakları titreyen kadın yaşların akmasına izin verirken acı içinde inler gibi “Çünkü ben kadınım.” Deyiverdi. Dağhan bir adım daha yaklaştığında şimdi ayak uçlarına onun ayak uçlarına değiyordu ve bedenler arasında çok az santimler kalmıştı.
“Kadınsan ne olmuş? Bu seni niye benden daha aşağı yapıyor? Sen benden yaralarım yüzünden uzaklaşmazken neden benim senden uzaklaşacağımı düşündürüyor?”
Küçük bir kız çocuğunun babasına canını yakanları şikayet etmesi gibi dudak titreterek konuştu.
“Çünkü hep öyle oldu. Ben izlerim yüzünden hep aşağılandım. Küçük düşürüldüm. Sevilmedim. İstenmedim.”
Dişlerini sıkan adam “Alayının amına koyim ben onların” derken soluğunu bıraktı. Sıcak soluk kadının alnına burun ucuna ve dudaklarına değdiğinde garip bir ateş aralarında dolanmaya başladı. Dağhan hiç düşünmeden önce karnındaki sezaryen yarasına elini kaldırıp parmak uçları ile dokundu.
“Bundan ötürü mü istenmedin? Akıllarını kaçırmış olmalılar. Çünkü bu iz senin nasıl bir savaşçı ve öz verili olduğunu gösterir. Bir canı dünyaya getirmek için bilmem kaç kat kesilmeyi göze almışsın. Sırf o doğsun diye kendi canının yıllar sonra bile bu kadar yanmasına razı gelmişsin.”
Parmak uçları karnına değdikçe ve yara üzerinde gezindikçe teni titreyen Ceylan göz kapaklarını titreyerek kapadı. Gözlerinden düşen yaşlar adamın eline kadar damladığında lacivertleri onun yüzünü tavaf ediyordu. Omuzundan tutup usulca çevirdiğinde oradaki izlere dokundu. Genç kadın sanki canı yanıyormuş gibi irkilirken “Bunlar nasıl oldu?” diye sordu.
“Kim kıydı sana?”
“Herkes” dedi kadın.
“Bunları kim yaptı Ceylan?” diyen adamın sesi sertleşiyordu. Tüm bedeni titrerken “Ailem” dedi.
“Ailen?”
“Hıhım.”
“Kaç yaşındaydın?”
Omuz silkti. Kendini bildi bileli dayak yerdi. Kaçıp evlenene kadar bu devam etmişti elbette ama o zaman da bitmemiş sadece boyut değiştirmişti. O yüzden “Bir önemi yok” dedi. Adam inatçıydı.
“Var. Söyle.”
Soluğunu alıp bırakan kadın alt dudağını dişlerken acımasını umursamadı.
“Kendimi bildim bileli. Net hatırladığım altı yedi yaşlar ve sonrası.”
Aslında cevap vermek istemiyordu ama garip aura vardı ve istemsiz o cevabı veriyordu.
“Canın” dedi ama ne dese az gelecek gibiydi. Kadın onu anlamıştı.
“Yandı. Çok yandı hem de.”
O an hiç beklemediği bir şey oldu. Nefesini kesen ruhuna kadar inen bir şey hem de. Sırtında omuzlarındaki kabarık izlerin üzerinde sıcak dudaklar hükmünü sürmeye başladı. Adamın sesi kısık dudakları sıcak sözleri ise bir ateşten başka bir ateşe atıyordu.
“Nasıl kıymışlar sana nasıl da vurmuşlar acımadan?”
Hani bir an vardır. Tek bir an tüm hayata bedeldir. Daha önce içilmediği için çarpan içki, karşılıklı kusurlar ve ortamı ateşe veren tutku. Kirpik uçlarına kadar titreyen Ceylan zorlukla yutkunurken “Yapma” dedi ama sesi öyle bir çıkıyordu ki resmen devam etmesi için yalvarıyor gibiydi. Yapmaması gerektiğini kendine hatırlatmak istese de beceremiyordu. Üstelik karnından aşağıya kasıklarına inen o acımasız sızı, duvarları paramparça edecek istek, gizli kalmış arzu ve tutkulu bir merak.
Bedenini ona döndüren kadın lacivertlere bakarken göğsü aldığı sık nefesten dolayı yukarı aşağı inip kalkıyordu. Dağhan, dudaklarını aralayıp hafifçe ıslatan kadına karşı kendine vurduğu son iki zincirin biri daha kırdı ve elini uzatıp ensesine koyduğunda kendine çekti. Dudakları birleştiğinde resmen birbirlerinin ağzına doğru inlemişlerdi. Birkaç saniye sürdü kanepeye oturan Dağhan’ın kucağında yerini alan Ceylan’ın acemice karşılıklar vererek öpüşmeyi alevlendirmesi. İkisinin de parmak uçları sırtlarındaki yaralara değerken bacak arasına baskı yapan şişlik aralarında olan ince kumaşlardan bile çok net belli oluyordu.
Ceylan bir kumar daha oynamıştı. Attığı zarın onun için doğru gelmesini umarken beli kavislendi ve gayri ihtiyari kendini o şişliğe bastırdı. Dudaklarından kopan adam boynunu öperken yaptığı hamle dişlerin tenine geçmesine neden oluyordu. Dağhan, ilk kez bir kadına dokunurken böylesine istekli arzulu tutkulu ve doğru hissediyordu. Kolunu kadının beline sarıp kendine daha da çektiğinde iç çamaşırının altındaki erkekliği gireceği mabedi arıyor, sızlıyor, özgür kalmak istiyordu.
Lakin biliyordu ki onu özgür bırakırsa kollarındaki kadın sabah uyandığında pişmanlık duyacaktı. Şu an sadece fazlaca duygu yoğunluğu ve biraz da içki etkisiyle böyle davranıyordu. Mantıklı yanı onu her an uyarırken sadece küçük bir temas dedi kendi kendine. Onun rahatlamasını sağlayacak kadar ufak bir temas hepsi bu. Acaba dediğine kendi uyabilecek miydi? Dağhan Murat Yasari kendini Serkan diye tanıttığı, ilk gördüğünde vurulduğu, kim olduğunu ve yaşadıklarını öğrendikçe ona daha da bağlandığı kadının sınırlarını o isteyene kadar geçecek miydi yoksa bekleyecek miydi?
Sırtındaki eller saçlarına çıkıp orayı tutup çekiştirirken dişlerini bu defa göğüslerini ondan saklayan sütyene geçirdi. Omuzlarından askıları sıyırırken sadece sık nefesler ve inlemeler odaya doluyordu. Gözler önüne serilen iki tepe ise başkalarında gördüğü gibi küçük ve avuç içi kadar değildi. Dolgundu. Büyüktü. Ağzını ucuna kapadığında kadının titreyeceği kadar da hassas. Diliyle ucunu ıslatırken başını geriye atan Ceylan asıldığı saçlara biraz daha güç uyguladı. Hem itmek hem çekmek istiyordu. Beline yeniden dolanan kol onu şişmiş ve sertleşmiş erkeklik üzerine çekerken zevk almamak imkânsız duruyordu.
En son ne zaman böyle zevk aldığını bilmeyen kadın tüm doğruları siktir etmek istiyordu. Başarabilir miydi? Belki de.