Nankörlük kandan mı genden mi aktarılır bilmiyordu Ceylan ama karşısındaki çocuk resmen ona hayatı zindan etmiş eski kocası gibi konuşmaya başlamıştı. Ne yaparsa yapsın hangi yolu deneyip en iyi şekilde yetiştirmek isterse istesin işittiği kelimeler bunlardı. Şiddeti kabul et. İhaneti kabul et. Sus ve otur. Kocanı eve bağla elinde tut.
Göktuğ annesinden ilk kez tokat yemişti. Normal de annesi ona kızsa da doğru dürüst bağırmamıştı bile ama şimdi yanağını yakan tokadın mimarı olan kadın karşısındaydı. Şoka girmiş gibi gözlerine baktı. Kahvelerindeki yaşları görse de umursamadı çünkü önemli olan kendi duygularıydı. Bir an yüzü nefretle kasıldı. Dik bir şekilde annesine bakarken “Babam haklıymış. Sen ne yaşamışsan hepsini hak etmişsin. Yarın babam gelip beni alacak ve ben bir daha seninle kalmayacağım.” Dediğinde Ceylan kaşlarını çattı.
İşte yılların emeğinin karşılığı buydu. Anneliğinin mükafatı kendi hayatından ödün verişinin ödülü tam da karşısında duruyordu. Başı biraz daha ağrıdı. Anlaşılan tansiyonu ciddi bir yükseliş içindeydi. Gözlerini kıstı.
“Baban haklı öyle mi? Ben her şeyi hak ettim?”
“Öyle. Hak etmesen bu durumda olmazdın. Babam kıçına tekmeyi basmazdı. Güya aile evinde sığıntı gibi yaşamazdın.”
Dudakları hem sinirden hem de yaşadığı hayal kırıklığı ile üzüntüden titreyen kadın yüzünü sıvazladı ve oğluna bakıp “Tamam. İstediğin gibi olsun.” Deyip telefonunu çıkararak eski kocasını aradı. Uykulu bir tonla cevap aldığında ise “Yarın Göktuğ'u otobüse bindirip sana yolluyorum. Tebrik ederim başardın. Oğlumu bana düşman ettin ve oradan bile uzanıp hayatımı sikmeyi başardın. Saat kaçta otogarda olur haber verir sana.” Dedi.
Aldığı cevap erkeksi sinir bozucu bir kıkırtı ve “Sana demiştim. Eğer benimle yeniden evlenseydin bunların hiç biri olmazdı. Babasının oğlu aslan parçam gelsin biz burada gül gibi yaşar gideriz. Sen kendi derdine yan. Hee oğlunla yaşamak istersen de şartı biliyorsun. Yeniden mutlu bir aile olmak.” Oldu. Telefonu hala konuşan adamın yüzüne kapattı.
Oğluna döndüğünde “Valizini hazırla babana gidiyorsun.” Dediğinde Göktuğ önce duraksadı. Annesinin bunu yapmayacağını düşünmüştü. Ceylan bu duraksamayı fark edince “Ben kötü anneyim ya oğlum biraz da babalığını baban yapsın. O zaman aradaki farkı da aslında olanı da görürsün. Yarın sabah ilk otobüsle yola çıkacaksın. Büyük ihtimalle baban seni almaya gelmeyecek bahane uydurup. Cebine para da koyacağım ki otobüsten inince taksi ile babana gidebil.” Dedi.
Sesinde oluk oluk hayal kırıklığı ve üzüntü vardı. Oğlu için küçük iki kapaklı dolaptan valiz çıkardı ve ağzını açıp hazır etti. Sonra çantasını alıp odadan çıktı. Durumu anne babasına söyleyecekti ki salonun hafif aralık kapısından adının geçtiğini duydu. İçeri girmedi. Dinlemeye başladı.
“Anne, biz ablama bunu nasıl söyleyeceğiz?”
“Neyi nasıl söyleyeceğiz oğlum?”
“Neyi olacak anne Gülden’in anne babasının onu evde istemediğini.”
“Yapacak bir şey yok oğlum. Gelin geliyor artık üst kat sizin. Kaynananla kayın baban bir yerde haklı. Evde dul görümce istemiyorlar. Kızlarının da aklı karışır diye.”
“Hanım, ağzımdan çıkanı kulağın duysun. Kızın o senin. En başından dedim böyle bir şartı kabul etmeyelim diye. Ben kızımı torunumu nasıl kapıya atayım.”
Annesi heyheylendi yine.
“Delirtmeyin beni. Bu çocuk bekar mı kalsın? Kaç yaşına geldi. Ceylan yüzünden el vaz mı geçseydi? Elaleme rezil olurduk o zaman. Zaten kalabalık olacağız. Onlara verdiğim odaya misafir için yatak koyacağım. Kiraya çıkarlar olur biter. Zaten dili pabuç gibi kafam almıyor. Baksın başının çaresine.”
Baksın başının çaresine. Ne kadar ağır bir cümleydi aslında Ceylan için. O kimse için baksın başının çaresine dememişti. Diyememişti. Anne baba ata bilmişti de yardımlarına koşmuştu her daim. Üstelik 7 senedir eline avucuna geçeni de vermişti bir arada yaşıyoruz ayrı gayrı olmasın diye. Lakin şimdi işittikleri aslında oğlunun bir nevi haklı olduğunu gösteriyordu. Onun bu evde de yeri yoktu. Hiç olmamıştı. Annesi yanında istemişti çünkü hastaydı ve hem şehirde hem de köydeki evle işlerle ilgilenecek biri lazımdı. Yanında istemişti çünkü hastaydı ve bakıcıya para vermeyi eve yabancı bir bakıcıyı sokmayı istememişlerdi.
Baksın başının çaresine. Bir kız evlat için söylenebilecek bir cümle miydi bilmiyordu lakin gönlü öyle bir kırılmıştı ki annesinden yüz çevirmişti. Bundan böyle acından ölse sürünse sokaklarda kapısını çalıp halim bu demezdi. Ölürdü bir bardak sularına muhtaç olmazdı.
Kapıyı açıp içeri girdiğinde babası bir şey diyecekti ki “Sorun değil baba.” Diyerek onu susturdu. Kardeşine bakıp “Hadi annemleri geçtim. Onların bana karşı tutumu belliydi. Sen niye böyle bir şey var abla diye beni erkeden uyarmadın. Ben bu zamana kadar beklemez çıkardım kiraya. Onca zaman da buraya para vereceğime kendi düzenime harcardım.” Dediğinde annesi kaşlarını çattı. Mehmet “Abla ben” dedi ama devamı gelmedi. Acı bir şekilde gülümserken “Olsun kardeşim. Ben seni kardeş değil bir evlat gibi gördüm. Oğlumdan hiç ayırmadım. Kardeşimi değil evladımı sever gibi sevdim kolladım ve sana yardımcı oldum. Şimdi yanına el kızı girince benim kapı dışarı edilmem normal. Hepiniz için diyorum. Körün gözü açılınca kırdığı ilk şey bastonu olur ya hani sizin de ihtiyacınız bitince kapı dışarı ettiğiniz ilk ben oldum. Buna da tamam. Bir hafta içinde bir yer bulur giderim. Zaten sabah erkenden Göktuğ’u babasına yolluyorum. Tek başıma tek göz odada olsa bana yeter.” Deyip yanağından akan yaşı sildi.
Annesi hemen ayaklanıp “O şerefsize çocuk mocuk yok. Bunca yıl ben baktım büyüttüm. Elimle yollayacak değilim.” Dediği an Ceylan patladı.
“Ne bakması ya neyin bakması? Ben kendi çocuğuma baktım size bakarken. Yedi içtiyse parasını fazlasıyla bu eve harcadım. Öyle domuz aptal mal demeyle çocuk bakılmıyor. Hiçbiriniz karışmayacak. Çocuk benim çocuğum babasına gitmek istiyor gidecek. Bende gidince rahat edeceksiniz işte neyi uzatıyorsunuz anlamadım.”
Babası “Ceylan, kızım ağır konuşuyorsun” dedi.
“Yok baba aslında tam da yerinde konuşuyorum.”
Annesine dönüp “Sana verdiğim üç çeyrek ve iki gramı ver. Çocuğu yolcu edeceğim para lazım.” Değince sinirlenen kadın “Ne altını? Onlar benim altınlarımdı. Hem gelin bohçası yapılırken bozdurdum ben hepsini.” Diye bağırdı. Gözleri büyüyen Ceylan yükseldi.
“Ne yaptın ne yaptın? Ben sana onu harca diye mi verdim? Benim olanı sana kim dedi harca diye.”
“Bir evin içinde ayrı kese olmaz.”
“Ben bu evin içinde adam yerine konmadım hiç o nedenle benim kesem ayrı olur. Madem sen benim olanı harcadın ben de yarın akşam takı merasiminden sonra gelininin yakasından alırım üç çeyrekle iki gramı olur biter.”
Annesi üzerine yürüdü.
“Hele öyle bir şey yap bak nasıl kırıyorum bacaklarını.”
Ceylan dik bir şekilde “Hiçbir şey yapamazsın. Sen bu saatten sonra beni bayramdan bayrama anca görürsün o da gelirsem.” Dediği an babası “Tamam kavga etmeyin ben sana parasını veririm altınların kızım. Ama Göktuğ’u gönderme.” Dedi.
“Çok geç baba. Annem benim çocuğumun ağzına sıçarken müdahale etmeliydin ben çöp gibi sokağa atılırken değil.”
O gece uzunca bir süre tartışıldı. Sonunda Ceylan üst katın balkonuna çıktığında başı gövdesinden kopacak kadar çok ağrıyordu. Bir sigara yaktı. Halbuki yıllar evvel bırakmıştı. Aklına arkadaşı Cansu’nun lafı geldi.
“Kızım sende bu ana varken sen değil sigara nargile veya puro içsen az gelir. Kadın resmen adamı rakıya başlatır.”
Bu lafa gülmüş ama yine de “Olsun annem işte ne yapayım” diyerek geçiştirmişti. Saatini kontrol etti. İkiye geliyordu. Telefondan mesajlaşma uygulamasına girdiğinde arkadaşının aktif olduğunu görünce ona yazdı.
“Hello yavrum.”
“Hello sana bebeğim. Bitti mi kına?”
“Bitti aşkom bitti.”
“Senin neyin var yavru?”
“Yok bir şey la.”
“Yemezler anam anlat hadi.”
Ceylan kısaca olanları özet geçtiğinde bir süre yazarak saydıran Cansu hızını alamayıp aradı ve “Kızım sana diyorum değil mi kaç zamandır bunlardan olmaz diye. Hayır anlamıyorum senden gelinin anasına babasına ne de istemiyorlar. Babanın evinde duruyorsun kimseyle işin yok. İyice delirmiş bunlar. Hele anan. Kızma ama anan resmen adamı katil eder.” Diyerek nefes almadan konuştu. Bir ara derince soluyan Cansu devam etti.
“Peki ya oğlana ne demeli? Babası kılıklı. Yine dedim sana değil mi şu çocuğa o piçin gerçek yüzünü göster, anlat, bilsin ona göre telefonda ne derse bu çocuk da inanmasın. Ama sen yok babası yok aralarına giremem dedin durdun. Al bak. Kazığı yine çift tarafla yontup sana soktular.”
“Ben hep insanlığımdan kaybettim yavrum. İçimde onlar gibi biraz fesatlık olsa hepsinin içinden geçerdim de neyse.”
“Bebeğim senin için öyle bir temiz ki kötü düşünemiyorsun. Yediğin kazıklarda sana ders olmuyor ki. Tokat mı yedin öbür yanağını çeviriyorsun. Sabrının sonuna kadar dayanıp patladın mı toptan siliyorsun. Neyse onu bunu bırak da kira işinde netsin değil mi?”
“Netim. Net olmak zorundayım çünkü daha fazla burada kalamam. Göktuğ olmazsa kendimi tutmam daha kolay olur. En azından yeme içme pek olmaz öyle. Zaten bir süre sonra kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp geri dönecek beyefendi. O gelene kadar kendimi toparlamış olurum.”
“O zaman şu sana dediğim ev için yarın konuşayım. Hani bizim çarşıdaki evin arkasında olan.”
Ceylan sigaranın dumanını üflerken iç çekti. Arkadaşının dediği yer şu an ki eve biraz uzak bir odası bir mutfağı ve tuvalet banyosu birlikte ufak bir evdi. Aslında daha önceden dükkanmış ama sahibi duvar örüp ufak bir yer yapmıştı. Bir süredir emlak işlerini de beceren uzun süre bu işlerle meşgul olmuş Cansu evi bekletiyor sahibini oyalayıp duruyordu. Kendisi köyde yaşasa da onun da çarşıya yani şehir merkezine inme durumu vardı. Bu nedenle arkadaşını oraya yerleştirmek istiyordu ki yamacında olursa daha iyi olurdu.
“Konuş bacım. Bak bakalım ne kadar kira istiyor.”
“Fazla istemez bence çünkü mal mülk konusunda tok bir adam. Durumu da izah ederim. Benim teminatım da olursa ucuza bile tutabiliriz.”
“Valla bacı on beşten başlıyor en kötü evin kirası. Benim kazancım belli. Faturaları yeme içmeyi de eklersek götü zorlarım ama yetinirim gibime geliyor.”
Cansu “La siktirme belanı. Bende indim mi birlikte yer içeriz masrafın olmaz. Öyle aman aman ev işinde olmaz. Yat kalk yap tesbihlerini bilekliklerini sat. Mis gibi. Bende yardım ederim. Toplu siparişler alırız. Sağı solu yoklarım müşterini de arttırırım ben senin yaşar gidersin. O anan da gelini ile yaşasın dursun.” Deyip homurdandı.
Biraz daha konuşup telefonu kapadıklarında önce dişlerini fırçalayan Ceylan küçük odaya girdiğinde valizin hazır olduğunu oğlununsa yattığını gördü. İç çekti. Burnunun direği sızlamıştı. On beş yıldır oğlunu hiç yanından ayırmamıştı. Bu küçücük odada onunla uyumuş uyanmış yaşamıştı. Ceylan aslında oğlu ile büyümüştü. On yedi yaşında oğlunu kucağına almış anne olmaya çalışmıştı. Elbette bunun için çocuğuna bir şey diyemezdi çünkü doğmasını kendi istemiş sorumluluğunu yine kendi almıştı. Ama şimdi ondan işittikleri anne yüreğini yakarken bir kadın olarak karanlığa mahkum etmişti.
Belki de babasında bir süre kalması oradaki durumu görüp geri gelmesi için yeterli olacaktı. Sonuçta babası hala annesi ile yaşayan bir adamdı ve eski kaynanasının annesinden aşağı kalır yanı yoktu. Daha fazla düşünmek istemedi. Oğlunun uyuduğundan emin olduktan sonra başından öptü. Kokusunu içine çekti. Gözleri dolup yanakları ıslansa da yaşadığı karmaşadan çabuk kurtulmak için dua edip üzerini değiştirdi ve en azından bir iki saat uyumaya çalıştı. Uyandığında çok zor ve yorucu bir gün onu bekliyor olacaktı.