19 YIL ÖNCE
Hopa sokaklarında önce bir araba arkasında kamyonet ilerliyordu. Yanında oturan küçük kıza bakan Niyazi iç çekti. Bir köşeyi daha döndüler ve sonunda kalacakları evin önünde durdular. Baba ocağına geri dönen Niyazi hem kederli hem de öfkeliydi. On yıl kadar önce bu evden yeni evlendiği karısının elini tutmuş ve çıkmıştı. Babasına meydan okumuştu. Temel Koçari’nin “Bu kapıdan çıkarsan bir daha giremezsin. Cenazemize dahi adım atamazsın Niyazi!” diye gürleyen sesi hala kulaklarındaydı.
Bir kez daha derin bir soluk aldı. Bir evin bir evladıydı ve anne babasına hasret kalmıştı. Onların ölüm haberlerini asker arkadaşı ve en yakın dostu Hilmi vermiş gizlice Hopa’ya gelip uzaktan izlemekle yetinmişti anne babasının defnedişlerini. Ardından da kahredip gitmişti gerisin geriye. Koçari ailesinden bir o kalmıştı bir de konuşmadığı büyük amcası. Şimdi kapısı kilitli evin önünde dururken boğazına düğümlenen o koca düğümü yutkunarak geçiremiyordu. Gözleri buğuluydu. Kızına miras bıraktığı yeşilleri doluydu. Değil on yıl sanki Niyazi bin yıl yaşlanmıştı.
“Burası yeni evimiz mi baba? Neden geldik? Annem gelirse bizi burada bulabilir mi?”
Kızının soruları ile yüreği hem yanmış hem de büyük bir hiddet bedenini sarmıştı. Sakin kalmaya dikkat ederek “Burası benim baba ocağım Aslı’m. Bundan böyle biz yaşayacağız. Annen de gelmeyecek. Bunu konuştuk seninle. Onu deniz aldı dedim ya.” derken onun küçük yüzündeki yeşillerinin doluşunu kederle izledi.
“Deniz aldığını vermez mi baba? Annemi versin. Ben onu çok özledim.”
Niyazi sadece “Vermez kızım vermez.” demekle yetindi. Baba kız arabadan indiklerinde Hilmi de sokağın köşesinden yanında büyük oğlu Çetin’le dönmüş geliyordu. İki dost karşı karşıya geldiğinde hasretle kucaklaştılar. Hilmi “Yuvana hoş geldin kardeşim.” derken sesi kederliydi.
Başını sallayan adam “Hoş buldum kardeşim.” deyip yanındaki oğlan çocuğuna döndü. On dört yaşında delikanlı mavileri ile çipil çipil bakıyordu. Hemen adamın eline uzanıp “Hoş geldin amca” diyerek öpünce ona şefkatle bakan adam saçlarını sevdi ve “Hoş buldum delikanlı.” dedi.
Hilmi'ye dönerek “Maşallah kardeşim koca adam olmuş Çetin” diyor yüzündeki buruk tebessümle bakıyordu.
“Büyüdü ya. Bundan sonra iki sıpam daha oldu. En küçükleri kız. Senin kızdan iki yaş küçük. Ortanca olan evde. Ha unutmadan nanam (annem) dedi ki evi yerleştirin onları kap getir yemek yiyelim dedi haberin olsun. Kaçışın yok.”
Niyazi başını salladı. Yorgundu. Yaşadıkları onu öyle bir hale getirmişti ki o eski neşeli güler yüzlü adam sanki köşesine çekilmiş susmuştu. Hilmi kapısını açmış inmiş ve kıyıda duran küçük kıza bakınca gülümsedi.
“Hay maşallah sana Gyuli çkimi. Ne güzel bir kızsın sen öyle.”
Aslı yanakları pembeleşirken babasına baktı. Başı ile adamı işaret etmesi ile gidip elini öptü.
“Oy kurban olunur seni verene. Hoş geldin kızım.”
Çetin kız kardeşinden alışmış eğilip “Hoş geldin abicim.” diyerek sarılmıştı. Kamyonetten inen adam “Eşyaları indiriyor muyuz abi?” dediğinde ise Hilmi hemen anahtarı çıkardı ve Niyazi’ye uzattı.
“Al kardeşim. Bir hafta da evin elektriğinden suyuna kadar her şeyini yenilettim temizlettim ortalığı hazır hale getirdim. Eşyaları koyduk mu yerleştirmesini de el birliği ile hallederiz.”
Mahçup bir şekilde tebessüm eden Niyazi “Allah razı olsun kardeşim. Çok zahmet verdim sana da.” diyebildi. Kaşlarını çatan adam “Delirme la Niyazi. Kardeşiz biz ben yapmayacağım da kim yapacak.” derken omuzuna destek verir gibi dokundu.
Niyazi evin kapısını açtığında temiz hava ve deterjan kokusu burnuna doldu. Doğup büyüdüğü eve böyle girmek içine dokunmuştu. İlk adımı attığında annesinin sesi kulaklarında yankılanıyordu. Babasının gür konuşmaları, etrafta koşturması hepsi sanki tokat gibiydi.
Birkaç saat içinde eve eşyalar konmuş kamyonetin şoförü sayesinde beyaz eşya ve diğer ağır şeyler yerleştirilmişti. Aslı yeni odasında otururken elinde dondurma ile gelen Çetin “Al abicim” diye uzattığında gülümseyen kız “Ben senin abin değilim ki neden bana öyle diyorsun” derken kıkırdıyordu. Çetin de gülmüştü.
“Bilmem. Kardeşlerime de öyle diyorum ondan herhalde.”
Aslı bir an durdu ve başını eğdi.
“Benim hiç kardeşim yok biliyor musun? Annem de yok. Deniz almış onu babam öyle dedi.”
Sonra başını kaldırdı ve ona şefkatle bakan genç oğlana “Deniz aldığını verir mi Çetin abi? Babam vermez diyor. Ama ben annemi çok özledim.” dediğinde yutkunan çocuk ne diyeceğini bilemedi. Yanına oturup kolunu omuzuna dolayarak ona sarıldığında “İstersen ben abin olurum. Kardeşim Ayşe ile Yavuz da senin kardeşin olur. Birlikte oynarız ne dersin. Hem Ayşe’nin bir sürü bebeği var. Sana da alırız birlikte oynarsınız.” diyerek teselli etmeye çalıştı.
Aslı gözleri parlayarak “Top da oynar mıyız? Eski evimizin orada da arkadaşlarım vardı. Ben hep top oynardım oğlanlarla.” dedikten hemen sonra küçük elini ağzına kapayıp gülüşünü saklamaya çalışırken “Hep kaleci yaparlardı beni ama topu onlardan alır diğer kaleye gol atardım. Oradaki komşularımızdan biri babama senin kızın erkek Fatma mı neden hep erkeklerle top oynuyor der söylenirdi.” dedi. Ardından omuz silkti.
“Top oynamak bence daha güzel.”
Çetin de güldü. Başını sallarken “Bence de.” derken gülmeye devam etti. Akşam üstü işlerin büyük bir kısmı hallolduğunda ise dördü de arabaya binmiş Tunalı evine doğru yola çıkmıştı. Arkada oturan Aslı esneyip duruyordu. Çay ve fındık tarlalarının arasından geçerken başını Çetin’in koluna yaslamış uyuklamaya başlamıştı.
Küçük bedeni yol yorgunluğuna ve uykusuzluğa bu kadar sabredebilmişti. Evin önünde araba durduğunda ise büyükler inmiş Niyazi kızını kucağına almıştı. Eve girdiklerinde hemen onu Ayşe’nin odasına yatırmışlardı ve kısa bir hoş geldin muhabbeti büyükler arasında dönmüştü.
Hayriye Hanım küçük kıza bir tepsi hazır etmiş uyanırsa yer diye kenara koymuştu. Ayşe de uykusu geldiği için anne babasının yatağında uyuya kalmış Yavuz ile Çetin ise masada yemek yiyordu.
Sonunda çocuklar kalkıp odalarına gittiğinde Asiye Reis “Ah be Niyazi, bir kadın yüzünden ana babana kırgın gittin buralardan. Değdi mi be oğlum.” dediğinde Hilmi “Nana” dese de Niyazi konuştu.
“Değmedi Asiye nana. Çok geç anladım.”
“Şimdi el kadar çocukla kaldın ortada. Nerede olduğu belli mi o gaybananın?”
Başını olumlu anlamda salladı.
“O herifle Gürcistan’a kaçmış. Peşine düşeyim dedim ama Aslı vardı. Onu annesinin peşine kurban edemezdim. O yüzden geri döndüm ya. Evladım benim büyüdüğüm şehirde tanıdığım insanlar içinde büyüsün istedim.”
Hilmi “Merak etme kardeşim. El birliği ile büyütürüz Aslı’yı.” dediğinde Hayriye ona destek oldu.
O gece uyuyan Aslı’nın meraklı bir ziyaretçisi vardı. Asiye nene onları göndermemiş Niyazi’ye misafir odası hazır edilmiş Aslı ise Ayşe’nin odasında uyumuştu. Yavuz küçük kızı merak ettiği için sessizce kardeşinin odasına girmiş ay ışığında parlayan yüzü bir süre izlemişti. Aralarında dört yaş vardı. On yaşındaki Yavuz dudak büke büke bakmıştı kumral saçlı beyaz tenli Aslı’ya.
Baba kızın hikayesi de tam da bu dönüm noktası ile yeniden başlamıştı. Evlerinde yaşamaya başlayan ikili için zaman su misali akıp gidiyordu. Öncelikle küçük kızı eve yakın bir okula yazdırmıştı adam. Eşyalarını almış, öğretmeni ile konuşmuş, çocuklarını her sabah okula bırakan Hilmi’ye de gidip gelme konusunda emanet etmişti. Evlerinin iki sokak arkasında bir atölyeyi kiralamış olan Niyazi marangozluk mesleğini burada da konuşturuyordu.
Onun geldiğini duyan çevre başta biraz tepkili olsa da zamanla alışmışlardı. Hilmi sabahları çocukları okula bırakıyor sonra çıkış saatinde ya kendi ya da miçolarından birine aldırıyor Tunalı evine gönderiyordu. Akşam saatine kadar orada oynayan birlikte ders yapan çocuklar en son yemeklerini yediklerinde Niyazi kızını alıyor eve geçiyorlardı.
İlkokul, orta okul lise derken Aslı büyüyor büyüdükçe annesinin hayali zihninde usul usul siliniyordu. Elbette özlüyordu ama varı yoğu babası olmuştu. Lise ikiden itibaren babasıyla atölye de çalışıyor onun öğrettiklerini harfiyen uyguluyordu. Kaldıkları mahallede de adı erkek Fatma’ya çıkmıştı. Top oynuyor sapanla cam kırıyor hatta kavgaya bile karışıyordu. On altı yaşında olan Aslı okul dönüşü yine atölyeye koşmuş içeri girip boşa çalışan elektrikli testere ile duraksamıştı.
Tezgahın arkasına geçtiği anda ise kaskatı kesilmişti çünkü babası burnu kanamış bir vaziyette yerde yatıyordu. Attığı çığlık, önce babasını kaldırma çabası, ardından kapının önüne çıkıp yardım isteyişi gelen ambulansla hastaneye gidişleri derken son durağı hastane koridoru olmuştu.
Çok ağlıyordu çünkü babasına bir şey olacak korkusu iliklerini titretiyordu. O gün onlar için yeni bir milattı. Niyazi Koçari o olaydan bir ay sonra kanser teşhisi almıştı.