İnsan kaderine boyun mu eğmeliydi? Yoksa herkese ve her şeye karşı çıkıp tek başına devam mı etmeliydi hayatına? Sanırım ikinci seçenek bana daha cazip gelmiş olmalı ki kendimi Mardin sokaklarında bulmuştum. İstanbul havalimanında başıma üşüşen magazincilerden kendimi zor kurtarmıştım, babam ve annem atandığımı magazinden öğrenmeleri pek hoş olmayacağı için gazetede çalışan arkadaşım Duru’yu arayıp ondan yardım almıştım. Birkaç gün kafamı toparlamak istiyordum, annem ve babam geri dönmediğimi anlayana kadar en azından. Sıkıntılı bir nefes verip güneş gözlüğümü saçlarıma çıkardım ve ilerideki taksiye doğru ilerlemeye başladım. Yağmur hızını epey arttırmıştı ve ben Los Angeles’dan geldiğim için kısa kollu giyinmiştim. Hızlı adımlarla valizimi sürmeye devam ederken üşüdüğümü hissediyordum, taksinin başında bekleyen adama baktım. Fazla uzun boylu ve yapılı görünüyordu, taksici olmak yerine bir moda dergisinde manken olsa daha fazla para kazanabileceğini düşünmüştüm. Siyah gür saçları vardı, sert bir yüz hattı ve kemerli bir burnu. Valizimi bagaja koyması için ona uzatırken adam bana baktı ters ters.
“Merhaba, valizimi bagaja koyabilir misiniz?” Dedim cana yakın bir ses tonuyla, vücudunu tamamen bana çevirdiğinde aramızdaki boy farkını ölçüyordum kafamdan. Sanırım 1.85 falandı boyu.
“Burası dolu başka taksi bak.” Dedi umursamaz ve ters bir ses tonuyla. Konuşmasından buralı olmadığı belliydi, şivesi yoktu. Kaşlarım anında çatılırken hiçte nazik olmadığını fark ettim, oysa sadece rica etmiştim. Bu yağmurun altında hem ıslanıyor hemde üşüyordum, titremeye başlamıştım.
“İçeride müşteri görmüyorum, ayrıca son bir saatte herhangi bir uçak inmeyecek ve son inen uçaktanda en son gelen bendim. Burada sizden başkada taksi yok. Şimdi lütfen valizimi bagaja koyun fazlasıyla üşüyorum.” Adam kaşlarını çatarak bir elini taksisinin tavanına koydu ve bana doğru birazcık eğildi. Türkiye’de taksiler gerçekten çok sıkıntılıydı ve ben mecbur kalmadıkça taksi kullanmamaya çalışıyordum. Kullanmaya mecbur kaldığım nadir günlerde de kavga etmemek için ekstra bir çaba sarfediyordum.
“Dolu dedik ya hanımefendi, ayrıca bu karda kışta ne diye kısakolla geliyorsun. Deli misin?” İşte şimdi sınırı aşmıştı, ellerimi yumruk yaparak ona doğru bir adım attım.
“Evet deliyim, ya beni taksine alırsın yada sen burada kalır ben yoluma giderim!” Adam sabır dilenircesine havalimanının kapısını kontrol etti, bunu sık sık yapmıştı. Birden duruşunu düzelterek elini kulağına götürdü ve bana arkadını dönüp bir şeyler söyledi. Yumruklarımı sinirden daha da sıkarken birden birisi arkamdan beni kendisine çekti ve ben daha ne olduğunu anlayamadan ağzımın üzerinde bir el belirdi. Çığlık atıyordum ama çok boğuk çıkıyordu, birden havalanırken yardım dilenircesine etrafa bakıyordum. Korkuyla beni kucağına alan adama baktım. Terörist miydi? Yada ailemi tanıdığı için beni kaçıran biri? Bir saniye.. bu adam.. terörist yada gaspçı olamayacak kadar yakışıklı ve yapılıydı. Mardin’de erkeklere ne yedirip içiriyorlardı acaba? Hepsi ülkenin yakışıklılık oranını kalkındırabilecek cinstendi. Kumral saçları kehribar gözleri ve sert yüz hatlarıyla bana bakıyordu, kaşları çatıktı ve.. tanrım adam çok yakışıklıydı. Theo James’in tıpa tıp aynısıydı. Bu saçma bir rüyaydı değil mi? Lütfen öyle olsun.. çünkü şuan kollarında olduğum adam pekte masum değildi gözümde. Beni bir arabanın içine bindirip kapıyı kilitledi, cama vuruyordum ama etrafta beni duyabilecek kimse yoktu. Adam hızla sürücü koltuğuna doğru ilerlerken etrafta kesici yada delici alet arıyordum, torpido gözünde bulduğum silahı hızla alıp ona doğrulttum. Adam kapıyı açıp sinirle baktı bana.
“O elindekini hemen indir.” Seside kendi gibi yakışıklıydı, tanrım.. lütfen akıl ver bana. Şuan düşünebildiğim tek şey sesi miydi gerçekten?
“Kim gönderdi seni? Lucas’ın adamı mısın? Eğer ailem ve Liam yaptıklarını öğrenirse seni yaşatmazlar.” Anlamaz gözlerle bakıyordu bana, beni sakinleştirmek için ellerini hafifçe kaldırdı.
“Tamam sakin ol, kimse değilim ben.” İnanmaz gözlerle baktım ona, bu elbette silahımı indirmem için uydurduğu bir yalandı. Ona inanmadığımı anladığında belindeki silahını çıkarıp doğrulttu bana. “Silahını indir konuşalım.” Alayla güldüm, beni öldüremeyeceğini o da bende hayet iyi biliyorduk. Silahı ondan çekip kendi kalbime doğrulttum.
“Cesedim işine pek yaramayabilir, beni bırakıyor musun yoksa cesedimle geri mi gitmek istersin?” Dudakları şaşkınlıkla hafifçe aralanırken silahını indirdi ve cüzdanını çıkardı.
“Kaçırılmadın, askerim ben.. şimdi indir o silahı.” Cüzdanından asker kimliğini çıkarıp bana uzattı. Şuan içimde bi yerlerde bu adamın masum olduğunu öğrenmek için can atan bir tarafım vardı. Kimliği elinden alıp kontrol ettim. Türk silahlı kuvvetleri kimlik kartıydı.. Üsteğmen Bora Karakurt 28 yaşındaydı. Sertçe yutkunup gözlerine bakarken beni izliyordu. Kartı ona geri uzatıp silahı indirdim.
“Neden habersizce kucağına alıp ağzımı kapatıyorsun o halde, korktum.” Sıkıntılı bir nefes verip sürücü koltuğuna geçti ve arabayı kilitledi. Utanmasam sevinçten halaya durucaktım, adam o kadar yakışıklıydı ki mantıklı düşünemiyordum.
“Şuan önemli bir operasyonun ortasındayız ve ben seni kucağıma alıp buraya getirmeseydim her şeyi mahvediyordun.” Şaşkınca baktım gözlerine, kehribarları o kadar güzeldi ki.. kendine gel Lal! Yağmur şiddetini iyice arttırırken taksici adama baktım. Gitmişti, gerçi yağmurdan göz gözü görmüyordu.
“Ben.. bilmiyordum, sadece bir an önce otele gitmek istiyordum.” Bir şey demeden arabayı çalıştırırken ona döndüm tekrar. “Ben gitsem iyi olur, sizi meşgul etmeyeyim daha fazla.” Bana kısa bir bakış atıp yola devam etti.
“Bu havada taksi bulamazsın, kemerini tak.” Sesi itiraz istemediğini belli eden bir tonda çıkmıştı, dediğini yaparken o da klimayı açmıştı. Sırılsıklam olmuştum bile, kolunu arkaya uzatıp siyah bir ceket uzattı bana. Tam istemediğimi söylemek için konuşacağım sırada öyle bir baktı ki gözlerime susmak zorunda kalmıştım. Ceketi üzerime geçirip ısınmaya çalıştım, ellerimi birbirine sürtüyordum. “Rezervasyon yaptırdın mı?” Aslında bunu yolda halletmeyi düşünmüştüm çünkü tayinim daha dün çıkmıştı ve ben gizlice uçağa atlayıp buraya gelmiştim. Kafamı iki yana sallarken sorgularcasına baktı bana, sanırım kafası karışmıştı.
“Buralarda yeniyim, tayinim dün çıktı ve yolculuk epey uzundu.” Bir şey demeden büyük bir otelin önüne sürdü, valizim havalimanında kalmıştı. Birlikte arabadan inerken ona baktım, buradan sonrasını ben halledebilirdim sonuçta. “Gelmene gerek yoktu aslında.” Saatine baktı, daha sonra yanıma geldi.
“Turistlerin en yoğun olduğu dönem, otele yerleştiğinden emin olmalıyım. Valizin bizimkilerde.” Demek valizimi almışlardı, kendimi biraz suçlu hissediyordum. Bir şey demeden birlikte resepsiyona doğru ilerledik, içerisi oldukça kalabalıktı. Resepsiyondaki kadın güler yüzle karşıladı bizi, fazla lüks ve güvenli bir yere benziyordu.
“Merhaba bir hafta için rezervasyon yaptırmak istiyorum, hatta biraz daha uzatabilirim.” Kadın burukça güldü.
“Malesef müsait odamız kalmadı, çevre otellerde yer bulamayan müşterilerimizde buraya geldi ve birkaç saatte bütün odalar doldu.” Yeni hayatım epey olumsuzluklarla başlamıştı, başımın ağrıdığını hissediyordum. Neredeyse 20 saattir yoldaydım ve uykusuzdum. Bora’ya baktım, telefonundan bir şeyler yapıyordu.
“İstersen sen git, ben uygun bir yer bulup sana mesaj atarım oteli.. yada bir yere bırakırsınız ben almaya gelirim.” Beni umursamadan telefonunundan birisini aradı ve bekledi.
“Faruk orduevine bir misafir getireceğim, odasını hazırlayın..” bir süre karşı tarafı dinledi. “Bir haftadan fazla.” Telefonu kapatıp bana baktı. “Ev bulana kadar orduevinde misafirsin.” Şaşırsamda belli etmemiştim.
“Neden ilgileniyorsun bu kadar? Ben kendi başımın çaresine bakardım, zaten işinizi mahvediyordum.” Sabır dilenircesine baktı gözlerime, sanırım biraz fazla konuşuyordum.
“Bunu bugünki yaşananları ve asker olduğumuzu unutmana sayıyorum, şimdi düş önüme bir sürü işim var.” Kaşlarım çatılırken ona karşılık vermek istedim ama o beni umursamadan arabaya doğru ilerlemişti.
“Bay ukala, askersin diye kendini üstten gören ukalanın tekisin.” İçimden ona saydırmaya devam ederken peşine takıldım, kapımı açıp binmem için bekledi. Ukala ve centilmen bir öküz.. ayrıca çok yakışıklı.. ve de uzun.. sanırım taksiciden neredeyse 10 santim daha uzundu. Sahi taksicide mi askerdi? Koltuğuma geçip kemerimi bağlarken o da çok geçmeden gelmişti. 12 dakika 27 saniyelik sessiz yolculuğumuzun ardından askerlerin kapısında nöbet tuttuğu güvenlikten geçtik arabayla. Güvenlikteki askerler başıyla yanımdaki adama selam verirken yan aynalardan gülüştüklerini görmüştüm, sanırım bizi sevgili sanmışlardı. Arabayı otoparka parkederken büyük taş bir binanın önündeydik. Etrafta evler vardı, sanırım bunlarda lojmandı. Bora önde ben arkasında ilerlerken resepsiyonda başka bir asker bekliyordu. Bora’yı görünce hemen baş selamı verip bana kısa bir bakış attı.
“Hoş geldiniz komutanım, odanız hazır.” Bora askerin uzattığı anahtarı alıp numarasına baktı ve bana uzattı.
“Oda 23, birazdan valizini getirmiş olurlar. Herhangi bir sıkıntı çıkarsa resepsiyonu ara hallederler.” Ona karşı mahcup hissediyordum, hafifçe tebessüm ettim.
“Teşekkür ederim ve ayrıca kusura bakmayın.. işinizi baltalıyordum..” Başıyla bana eyvallah der gibi selam verip giderken arkasından bakıyordum, ne yaşamıştım ben bugün böyle? Yanımdaki asker boğazını temizleyerek ona bakmamı sağladı.
“Ben odanıza kadar eşlik edeyim isterseniz.” Aslında bana başka türlü yardımcı olabilirdi. Gözlerimi kısarak resepsiyonun tezgahındaki kağıt ve kalemi aldım.
“Bana bildiğin emlakçıları ve galericilerin numaralarını yazar mısın?” Asker şaşkınca bana bakarken beni onaylayıp telefonunu çıkardı ve birkaç numara girip yanına isimlerini yazdı. Kağıdı alıp odama doğru ilerlerken çoktan birilerini aramaya başlamıştım bile.