6

1232 Kelimeler
Buz gibi suya dalar dalmaz korkuyla birkaç saniye suyun derinliklerinde çırpınmıştım. Suyun yoğunluğundan olsa gerek, çok derin olmamasına rağmen üzerimdeki basıncı hissediyordum ve bu istemsizce daha fazla telaş yapmama sebep olmuştu. Suyun içinde gözlerimi açtıktan sonra masmavi suyun içinde yüzen minik mavi ışıklar görünce bir anlık korkuyla ciğerlerimdeki nefesi bırakmıştım. Sanki uzayda süzülüyordum ve mavi küçük ışıklar da çok uzaktaki yıldızlar gibiydi. Dokunmak istesem de yetişemeyecek gibi hissediyordum. İşaret parmağımla yakınımdaki bir mavi ışığa dokunmak için hareketlensem de, mavi ışık her bir hareketimde benden uzaklaşıyor, elime değmek üzere olanlarda ikiye ayrılıp elimin etrafından dolaşarak tekrar birleşiyordu. Nefes almam için artık bana baskı uygulayan ciğerlerim sayesinde birkaç saniye sonra toparlanıp babamın bana öğrettiği taktikleri uygulamaya başladım. Ayaklarımı düzenli bir şekilde sallayıp kollarımla yukarıya doğru kulaçlar atarken yükselmeye başlamıştım bile. Yüzeye çıkınca derin bir nefes alıp ardından öksürdüm birkaç kere. Boğazıma su kaçmıştı ve birden nefes alınca ciğerlerim yanmıştı. Aşağıdaki şeyleri de daha sonra sorgulayacaktım. Tabi eğer şizofren olup olmayan şeyleri görmüyorsam... "Vay anasını..." diye mırıldanarak kıyıya yüzerken arada suyun içindeki mavi parlak şeylere baksam da artık görünmüyordu. Kıyıya geldikten sonra Aras, namı değer Maviş, sayesinde kıyıya çıkıp üzerimdeki tulumu çıkartmaya başladım. Kolları ve boyun kısmından birkaç damla su girse de kıyafetlerim kupkuruydu ve bu durum, tulumların özelliklerine yeni bir madde eklememe neden olmuştu. Su geçirmiyorlardı. Yola çıkarken gruptan birkaç kişinin ağızlarını arasam da hiçbir şey görmediklerini söylemişlerdi. Bende göz yanılsaması diyerek geçiştirsem de, aklım hala göldeydi. Arada kendi akıl sağlığımı da sorgulamıyor değildim tabi. Şelaleden su ihtiyaçlarımızı görüp fazla vakit kaybetmeden yola çıkarken ileriye baktım. Şelalenin etrafında geniş çaplı yeşillik bir alan olsa da, geri kalan yerler için aynı şeyi söyleyemezdim. Yeşil alanın ötesinde kuru toprak ve taşlardan başka bir şey yoktu, hatta biraz ileride toprakta yarıklar görmek bile mümkündü. Bu durum bizim için büyülü bir ormandan, kurak bir çöle düşmekle aynı etkiyi bırakıyordu. Ya da çölde bir vaha bulmak gibiydi. Aras önden, bende en arkadan yürürken ceketimin altında, kolumdan elime doğru kayan tuhaf bir dokunma hissiyle tüylerim diken diken olunca bakışlarım elime kaymıştı. İnce bir yol oluşturan kan, işaret parmağımdan yere damlamıştı. O adamlardan kaçarken kolumu bir kurşun sıyırmıştı ve açıkçası korkudan bunu tamamen unutmuştum. O andaki adrenalin yüzünden hissetmemiş olmalıydım ama şu an yara sızım sızım sızlamaya başlamıştı. Zaten en arkada yürüdüğüm için ceketimi çıkartıp yaraya baktım. Kurşun içeride kalmamış ve sadece sıyırıp geçmişti neyse ki. Ayrıca çok da derin değildi, ancak kanamaya devam etmesi benim için bir sorun teşkil ediyordu. Çantamın içinden beyaz bir tişört çıkartıp çantamı diğer omzuma astım ve elime doğru akan kanı sildikten sonra tişörtü katlayarak dikkatlice sarıp bağladım. Sargıyı sıkınca canım fazlasıyla acısa da sesimi çıkartmadım. Boşu boşuna ilgi toplamaya gerek yoktu. Ceketimi tekrar giyip çantamı omuzlarımdan geçirerek yola odaklanmıştım. Orman aşırı uzakta olmasa da nereden baksan bu hızla 1 saate anca giderdik. Kurak bir ortam olmasına rağmen yemyeşil olan orman fazla dikkat çekiyordu ve bana biraz tuhaf gelmişti. Bir ağacın bu kadar canlı bir renge sahip olması, pek normal gelmiyordu. Tamam o odadaki kitaplardan başka bir bilgim olmasa da, bu durumun anormalliğinden anlayacak kadar bilgiye sahiptim. Hava bulutlu olmasına rağmen yağmur yağacak gibi durmuyordu. Bulutlar alabildiğine beyazdı ve yağmur bulutları değildi. Daha çok bir fabrikadan çıkan beyaz dumana benziyordu. Uzun bir yürüyüşün ardından ormana girdiğimizde, güneşi göremesem de bulutların arkasındaki parlaklıktan akşam üzeri olduğu anlaşılıyordu. Haritada bir sürü orman görünüyordu ve bu merkezin bizi bulmalarını biraz zorlaştıracaktı. Aynı şekilde diğer gruplar da burayı bulmakta zorlanacakları kesindi. Ne tarafta olduğunu da bilmiyorlarsa, bizi kesinlikle bulamayacaklardı. Gelişmiş bur kuruluş olabilirlerdi, ancak savaştan çıkalı sadece üç sene olmuştu ve on sene süren bu kaybı sadece 3 senede kapatabilecek güce sahip olduklarını düşünmüyordum. Ayrıca bizim kaçtığımız tarafta 5 tane daha ayrı orman olduğu için arama ekiplerinin çok fazla zaman kaybedeceği kesindi ama yarına kadar diğerlerini beklemek bizim için tehlike arz ediyordu, çünkü bu şehirde ne kadar zaman harcarsak, bizi bulmaları o kadar yakınlaşacaktı. Ormanın girişinde, bir ağacın kenarında yerde duran ölü kuşu fark ettim. Yemyeşil ve güzel bir orman olmasına rağmen o kuş bende kötü hisler uyandırmıştı. Gerçi bu kadar canlı renkler ve parlak yaprakları olduğu için yüksek ihtimalle zehirli bitkiler vardı. Mesela bir mantarın bu kadar canlı bir renge sahip olması ancak zehirli olduğuna işaret verirdi. Bu mantıktan yola çıkarsak, bu ormanda yiyecek bir şeyler bulmam oldukça zor olacak gibi görünüyordu. Dışarıdan bakılınca görülmeyecek kadar derinlere gidip uygun bir alanda oturduğumuzda benim dışımdakiler konuşup sohbet etmeye başlasalar da ben konuşmaya katılmadım. Genel olarak eski hayatlarından ve buraya nasıl getirildiklerinden falan bahsediyorlardı, ki bunlar pek de beni açan konular sayılmazdı. Çantamdaki telefonları tek tek bulup sim kartlarını ve bataryaları çıkartarak tekrar çantaya koyarken %6 şarjı kalan bir bataryayı elime aldım. Gece olunca ateş yakmak zorunda kalabilirdik, etrafta yırtıcı hayvanların olması muhtemeldi. Ama ateşi söndürünce çıkacak duman da burada olduğumuzu açık ederdi. Ateşi söndüreceğimizde üzerine kum atmaktansa iri bir kaya koyarsak hem ateş sönecek, hem de duman çıkmayacaktı. Bu şekilde yapabilirdik. Bir süre sonra ormandan gelen yürüyüş sesleri ile birlikte hepimiz ayaklansak da gelen diğer iki gruptu. Farklı olarak 11 kişilerdi ve içlerinden bir grup 6 kişi ayrılmış olmalıydı. Yine de buna fazla takılmadım. İlerleyen saatlerde hava iyice kararırken bir grup daha gelmiş, ve biz de dahil toplam 21 kişi olmuştuk. Havanın iyice kararması ve bulutlar yüzünden ay ışığının da olmaması nedeniyle çantamdaki tulumun ceplerinden bir bıçak alıp yerden 3-5 dal alarak elimdeki bataryanın 3 tane yan yana kare şeklindeki bakır kısmını kesmeye başladım. Kısa bir süre sonra hafif bir patlamayla batarya alev alırken dalları ateşe atıp kenara çekildim. Herkes ateşin etrafında daire oluşturacak şekilde oturup birbirleriyle sohbet ederken ben yine onlardan ayrı bir köşeye geçip sırtımı ağaca dayayarak yere oturup uzaktan ateşi izlemeye başladım. Bir süre sonra, bir grup daha gelip diğerlerine katılınca Aras da gelip yanıma oturdu ve bir ayağını diğer ayağının üzerine atıp rahat bir pozisyonda oturarak ateşi izledi sessizce. O da büyük ihtimalle benim gibi diğerlerinin sohbetlerinden sıkılmıştı. "Neden diğerlerine katılmıyorsun?" diye konuşan Aras'a çevirdim başımı. Boyu benden uzun olduğu için başımı biraz kaldırmam gerekse de mavi gözlerine yansıyan ateşi çok net görüyordum. Yakıcı mavi dedikleri bu olsa gerekti. "Yalnızlığa alışmışım sanırım." dedim başımı tekrar ilerideki ateşe çevirirken. Birkaç kişi arada dal ve odun bulup atıyorlardı ve yanan kızıl küller göğe uçuşup sönüyordu. Yıllar sonra ilk defa canlı bir ateş görüyordum belki. Ve canlı görmek çok daha güzel ve farklıydı. "Benim için pek bir fark olmadı. Küçükken de sessiz ve yalnızdım. Benimki bir alışkanlıktan öte." dediğinde gözlerim yanan ateşten ayrılmadı. O an nedenini deli gibi merak etsem de soramadım. Geçmişin acısını su üstüne çıkarmaktan çekindim. Zaten ne kadar süredir tanıyordum ki onu? Hemen sorunca bana her şeyi anlatacak değildi. Son iki gruptan biri daha geldiğinde bir anda tuhaf, tüylerimi diken diken eden bir titreme hissi yayıldı tüm vücuduma. Hani sıcak bir ortamdan birden soğuk bir ortama geçince kısa titreme alırdı ya insanı, aynen o şekildeydi. 51 kişi olmuştuk ve son grubu da beklerken sağ taraftan çalıların arasındaki hışırtı benzeri bir ses gelince Aras'la ben sakince o yöne baktık. Son grup da gelmiş olmalıydı. Ardından asla tahmin edemeyeceğimiz bir şekilde çalıların arasından, neredeyse benim boyumda olan kocaman bir kaplan atlayınca korkuyla ayaklandık. Sanki zaman donmuş gibi uzun bir sessizlik aldı ortamı. Tek çıkan ses ateşten gelen çıtırdamalar olurken kocaman gri kaplan, altın sarısı gözlerini bize dikmiş, saldıracakmış gibi duruyordu. Garip olan kısım kürkündeki canlı kırmızı çizgiler ve altın sarısı parlak gözleriydi. Ayrıca o devasa boyu da göz ardı edilemeyecek bir etkendi.  Birden bize doğru koşmaya başlayan kaplanla birlikte sertçe yutkundum ve ağzımdan dökülen cümleye engel olmadım. "Eşhedüenlaa..."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE