8

1009 Kelimeler
"Pekala plan şu. Herkes tekrardan 5'erli gruplara ayrılacak ama 3 grupta 6 kişi olması gerekiyor. Biz şimdi buradayız." dedim elimdeki çubukla yere çizdiğim haritanın sağ tarafında bir noktayı gösterirken. "Güneş tam batmak üzereyken şurada toplanacağız." deyip şehrin diğer ucunu gösterdim. "O zamana kadar şehirden bulabildiğimiz kadar bilgi ve erzak toplayacağız. Riske girmek yok, bunun dışında istediğinizi yapabilirsiniz." deyip herkesin yüzüne baktım ve anladıklarından emin olduktan sonra ayağa kalktım. Herkesi doğru bir şekilde gruplandırıp belirli aralıklarla şehre gönderdiğimizde sadece bizim grup kalmıştı. Tek fark olarak 6 kişiydik ve bizim gruba giren sarışın çocukla kısaca tanıştıktan sonra yola çıktık. Zaten en sona biz kalmıştık. Güneşin konumuna bakarsak saat 4 veya 5 olmalıydı, ki bir de kış ayına yaklaştığımız için güneş erkenden batacaktı ve nereden baksan yaklaşık iki veya üç saatimiz kalmıştı. Bu bizim için pek avantajlı olmasa da bir şekilde idare edecektik artık. Diğerleri erzaklarla ilgilenirken biz daha çok taşıtlarla ilgilenecektik. Yani şehirler arası büyük bir otobüs işimizi görürdü. Sorun onu nasıl alacağımızdı. Şehir, öyle büyük bir şehir değildi ve oldukça eski bir yer gibi görünüyordu. Buradan göründüğü kadarıyla burada pek insan yaşadığını düşünmüyordum ve işimize yarayacak pek çok eşya bulabilirdik. Şehre girdiğimizde gördüğüm şeyle kaşlarım çatıldı. 42 kişinin tamamı yolun ortasında toplanmış, hiçbir gizlenme endişesi duymadan topluca bir şeyler konuşuyorlardı. Bizi fark edince duraksayarak hepsi bize doğru yönelince Aras'ın söylediği sözler aklıma dolandı. İsyan mı? Bu kadar erken mi? İçlerinden bir kişi konuşmak için öne çıkınca yavaşça bir nefes alıp verdim ve etrafta silah olarak kullanabileceğim taş veya sopa tarzı bur eşya aradı gözlerim. Olabilecek her şeye karşı tetikteydim ve eğer bir isyan olacaksa ilk işleri bizi öldürmek olacaktı. Onları o merkezden kaçıran biz olduğumuz için başlarına gelen her şeyi bizden bilmeleri normal sayılırdı ancak unca sene bu deneylere katlanıp aptal bir isyan yüzünden ölmek istemiyordum. "Şehre kısaca baktık ama burası terk edilmiş. Grup dağılımını yeniden yapmamızı öneriyorum. Ortada bir tehdit yok ve fazla kişi olmamız sorun olmayacaktır." dediğinde her şeyden şüphe eden iç sesim bir anda susunca beynimde büyük bir sessizlik oldu. Aras, "O zaman grupları sekizer kişi olarak ayarlayalım." dediğinde herkes gruplara ayrılırken, ben de Aras'tan ayrılarak 4 erkeğin ve 3 kızın olduğu bir gruba girdim. Kısaca onlarla tanıştıktan sonra Aras'a odaklandım. Toplamda 6 grup olmuştu ve Aras, her grupla ayrı ayrı konuştuktan sonra sıra bize geldi. "Siz bu sokaktaki evleri arayacaksınız. Bozulmamış yiyecek, içecek, kıyafet, aletler... Kısaca işe yarar ne bulursanız toplayın ve sokakta çalışan bir araba bulup ona taşıyın. Harita falan bulursanız da bana getirin." dedikten sonra kendi grubuna yöneldi. Biz sağdaki ilk eve doğru yürümeye başladık. Evin üzerinde mermi delikleri vardı ancak hala sağlam gibi görünüyordu. Ev tamamıyla beyaza boyanmıştı ve balkon demirleri siyahtı. Boyası dökülmesine rağmen bir zamanlar güzel bir ev olduğu belli oluyordu. 2 katlı fazla büyük olmayan bir evdi ve üzerinde mermi delikleri olmasaydı fazlasıyla sempatik bir görünüme sahipti. Ayrılıp ilk kata 2 kız 2 erkek gönderdikten sonra üst kata yöneldik. Merdiven korkuluğu sağlam durmuyordu ve her yer toz içinde kalmıştı. Kapıyı zorlamama gerek kalmadan tek bir dokunuşumla yıkılan kapıya bir süre boş boş baksam, da içimde bir an önce işimizi bitirip buradan ayrılma isteği oluşmuştu. Dışarıdan sağlam görünse de, şu manzaradan sonra evin başımıza yıkılmadığına dua ediyordum. Evin içi ise tam bir kaos alanıydı. Eşyalar kapı ve pencerelerin önüne sürüklenmiş, duvarlarda kurumuş kan olduğunu tahmin ettiğim kahverengi lekeler vardı. Şimdiye kadar herhangi bir cesede rastlamamıştık ama görünüşe göre o da an meselesiydi. Ben mutfağa yönelirken diğerleri de farklı odalara girmişti. Fırına asılı duran tozlu bir havluyu tezgaha serip çekmecelerden bulabildiğim kaşık, çatal ve bıçakları havluya sarıp bir poşete koydum ve sıkıca bağladım. Buz dolabının üzerindeki post-it kağıtlarını alıp birini poşetin üzerine yapıştırdım ve üzerine "Kaşık- çatal- Bıçak" yazdım. Düzenli olarak zamana yatırım yapmayı seviyordum ve ayrıca bu işimi oldukça kolaylaştırıyordu. Porselen ve cam olan her şeyi es geçip plastik ve demir olan tabak ve bardakları da poşetledikten sonra elimde dolu dolu 3 poşet olmuştu. Buz dolabı ise tamamen hayal kırıklığıydı. İçindeki her şey çürümüş ve küflenmişti. Hatta çürümeyi de geç, birkaç hafta sonra bu şeyler hareket etmeye bile başlardı. Bozulmayan şeyler ise genelde makarna, bulgur, pirinç gibi kuru yiyeceklerdi. En azından yiyecek namına bir şeyler bulabildiğim için mutluydum. Elimde dolu dolu 6 poşetle koridora çıkıp poşetleri ortaya koydum ve boş oda aradım ama bulamadım. Sadece banyodaki dolapta 6-7 tane havlu vardı, onları da poşetleyip üzerine post-it kağıdı yapıştırarak mutfaktan bulduğum mavi tükenmez kalemle "havlu" yazdıktan sonra salondaki diğer poşetlerin yanına koymuştum. Diğerleri de eşyaları kategoriye ayırıp benden görmüş olmalılar ki, çantaların ve bavulların üzerine ne olduklarını yazmışlardı. Sarışın bir kız, tozlu ama yumuşak olduğu belli olan büyük bir minderi katlamak için yardım isteyince ona yardım ettim ve iple bağlayıp aşağıya indirdik hepsini. Alt katı kontrol edenlerden kumral olan bir çocuk çoktan büyük bir aile arabası bulup evin önüne çekmişti. Kapılarda birkaç kurşun deliği olsa da kaputta hiçbir sorun olmadığı için çalışacak durumdaydı. Erkekler eşyaları bagaja yüklerden bu durum bir süre böyle devam etti. Bu araba doldu, bizde başka bir araba bulup ona doldurmaya devam ettik. Gökyüzü kızıl bir renge bürünüp güneş batmaya yakın bir zamana geldiğimizde, bu sokakta son bir ev kalmıştı ama o evden çok tereddütlüydüm. Bir kere yanından geçerken içeride bir takırtı sesi duymuştum ama benden başka kimsenin duymadığını fark edince bende aldırmadım. Paranoyakça davranıyor gibi görünmekten çekindiğim için rüzgardır diyerek fazla umursamayacaktım ancak bu, tetikte olmayacağım anlamına gelmezdi. O ev tek katlı ve geniş bir evdi. Kapısı da diğer kapılara göre çok daha dayanıklı olduğu için açmakta sıkıntı yaşayınca erkeklerden biri camı kırıp içeriye girmiş ve kapıyı içeriden açmıştı. Biz de eve girip farklı odalara yönelmiştik. Ses gelmese de tuhaf bir iç güdüyle yatak odasına yönelmiştim. Sertçe yutkunup kapıyı aralarken büyük bir yatak odasıyla karşılaştım. Diğer evler kadar tozlu olmasa da tozlar görünüyordu. Oda dağınık değildi, ve aksine oldukça topluydu. Küçük bir takırtı duyunca irkilerek elimi kalbime götürdüm ve sesin geldiği yöne döndüm. Büyük bir gardırop vardı ve eminim ki o ses, o dolaptan gelmişti. Göğüs kafesimi zorlayarak atmaya devam eden kalbimi bırakıp belimdeki bıçağı çıkardım ve sessiz adımlarla gardıroba yöneldim. Tahta kapağını bir anda açıp içindekini görmemle çığlık atınca, dolabın içindeki erkek çocuğu da çığlık atmaya başlamıştı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE