HAVİN Hızla ayağa fırladım. Kim ölmüştü, kim? Bağıran kimdi, neler oluyordu hiçbir şey anlayamıyordum. Merdivenlere doğru koştum hızla. Aklımdan binlerce senaryo geçiyordu. Müslüm mü müydü ölen? Başkası mı? Yoksa… Karan’mı? Mirdaşlar mı basmıştı konağı? Hiç acımadan Karan’a kıymışlar mıydı? Karan… Ona bir şey olursa ne yapardım bilmiyordum. Gözlerim benden bağımsız olarak yaşarmaya başladı. Taş basamaklar, karanlıkta gözümün önünde flu bir siluet gibi uzanıyordu. Her adımda içimden bir şeyler kopuyordu sanki. “Aptal kafam!” diye bağırdım. Ne diye çatıya çıkmıştım, ne diye huzur arama tribine girmiştim ki? Karan’ın yanına neden gitmemiştim? Basamakları üçer beşer atlarken ayağım birden kaydı. Kısa bir çığlık atarak dengemi kaybettim. Bedenim taş basamaklara çarparken, yuvarlanm

