Ejderhanım Ana, tanıştırma faslını bitirdikten sonra boğazını temizledi. "Şimdi Kuma Eğitim Enstitüsü'ne başlayacaksın. Her gün farklı bir ders alacaksın. İlk dersin: Tokat Yeme Dersi."
"Tokat Yeme Dersi mi?" diye sordum şaşkınlıkla.
"Evet. Her kadın tokadı nasıl yiyeceğini bilmeli. Doğru açıyla, doğru yüz ifadesiyle tokat yemek bir sanattır."
Ejderhanım Ana beni küçük bir odaya götürdü. Odada bir tahta, birkaç sıra ve duvarda "TOKAT YİYEN KADIN, MUTLU OLUR" yazan bir afiş vardı.
"Ejderhanım Ana," dedim korkarak, "ben hiç tokat yemedim bugüne kadar."
"Ne? Hiç tokat yemeyen bir köy kızı mı? Vah vah, çok geri kalmışsın sen. Neyse, şimdi öğreneceksin."
Ejderhanım Ana birden elini kaldırıp şaklattı suratıma. Acıdan gözlerim yaşardı.
"Yanlış!" dedi sert bir sesle. "Tokat yerken gözlerini kapatmayacaksın. Ağaya bakacaksın, suçun ne olursa olsun kabul edeceksin. Tekrar deneyelim."
İkinci tokat geldi. Bu sefer gözlerimi açık tuttum.
"Daha iyi! Ama yüz ifaden hala yanlış. Şimdi 'iyi ki tokat yedim' der gibi bakacaksın."
Üçüncü tokat... dördüncü tokat... beşinci tokat...
Dersin sonunda Ejderhanım Ana memnun görünüyordu. "Aferin, çabuk öğreniyorsun. Ne kadar şanslısın ki böyle bir eğitim alabiliyorsun! Bizim köyde kadınlar tokadı rastgele yer, tekniği bilmezler. Sen artık elit bir kumasın."
Eğitimin ardından Ejderhanım Ana beni diğer kumaların yanına götürdü. Hepsi salonda oturmuş, akşam yemeği için hazırlık yapıyorlardı. Birinci Kuma Şahmaran, bana yaklaştı.
"Nasıldı ilk dersin?" diye sordu alaycı bir gülümsemeyle.
"Şey... ilginçti," dedim yanağımı ovarak.
"Alışırsın," dedi Üçüncü Kuma Kumru. "Ben ilk geldiğimde bir hafta boyunca tokat dersi aldım. İkinci hafta 'iyi tokat yiyen iyi yemek yapar' dersine geçtim."
Tam o sırada konağın kapısı açıldı ve Zalimül Ağa içeri girdi. Yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Tüm kumalar ayağa kalktı, ben de onları taklit ettim.
"Kadınlarım!" dedi Ağa gururla. "Size müjdeli bir haberim var. Artık sadece bir ağa değilim, aynı zamanda CEO'yum da!"
Kumalar hep bir ağızdan "ooooo" diyerek alkışladı. Ben ne olduğunu anlamamıştım.
"CEO ne demek?" diye fısıldadım Kumru'ya.
"Çok Erkeksi Overlord demek," diye fısıldadı o da. "Şehirde çok önemli bir unvanmış."
"Evet kadınlarım," diye devam etti Ağa. "Artık bir şirketim var. Adı 'Zalimül Holding Incorporated Limited Anonymous Şirketi'. Köydeki tüm tavuk çiftliklerini satın aldım. Artık ben tavuk imparatoruyum!"
Tüm kumalar çığlık çığlığa kutlamaya başladı. Beşinci Kuma Nevbahar hemen mutfağa koşup bir tepsi tatlı getirdi. Tatlıyı yerken Ağa bıyık altından güldü.
"Ee, bu başarımı kutlamak lazım," dedi göz kırparak. "Bu gece koynuma kimi alacağım acaba?"
Bir anda salon buz kesti. Tüm kumalar birbirine baktı. Birinci Kuma Şahmaran öne çıktı.
"Ağam, en kıdemlisi benim. Bu gece beni alın koynunuza."
Arkadan İkinci Kuma Çeşmidil atıldı. "Hayır Ağam, ben en iyi muhasebeciyim. Size şirket hesaplarını anlatırım gece boyu."
Selvihan, Dördüncü Kuma, birden yerinden fırlayıp odanın ortasındaki kılıcı kaptı. "Beni seçin Ağam, yoksa kendimi keserim!"
Diğer kumalar da birer silah kapıp ortaya fırladı. Şahmaran bir hançer, Çeşmidil bir oklava, Kumru bir tava, Nevbahar bir et bıçağı, Mihriban bir makas, Gülizar ise bir zincir çıkarmıştı. Hepsi "ben, ben, ben!" diyerek birbirine girdi.
Ağa kenarda keyifle izliyordu. Ben ise şaşkınlıkla bu manzarayı seyrediyordum. Gerçek bir savaş başlamıştı salonda. Kumalar birbirini kesiyor, biçiyor, dövüyordu. Ejderhanım Ana, yerinden kalkmadan çayını yudumluyordu.
Nihayet Gülizar yere yığıldı, kanlar içinde. Ağa yerinden kalkıp yanına gitti.
"Vah vah, yaralanmış," dedi umursamaz bir tavırla. "Neyse, zaten gebe değildi. Atın hastanenin önüne, bizden olduğunu söylemeyin."
İki fedai içeri girip Gülizar'ı sürükleyerek dışarı çıkardı. Bu olaya hiç tepki vermeyen diğer kumalar tekrar Ağa'nın etrafında toplandı.
"Hadi bakalım," dedi Ağa, "bu gece kimi alacağımı piti piti ile seçeceğim."
Ağa parmağını kumaların üzerinde gezdirerek saymaya başladı:
"Piti piti karamela sepeti,
Terazi lastik jimnastik,
Biz size geldik bitlendik,
Hamama gittik temizlendik,
Oyna sen çık!"
Parmağı Beşinci Kuma Nevbahar'ı gösterdi. Nevbahar sevinçle zıpladı. Ama tam o sırada yerden bir inilti geldi. Gülizar gitmemişti, hala odanın köşesinde kanlar içinde yatıyordu.
"Olmaz Ağam," dedi güçlükle. "Benim ateşim başıma vurdu bu gece, ne olur beni alın koynunuza!"
Bu fedakarlık karşısında ağzım açık kaldı. Kadın ölmek üzereydi ama hala Ağa'nın koynuna girmek istiyordu! Ne müthiş bir görev aşkı, ne büyük bir sadakat! Onu içtenlikle alkışladım.
Zalimül Ağa, Nevbahar'a baktı, sonra Gülizar'a, sonra diğer kumalara. Nihayet bana döndü.
"Olmaz, vazgeçtim. Bu gece Gülbahar'ı... pardon, Sekizinci Kuma'yı alacağım koynuma. O daha yeni geldi, kardeşinizde oynasın, ayıp olur. Benim şehvetim hepinize yeter zaten!"
Bunu duyan kumalar ah vah ederek yere çöktü. Hepsi ağlamaya, saçını başını yolmaya başladı. Ben ise şaşkınlık ve mutluluktan ne yapacağımı bilemiyordum. İçgüdüsel olarak Ağa'nın ayaklarına kapandım ve çoraplarını öpmeye başladım.
"Ağam, bu ne büyük şeref!"
Ağa beni yerden kaldırdı. "Hadi git hazırlan. Annem sana yardım edecek."
Kumalar hüzünle bana bakıyordu. Şahmaran, "Bu gece salonda toplanıp, Ağayla halvete giremediğimiz için yas tutacağız," dedi diğerlerine. Hepsi başını sallayarak onayladı.
Ejderhanım Ana beni kolumdan tutup bir odaya götürdü. Oda muhteşemdi: kocaman bir yatak, ipek çarşaflar, kadife perdeler...
"Gel bakalım sen benimle," dedi kaynana. "Vücudunu kontrol edeceğim. Soyun!"
Titreyerek soyunmaya başladım. Basbakire halimle çırılçıplak kalınca utançtan yerin dibine girmiş gibi hissettim. Ama Ejderhanım Ana'nın bakışlarındaki onay beni cesaretlendirdi.
"Hadi göster bakalım bana ne yapabilirsin," dedi. "Oğlumu etkilemen lazım."
Ne yapacağımı bilemeyerek, annemin bir zamanlar panayırda gördüğü direk dansçılarından bahsettiğini hatırladım. Duvara yaslanıp biraz salınmaya başladım, sonra bacaklarımı açıp kendimi sergiledim.
Ejderhanım Ana gözlerini kısarak beni izledi. "Aslında bu sahne performansın çok marjinal. İçindeki duyguyu ve şehveti ben bile buradan hissettim. Mükemmel bir tutku!" diyerek alkışladı. Direk dansına olan hakimiyetiyle beni yorumlaması onur vericiydi.
"Ah, teşekkür ederim kaynanacığım," dedim mutlulukla. "Bu gece Zalimül'ün aklını alacağım. Bir hafta, on güne gebeyim!"
Ejderhanım Ana beni giydirdi, saçlarımı taradı, yüzüme allık sürdü. Sonra beni Ağa'nın odasına götürdü. Kapıya geldik.
"Hazır mısın?" diye sordu.
Başımı salladım. Kapıyı açtı ve beni içeri itti. Kapıyı açar açmaz karşımda Zalimül Ağa'yı gördüm.
Ama dün gördüğüm Ağa'dan eser yoktu. Karşımda adonis vücutlu, six-pack karın kasları olan, damarları belirgin, Yunan heykeli gibi bir adam duruyordu.
"Öfff Ağam, bu nedir ha? Ee göbek falan vardı sende, ne oldu onlar?" dedim şaşkınlıkla.
Ağa gülümsedi. "Gömlek çıkınca böyle işte yavrum. Ağaların özel gücü bu.! Biskolata Ağa'yım ben.'' dedi ve pazularını sıkarak devam etti,
''Sen hiç iki metre altı, Kasları olmayan Ağa gördün mü? Göremezsin" dedi.
''Ahh Ağam çok seksisiniz'' dedim.
Aniden Ağa'nın gözleri şehvetle tutuştu. Köpek gibi hırlayarak havladı: "Sus orospı, yat! Seni becereceğim şimdi!" dedi.
Bu ani değişim karşısında ne diyeceğimi bilemedim. İçgüdüsel olarak cevap verdim: "Ohhh, haşin erkek! Beni bu yataktan sakat bırakmadan çıkarırsan adam değilsin!" diye hırladım.
Bu sözler Ağa'yı çıldırttı. Aniden yerden bir vazo kaptı ve kafama geçirdi. Acıyla yere düştüm. Ağa beni tekmeleyerek yatağa attı.
O gece bana uluyarak sahip olmuştu, Dakika da 1500 küfür edebiliyor, Kadınlığımı ayaklar altına alıyordu.
Namısımı artık kaybetmiş, Fettanlığın ve Şırfıntılığın kitabını yazacak o kumaya dönüşmüştüm.
Yatakta kanlar içinde yatarken, köyümden ayrılırken annemin son sözlerini hatırladım: "Armut dalda asılsın, Ahlaki değerler nasılsın?!"
Ne kadar da haklıydı. İşte şimdi ben gerçek bir kuma olmuştum.