18. Bölüm

1028 Kelimeler
18. BÖLÜM: EMRİN ALTINDAKİ KALP Sabah, koğuşun içine sert girdi. Dün çamurun dili vardı, bugün emrin tonu. Alarm bağırdı. Komutlar bağırdı. Ayak sesleri bağırdı. Ama Ali… İçinden tek bir isim duyuyordu: Emre. Gözlerini açtığında ilk gördüğü şey, üst ranzanın demiri değildi. Dünkü revirin tavanı geldi aklına. Emre’nin eğildiği an. Parmaklarının bandaja değdiği an. “Fazla sıkı bu,” dediği an. Fazla. Ali, yorganı üzerinden attı. Yatağın kenarına oturdu. Bir süre ayağını yere değdirmeden, havada bekletti. Sanki yere basarsa, içine gömdüğü ismin toprağı çatlayacaktı. Bahadır homurdandı: “Offf… Bugün de parkur çıkarsa ben kendimi istifa ettiririm.” Kerem yastığı kafasına bastırdı: “Komutanım, asker kayboldu, görmediniz deyin, olur biter.” Çevrede gülüşmeler. Ali hafif gülümsedi. Ama yüzündeki o küçücük çizginin içinde bile Emre vardı. Çünkü artık Emre, sadece bir komutan değildi. Aylin’in yıllarca saklayarak büyüttüğü çocuksu sevdasının… Demir üniforma giymiş hâliydi. Hazırlanırken, dolabın içindeki katlı kıyafetlere baktı. Her şey aynı renk, aynı kesim, aynı sertlikteydi. Bir tek… İçinde kalbinin attığı yer, hâlâ farklıydı. Şapkasını eline aldığında, içinden Aylin geçti. Saçlarının omzuna düştüğü, mavi tokasını kaybedip ağladığı günler… Sonra Emre’nin, okul bahçesinde o tokayı bulup uzatışı: “Senin yüzünden yere bakmayı da öğrendim,” demişti çocuk Emre. “Her yer tokayla dolu gibi.” Aylin o gün ilk kez şunu düşünmüştü: “Bu çocuğa bakarken nefesim değişiyor.” Yıllar geçti. Emre hep yukarı baktı: Okul, derece, spor, disiplin… Askeri okul hayali. Aylin ise hep Emre’ye baktı. Bir gün, duvar diplerinde konuşurlarken Emre başını gökyüzüne kaldırmıştı: “Buralar beni boğuyor. Asker olacağım. Üniforma giyeceğim. Çıkacağım buradan.” Aylin’in boğazına bir şey düğümlenmişti. “Ben de…” demişti. Ama cümlenin gerisini getirememişti. “Ben de sen neredeysen… oraya bakacağım.” Şimdi bakıyordu. Ama Emre, artık çocuk değildi. Artık: “Komutanım.”dı. Ali şapkasını başına geçirirken, aynada kendine baktı. Sert bir çene. Kesik saçlar. Göğsünü bastıran bandaj. Ve içinden fısıldayan o isim: Aylin. “Sen sustun,” dedi içinden. “Ali konuşacak.” İçtima alanında sıra oldular. Sabahın soğuğu, yüzlere tokat gibi çarpıyordu. Betona sinen gece, botların altından içeri yürüyordu. Emre, kalabalığın önünde duruyordu. Omuzları dik. Bakışları, tek tek üzerlerinden geçiyordu. Ali, başını tam kaldırmadı. Ama göz ucuyla… Yıllardır aynı yüzü, yeni bir maskenin içinde seyretti. Bu, çocukken tokasını bulan çocuk değildi artık. Bu, “asker olacağım” diyen delikanlı da değildi. Bu adam… Onun komutanıydı. Sesi yükseldi: “Bugün dayanıklılık ve disiplin yoklaması var. Bedeni, nefesi ve emir dinleme becerinizi göreceğiz. Eksilen, zorlanan, saklanan olursa… tespit edilir.” “Saklanan” kelimesi, Ali’nin göğsüne saplandı. Emre devam etti: “Burada kimse, kimseden fazla gizli değildir. Anlaşıldı mı?” “Emredersiniz komutanım!” Kalabalığın ortasında bir ses korosu yükseldi. Ali de onlara karıştı. Sesi gür çıktı. Erkek tonu, boğazında çizik gibi dursa da… alışmıştı artık. Bahadır fısıldadı: “Bak bak, bugün jilet gibi. Keser bizi bu Emre.” Kerem, alttan alta sırıttı: “Karaca, senden komutana özel saygı görüyorum. Revirde özel muayene, içtimada ekstra dik duruş…” Bahadır hemen yapıştırdı: “Yakar bu seni, komutanın gözüne fazla girmek. Biz yılların tecrübesiyle kenardan seviyoruz komutanlarımızı.” Ali, istemsizce güldü. “Fo…” diyecekti, sustu. “Fazla konuşma Bahadır,” dedi. “Kendini sevdirmeden de yaşayabiliyor insan.” Ama kendisi biliyordu: İnsanın, içinden birine “fazla” bağlanması da mümkündü. Onun Emre’ye bağı… Artık sadece platonik bir gençlik hayranlığı değildi. Bir saplanmaydı. Ve en tehlikelisi: Emrin altındaydı. Parkur yine kuruldu. Duvar. Sürünme hattı. Lastikler. Zıplama, atlama, kavrama… Dün çamur bedenini konuşturmuştu. Bugün Emre’nin bakışı konuşuyordu. Ali duvara yaklaşırken, içinden bir ses yükseldi: “İzliyor mu?” Eli duvara değdi. Sıçradı. Tırmandı. Düşmedi. Ama inerken dizine binen yük, içindeki soruyla birleşti: “Beni hiç tanımadan mı yaşayacaksın, Emre?” Bahadır arkadan bağırdı: “Kaya gibi çocuk oldun Ali! Dün çamur, bugün beton, yarın ne yakacağız?” Ali sadece nefes aldı. Nefesi düzensiz değildi. Ama kalbi, disipline uymuyordu. Sürünme hattına geldiklerinde Emre kenarda yürüyordu. Eller arkada. Adımları ölçülü. “Başla!” komutu verildi. Ali yere yattı. Çamurun soğuğu, dünün izlerini hatırlattı. Kollarını ileri uzatırken, zihnine bir sahne daha düştü: Lise bahçesi. Emre, elinde broşürlerle koşarak gelmişti. “Bak,” demişti. “Askeri okul tanıtımına geldiler. Komutanlar geldi, gerçek askerler! Üniformaya bak!” Gözlerinde o zaman da aynı ışık vardı. Kararlı. İnatçı. Ama o zaman… daha masumdu. Aylin broşüre bakarken, Emre heyecanla anlatmıştı: “Sabah koşuları, eğitimler, disiplin… Düşünsene, aynı yerde, aynı saatte, yüzlerce kişi… Hepsi aynı hedefe bakıyor. Dağ gibi bir düzen!” Aylin, o an bir karar vermişti. “Sen nereye gidersen…” Sözünü içinde tamamlamıştı: “Ben oraya bakarım.” Şimdi çamurun içinde sürünürken, tam karşısında yine bir Emre vardı. Ama artık onun gençlik hayallerini değil… Onun kimliğini tehlikeye atan sert bakışını taşıyordu. “Karaca!” diye seslendi bir anda. “Sakın çamurun sesine kulak verme. Sadece emre odaklan.” Emre. Hem isim. Hem emir. Ali, içinden kendine kızdı. “Adını bile komut gibi taşıyorsun,” diye geçirdi. Dişlerini sıktı. “Emre’ye değil, emre uy,” dedi içinden. Ve sürünmeye devam etti. Parkurdan sonra kısa bir su molası verildi. Bahadır şişeden kafasına su döktü. “Ben askerden sonra kesin su şirketinde çalışacağım,” dedi. “Hakkını veriyorum çünkü.” Kerem, Ali’ye dirseğiyle dokundu: “Komutan baya baktı bugün sana. Parkurda falan. Sende bir hava var ama çözemedim.” Ali’nin yüzü kısa bir an kasıldı. “Ne havası lan?” dedi. “Çamur kokuyorum ben.” “Yok yok,” dedi Kerem. “Vallahi bir şey var. Hani bazıları vardır, komutan gözü tutar. ‘Yarından tezi yok bunla uğraşılır’ diye. Sen o kategoridesin bence. Hayırlı olsun.” Ali, “hayırlı” kelimesine takıldı. Emre’nin gözünde “tutulmak”… Onun için hayırlı mıydı, yoksa son mu? Serseri bir rüzgâr esti. Havanın içindeki toz, gözlerini yaktı. “Allah’tan tek gören o değil,” diye düşündü. “Keşke hiç görmese.” Öğle yemeğinden sonra, koğuşa dönerlerken bir onbaşı seslendi: “Karaca!” Ali döndü. “Emredin?” “Revir. Komutan Emre seni istiyor. Kontrolün varmış.” Sanki yere çakıldı. Revir. Emre. Tek başına. Bahadır hemen yaklaştı. “Ooo özel muayene devam. Vallahi kıskanacağım artık.” Kerem sırta hafif bir şaplak attı: “Git gel de bize de ilaç yazdır.” Ali gülmeye çalıştı. Çıkmadı. Koridora adım attığında, kışlanın kalabalık gürültüsü arkasında kaldı. Sessizlik… Daha fazla bağırıyordu şimdi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE