Vakti zamanında bir kitapta okumuştum, bakmakla görmek, görmekle anlamak birbirlerinden çok farklı olgulardır. Öğretmenliğimin bana öğrettiği en güzel şeylerden biri görünene gözü kapalı inanmamak olmuştu. Bu nedenle olayları her yönü ile irdelemeden kesin bir sonuca varmamayı kendime görev ahdetmiştim. Ancak bazı zamanlar, insan olmanın doğasında olan acelecilik beni de ele geçirmiyor değildi. Yine de elimden geldiği kadar yüzeysel olmamaya çalışıyorum.
Gökhan'ı beklerken Dursun reisin kafamı karıştıran konuşmasından sonra dağılan dikkatimi toplayabilmek adına elimdekileri tekrar gözden geçirmeye başladım. Şimdiye kadar dört kız ölmüştü. Ölümler intihar gibi gözükse de sergilenmeleri ve vücutlarında bırakılan izler bunun bir intihardan farklı olduğunu gösteriyordu. Ölen kızlar orta sınıfın altında ailelerin reşit olmayan kızlarıydı. Aynı cemaatle bağlantıları olması da olayı bu yapılaşmaya bağlıyordu. Üstelik hepsi de yakın zamanda kürtaj olmuş çocuklardı. Ailelerinin umursamazlıkları ise başka bir boyuttu.
Ölen çocukların sergilenişleri ya katilin bir şey anlatma şekli ya da hasta bir zihnin yansıması olan bir ritüeldi. Bu arada kızların üzerinde bulunan ve ayçiçeğini işaret eden objeler ise kızların birbirini tanıdığını ya da bir yerde yollarının kesiştiğini gösteriyordu. Katil onları rastgele seçmiyordu. Onları kurban haline getiren bir yer ve nedene sahiplerdi. O kadar çok ikilemle boğuşuyordum ki, aklım "ya şöyleyse, , ya da böyleyse" türünden cümlelerle doluydu. Bu durum beni fazlasıyla rahatsız hissettirmeye başlamıştı. Karşılaştığım bu bulmacada olaylar apaçık ortadayken hala göremediğim bir etken çözüme yaklaşmamı bile engelliyordu.
Ben bu düşünceler ile boğuşurken Dursun günün en işlek saati olmasına rağmen ara ara yanıma uğrayıp bir ihtiyacım olup olmadığını soracak kadar nazikti. Bazen bir fincan kahve bazen de bir bardak çay ile atıştırmalıklar bırakıp giderken benden bir karşılık beklemeden yanımda olması hayatımda ilk defa kendimi biri için farklı ve özel hissetmeme neden olmuştu. Şu ana kadar Dursun reis için dostluk dışında bir şey düşünmediğimi zannetsem de ben kimse için özel bir duygu hissetmeyi kendime yakıştıramadığımı da yeni fark ediyordum.
Bütün bu duyguların eşliğinde akşam olup güneş yavaş yavaş inine çekilirken duyduğum tanıdık ses ile oturduğum yerden bakışlarımı kapıya yönelttim. Kapıda endişeli olduğu her halinden anlaşılsa da gülümsemeye çalışan Gökhan ile ben de sakince tebessüm ettim.
" Melek hocam, Özgür bey ile görüşme ayarladım. Hala gelmek istiyor musun?"
Gülüşümü hiç bozmadan başımla Gökhan'ı onayladıktan sonra başımı tekrar cama döndürüp denize baktım. Ne kadar da güzel ve huzur verici olduğunu düşündüm ama bu güzel manzara kafamın içinde dönüp duran sorular sayesinde bana huzur vermekten çok uzaktı. Bu arada duyduğum sandalye çekilme sesi ile yönümü sesin geldiği yere yani tam karşıma çevirdim. Gökhan karşıma oturmuş kaygı ile yüzüme bakıyordu. Bakışlarındaki tedirginliği gördüğümde :
" Korkmuyorum ya da endişeli değilim . Yaşanan olayların içinde kaybolan çocuklar için üzgünüm sadece. Bu yüzden o yüzündeki endişeli ifadeyi silebilirsin." dedim. Derin bir nefes alarak omuzlarını düşürdü.
" Hocam çocuklar ve gençler konusundaki hassasiyetini biliyorum. Bu nedenle bilmen gereken bir konu var."
Gökhan'ın bakışları söyleyeceklerinin ağırlığı ile ezildiğini çok net ortaya koyarken ben ise gelecek cümleye odaklanmıştım.
"Özgür bey , yani o adamın evlatlık kızı...Şey, Özgür denen herife evlatlık verilmemiş."
" Anlamadım."
Gökhan yerinde tedirgin bir şekilde kıpırdanırken ben içimden söyleyeceklerinin tahmin ettiğim şey olmaması için dua ediyordum. Gökhan alt dudağını dişleri arasına alıp bir süre bekledikten sonra söze girdi.
" Sudenaz Gündoğdu, Özgür denen herif bu kızı 16 yaşındayken ailesinden evlatlık olarak almamış. Sudenaz , Özgür'ün kızın ailesinin onayı ile evlendiği eşiymiş."
Yüz kaslarım benden izinsiz kasılırken meslek hayatım boyunca pek çok defa karşılaşmak zorunda kaldığım ve canımı çok yakan bu durumu ne yazık ki sindirmem gerekiyordu. Çünkü o adamla konuşurken sukunetimi korumazsam hem kaybettiğimiz hem de kaybetme ihtimalimiz olan kızlara yardım edemezdim. Gökhan'ın devam eden konuşması ile haklılığımı doğruladığını daha iyi anladım.
" Hocam, adam edindiğimiz bu bilgi ışığında baş şüphelimiz oldu. Bu nedenle istersen sen gelmeyebilirsin."
" Hayır Gökhan geleceğim. Ama ilk söylediğine katılmadığımı bilmeni isterim. Zira Özgür denen herif fiziksel olarak bu eylemleri yapacak niteliğe sahip değil ama olayların içinde kilit bir noktada yer alıyor. Onunla konuşmam ve konuşulanları ilk elden duymam gerek."
Gökhan derin bir nefes çekip beni başı ile onayladığında çantamı alıp paltomu giyerek ayaklandım. Konuşmamız sırasında bir kaç adım ötede bizi izleyen Dursun, sıktığı yumruklarını gevşetip:
" Ben de geleyim belki bir yardımım dokunur." dediğinde Gökhan'dan onay almak için ona döndüm.
"Üzgünüm Dursun reis , Melek hocam için bile zorla izin aldım. Ve endişe etme onun zarar görmesine izin vermem."
Dursun bakışlarını Gökhan'a diktiğinde gözlerinde gördüğüm öfkeden çok endişeydi. Daha sabah yaşanan olayların gölgesinde gitmemi istemediği çok açık olsa da benim oraya gitmem gerekiyordu.
" Dikkatli olun ve dönüşte mutlaka buraya uğrayın. Melek daha akşam yemeği bile yemedi, ben siz gelene kadar bir şeyler hazırlarım."
Kırık bir tebessümle reisi onayladıktan sonra mekandan çıkıp arabaya binene kadar reis bizi yalnız bırakmadı. Arabaya binip yola çıkarken kafamda beliren yeni ihtimaller , olayların düşündüğümden daha karmaşık olabileceğini fısıldıyordu.
...
Sessiz geçen kısa bir araba yolculuğunun sonunda büyük bahçeli bir yapının önünde durduk. Burası villa olamayacak kadar büyük; çiftlik olamayacak kadar modern bir yapıydı. Demir giriş kapısında Gökhan güvenliğe kimliğini onaylattıktan sonra içeri geçtik. İçeri girdiğimizde alanda iki büyük yapı gördüm, ilk yapı eski malikaneleri andırırken ikincisi daha çok taş bir ambara benziyordu. İlk bina çatısıyla birlikte üç kattan oluşurken ikinci yapı tek katlı, dikdörtgen ve uzundu. Özgür Gündoğdu, botanikçi olarak ünlü bir adamdı ve pek çok kimya şirketine ham madde sağlıyordu. Buradaki alan ise kendi özel araştırmalarını yaptığı hem evi hem de laboratuvarıydı.
Büyük eve bakarken aklıma okumaktan zevk alıp arşiv yaptığım gazetelerden kalan bilgiler geldi. Bu gazetelerde o dönem fazlasıyla yer eden Özgür beyin evi ve aile hayatı ile ilgili konulara yer verilmişti. Bu kadar şaşanın içinde ailevi trajedilerin yaşandığını bilmek garip ama merak uyandırıcıydı. Ben bunları düşünürken Gökhan arabayı binanın önüne park etmişti bile. Düşüncelerimi şimdilik bir kenara koyup arabadan çıktığımda binadan takım elbiseli bir adam hızla çıkarak yanımıza geldi.
" Gökhan bey, Hoş geldiniz. Özgür bey de sizi bekliyordu."
Gökhan gelen adama bir baş selamı verdikten sonra arabayı kilitledi ve birlikte adamı takip ederek eve girdik. Kapıdan girdiğimizde bizi uzun bir hol karşıladı, eski filmlerdeki evleri hatırlatan bu girişin ortasında bir merdiven tüm ihtişamı ile duruyordu. Merdivenin olduğu kısma geldiğimizde adam bizi el işareti ile sol tarafa yönlendirdiğinde arkasından ilerleyip büyük işlemeli bir kapıya geldik. Adam durdu ve Gökhan'a dönüp:
" Beyefendi bu gün pek rahat değil. Bu yüzden sizinle olan görüşmesine yardımcısı Adem bey eşlik edecek. Buyurun lütfen." dedikten sonra tekrar kapıya döndü ve kapıyı açıp bizi içeri yönlendirdi. İçeri adım attığımızda bizi kocaman bir oda ve odayı kaplayan kütüphane görüntüsü karşıladı. Camın kenarında bir masa ile önündeki koltuklar odanın çalışma odası olduğunu gösteriyordu. Karşılıklı ikili koltukta çapraz bir şekilde duran tekli iki koltuğun birinde yaşlı bir adam ve diğerinde oldukça genç bir adam oturmuş konuşurken bizi görüp bakışlarını kapıya çevirdiler.
Bizi içeri alan adam koltukta oturanlara dönerek:
" Baş komiser Gökhan bey geldiler efendim." dediğinde yaşlı olan adamın yüzünde yorgun bir tebessüm oluştu.
" Buyurun Baş komiser, sizi bekliyorduk ama yanınızdaki hanım kimdir acaba?"
" Melek hanım , kendisi bu soruşturmada dış gözlemci. Umarım bu durum sizi rahatsız etmez."
Gökhan ne kadar sesindeki tını ile bu görüşmeden rahatsız olduğunu belli etse de saygıyı kaybetmemeye özen gösteriyordu. Aslında Özgür denen adama karşı takındığı tavrın ön yargı içermesi normaldi. Yine de ben hayat tecrübem içinde hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığı pek çok olaya şahit olmuştum. Bu arada Özgür bey yardımcısından destek alarak ayağa kalktı ve bize doğru selam verip koltukları işaret etti. Birlikte ikili koltuğun birine oturduğumuzda yan tarafımızda kalan Özgür beyi inceleme şansım olmuştu.
Yetmişlerinin başında , beyaz saçlı, yorgun olduğu her halinden anlaşılsa da dinçliğini kaybetmemiş yüz hatları olan bir adamdı. Ben onları incelerken Özgür beyin sakin sesi odayı doldurdu. Ne çok keskin ne çok zayıf , katı kararında bir ses tonu vardı.
" Çok memnun oldum Melek hanım."
Gülümseyerek konuşmasına sakin bir tebessümle karşılık verdiğimde Gökhan'a döndü. Gökhan kaşları çatık bir şekilde kendisine bakarken o sükunetini bozmadan:
" Buraya gelme nedeninizi amiriniz yüzeysel olarak dillendirdi. Sanıyorum olay yerinde aracımın ne işi olduğunu soracaksınız. Sizi yormadan cevaplayayım, aldığım isimsiz bir mektuba istinaden orada bulunuyordum." dediğinde bu beklediğimiz bir cevap değildi. Bizim şaşkın bakışlarımız eşliğinde yanındaki yardımcısına bir baş işareti yaptığında genç adam cebinden katlanmış bir kağıt çıkarıp Gökhan'a uzattı.
Gökhan cebinden çıkardığı bir mendille kağıdı alıp açtıktan kısa bir süre sonra kaşları çatılırken derin bir nefes alıp kağıdı bana uzattı. Uzattığı kağıdı mendil yardımı ile elime alıp okurken olayların göründüğünden çok daha farklı olabileceğini anlamıştım.
" Yarın güneş uyanırken bir gündoğdu daha güneşe kurban olacak. Ruhu tutsak adam bu defa gündoğdu'yu kurtarabilecek mi acaba?"