ACININ ŞİFRESİ

1174 Kelimeler
İnsanların acı ile imtihanı her zaman farklı şekillerde olmuştur. Kimi bedensel acılarla sınanırken kimi de zihinsel acıların kurbanıdır. Ama değişmeyen bir gerçek vardır ki o da her acının geride izler bıraktığıdır. Bazen bu izler insanları olgunlaştırırken bazen de bu izlerle birlikte kişi insanlığını kaybeder. Öyle ki acının izlerinin zamanla azalmasına izin vermeyip kanatarak canlı tutanlar için hayat sadece kendi acısı üzerinde dönmeye başlar. Acıları geride bırakabilmek uzun ve zorlu bir yolculuktur. Çoğu insan bu yolculuğu tamamlamayı başaramaz. Çünkü kendileri ve kaybettikleri için yaşadıklarına inanarak acılarına tutunurlar. İşte bizim katilimiz içinde durum bana göre tam da böyleydi. O kadar uzun süredir acısını canlı tutuyordu ki bir yerden sonra hayatının merkezi çektiği acılar olmuştu. Dursun'un mekanında gece geç vakte kadar oturup o gün yaşananları tartıştık. Dursun, hem deneyimleri hem de bakış açısı olarak bana yardımcı olacak kadar geniş görüşlü bir adamdı. Yemek yiyip çaylarımızı içerken kafasında oluşan senaryoları dile getirdiğinde bana ait düşüncelerde yerli yerine oturmaya başlamıştı. Ona göre karşımızdaki adam iyi bir manipülatördü ki ben de aynı görüşteydim. Ortak fikirlerimizden biri de Sudenaz'ın bu adamın hayatında önemli bir yeri olduğu ve onunla ilgili bilgileri Sudenaz'ın günlüğünde bulabileceğimizdi. Ama ufak bir sorun vardı, genç kızın günlüğünü tutarken hayatına giren kişileri şifreli olarak yazmasıydı. Uzun incelemeler sonucu bazı kişileri tespit etsek de aradığımız adam konusunda netlik sağlayamamıştık. Sudenaz, defterinde bu adamdan şövalye olarak bahsediyordu ve detaylar konusunda fazlasıyla ketumdu. Aslında zavallı kızın ketumluğunu anlamak hiç de zor değildi ama bu bizim işimizi zorlaştırıyordu. Vakit gece yarısına gelirken hem yaşadıklarımın ağırlığı hem de vaktin epey geç olması nedeniyle kalkmaya karar verdiğimde Dursun beni durdurdu. " Melek, biliyorum bu zamana kadar kendimi korudum hala da korurum diyeceksin ama son olaylar malum yalnız eve gitmene rıza değilim. Bekle çocuklara haber vereyim de birlikte gidelim." Bu isteği geri çevirebilirdim ancak yaşadıklarımı düşününce onu onayladığımda Dursun mutfak tarafına gitmek için ayaklandı. Ben de eşyalarımı toparlayıp masadan kalktım. Dışarı çıktığımızda sonbaharın serinliğini iliklerimde hissederken restorantın önünde durup nefeslendim. Doğa kışa hazırlanırcasına canlı renklerinden sıyrılmış, havaya nem ve serinlik düşmüştü. Yanıma gelen reis ile eve giden kısa yolda yürümeye başlamıştık. Dursun'un yönlendirmesi ile yavaş yavaş ilerlerken yanımdaki adamın bana sunduğu huzur ve güven soğuk havaya rağmen içimi ısıtıyordu. Eve yaklaştığımızda kafamda ne bu gün yaşadıklarım ne de her zaman beynimi meşgul eden sorular vardı. Hayatımda ilk defa güvenli bir sessizlik ile çevrelenmiş gibiydim. Sessizce devam edip bahçe kapımın önünde son bulan yürüyüşümüzün ardından Dursun'a teşekkür etmek için döndüğümde reis benden önce söze girdi. " Melek, Yaşadığımız bunca olayın içinde sana söylediklerim için kendini bana bir cevap ya da karşılık vermeye zorlamanı istemiyorum. Ben sana olan duygularımı ne kadar doğru düzgün anlatamasam da sadece dile getirmek istedim. Sözlerimin aramızdaki güzel dostluğu zedeleyebilme ihtimalini biliyordum. Yine de ben dile getirmezsem fark etmeyeceğinde bir gerçekti." Güldüm, sadece haklı olmasına değil kendimi dış dünyaya kapatacak kadar kendimden uzaklaşmama. " Ne yazık ki haklısın Dursun. Dostluğumuzun yaptığımız konuşma ve yaşadıklarımız sonucunda nasıl bir hal alacağını bilemem ama bildiğim bir şey varsa o da sana minnettar olduğumdur. Her durumda arkamda olduğun ve bana destek olduğun için. Bu yüzden zamana bırakmayı önersem, ne olacağını zaman içinde yaşayarak görelim ne dersin?" Dursun eli ile kolumu hafifçe sardı ve sakin bir tebessümle başını aşağı yukarı sallayarak beni onayladı. Bu basit hareketi ona olan güvenimin boşa olmadığını daha iyi anlamamı sağlamıştı. Dursun'un kapımı kilitlemem üzerine çektiği uzun nutuğa göz devirerek eve girdikten sonra günün yorgunluğu ile yatak odama çıkıp üzerimi değiştirdim. Kişisel bakımımı yapıp Sudenaz'ın günlüğünü de alarak yatağıma geçtim. Yaşadıklarını anlattığı günlük ne kadar kişileri şifrelemiş olsa da acılarını açıkça yazmıştı. Her sayfada kırılan kalbini ve çektiği acıyı net bir şekilde görebiliyordum. Ama yorgunluğa daha fazla dayanamayıp defteri kapattım ve baş ucuma koydum. Zira bu gece uykum merakımdan baskın gelmişti. ... Sabah deli gibi çalan telefonun sesi ile güne başlamayı düşünmüyordum. Hızla yataktan kalkıp baş ucumda şarjda olan telefonumu aldığımda arayan kişiye baktım. Önce Gökhan'ın ismini sonra da saati gördüğümde telaşla telefonu açtım. " Gökhan, günaydın diyeceğim ama sanıyorum bir sorun var." " Melek hocam, Özgür bey dün gece vefat etti." " Cinayet mi?" " Aslında doğal nedenlerden ölmüş ama cesedin bulunuş şekli biraz garip. Eğer müsaitsen seni almaya geleyim bunu görmelisin." " Tamam Gökhan yarım saate hazır olurum. " Gökhan beni onayladıktan sonra telefonu kapatıp yataktan hızla kalktım. Kalkar kalkmaz da lavaboya gidip işlerimi gördükten sonra üzerimi giyinip kapıya indim. Ben kapıdan çıktığımda Gökhan'ın arabası bahçenin önüne ulaşmıştı bile. Onu bekletmeden arabaya bindiğimde merakıma yenik düşerek: " Ne olduğunu anlatmayacak mısın Gökhan?" dedim. Gökhan sıkıntılı bir nefes verip: "Pek anlatabileceğim bir şey değil hocam. Oraya gidip kendin görmelisin. Daha önce böyle bir şey ile karşılaşmamıştım." dediğinde daha fazla üstelemedim. Uzun sayılabilecek bir yolumuz vardı ve neyse ki Gökhan'ın kendisi için aldığı poğaçalardan kalmıştı. Ne kadar ayak üstü yemek yemekten hoşlanmasam da bana uzattığı meyve suyu ve iki poğaça ile karnımı doyurdum. Sessiz geçen yolculuğun sonunda geldiğimiz çiftlikten içeri girdiğimizde polis araçları yeni yeni dağılıyorlardı. Kapıda ambulansın hala durduğu dikkatimi cezbetmişti. Araçtan indiğimizde bizi genç bir memur karşıladı. " Baş komiserim, emrettiğiniz gibi olay yerini bozmadık ama adli tıp daha fazla bekleyemeyeceklermiş." " Tamam Hamdi, işimiz çok sürmez. Söyle adli tıp görevlilerine bize on dakika versinler." Memur selam verip gittikten sonra Gökhan " Gidelim" dediğinde peşine takıldım. Girdiğimiz giriş bölümünden merdivenlere geçip üst kata çıktık. Geniş bir koridoru geçip en sonda önünde sarı güvenlik şeridi olan odaya yönlendik. Odaya daha girmeden burnuma dolan Yasemin çiçeği kokusu ile dikleştim. Bu koku ne bu eve ne de bu odaya ait olamayacak kadar keskindi. Gökhan durduğumu fark edip yanıma geldi. Kısa bir an göz göze geldiğimizde söyledikleri kafamı daha da karıştırmıştı. " Koku göreceğin karşısında en hafif tuhaflık hocam, gidelim mi?" Başım ile Gökhan'ı onaylayıp içeri girdiğimde ise karşımdaki manzara gördüğüm hiç bir şeye benzemediği gibi mantıklı açıklaması da olan bir durum değildi. Özgür bey yatağında kolları göğsünün üstünde birleştirilmiş bir şekilde yatıyordu. Yatağının her yanı yasemin çiçekleri ile donatılmıştı. Bunun dışında etrafta sönmüş mumlar ve her renkten uçan balonlar bulunuyordu. İçeri dikkatle adım atıp yatağa yaklaştığımda yastığının iki yanına yerleştirilmiş kitapları fark ettim. Daha da yaklaştığımda ise gördüğüm kitaplarla aradığımız kişinin buraya geldiğini anlamam uzun sürmedi. Kitaplardan biri klasiklerin vazgeçilmezi olan "Kibritçi Kız" kitabıydı. Dünyada çok eziyet çeken küçük bir kızın son anlarının anlatıldığı kitap Özgür beyin naaşının sağında duruyordu. Sol tarafında ise Tim Burton'un " İstiridye çocuğun hüzünlü ölümü" isimli kitabı yer almaktaydı. İlk kitaptan farklı olarak bu kitap bir grup çocuğun zalim dünyada yaşadıkları zorlukları ve alışılmadık , başka bir değişle farklı olanın yok edilmesi üzerine kurulu kara mizah tarzında bir kitaptı. İki farklı kitap iki farklı hüznü göstermek için sıra dışı ama etkili bir yoldu. Ama bu manzarada en önemli detay aradığımız adamın bu eve rahatlıkla girebilmesiydi. Ben odayı incelerken bana uzanan kartpostal ile bakışlarımı yana çevirdim. Kanıt poşetinin içinde duran ve Gökhan'ın bana uzattığı kartpostalı dikkatle aldım. Üzerinde yazılanlar ne polise ne de hayata gözlerini yuman Özgür beyeydi. " Tanrı insanı yarattı, İnsan nefreti doğurdu. Gözleri değil gönülleri kör olanlar . Başlarını çevirdi. Bir yıldız kaydı, bir balçık sırma halılarla sıvandı. Sonunda yok olan gene masum olandı. Ne dersiniz Melek hanım Bu oyunda ben mi celladım Yoksa beni benden alanlar mı?"
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE