Meltem ertesi gün okula girdiğinde gözleri istemsizce Altan’ı aradı. Ama o yoktu. Bütün gün derslerde kafası dağınıktı; tahtadaki formüller, öğretmenin sesi, her şey uğultuya dönüşmüştü. Kalemi elinde döndürürken yan sıradaki Ayşe kaşlarını çattı:
— “Hayırdır senin heyheylerin üstünde? Dokunulmuyor sobanın üzerindeki çaydanlık gibisin.”
Meltem’in aklı yine dün geceki ekrandaydı. Sadece mırıldandı:
— “Yok bir şey…”
Ama vardı. Hem de çok şey vardı.
Son zil çaldığında, Meltem ağır hareketlerle çantasını topladı. Ayşe’ye dönüp ciddi bir ifadeyle söyledi:
— “Ben biraz kütüphanede kalacağım. Sen çık, bekleme beni.”
Ailesine de aynı bahaneyi kurmuştu: “Etüd var anne, saatim belli değil, merak etmeyin. Telefonum sessizde olur, ben ararım.”
Meltem kolay kolay yalan söylemezdi. Hele annesini merakta bırakmayı hiç sevmezdi. Ama bu defa başka çare yoktu. İçindeki sır öyle büyüktü ki, başka şeyleri saklamak bile yük gibi geliyordu.
Çıkışa doğru ağır adımlarla ilerledi. Özellikle yavaş… Ki herkes çıkıp gitsin, gözler üstüne çevrilmesin. İçinden söyleniyordu:
— “Tamam , ‘yarın okul çıkışı seni alacağım’ diyorsun da, nerden alacaksın? Nasıl alacaksın? Açıklama yapasaydın ya be adam…”
Kapıdan adımını attığı anda, önünde bir motosiklet durdu. Simsiyah motorcu kıyafetlerinin içinde, camı bile simsiyah bir kask. Ne yüz seçiliyordu ne göz.
Meltem olduğu yerde kala kaldı. Motorcu, bir şey demeden yanındaki kaskı ona doğru uzattı.
Sesi tok ve kısa çıktı:
— “Giy. Ve atla.”
Meltem kaskı eline aldı, gözleri büyümüştü. Dudaklarından istemsizce fısıldadı:
— “Yok artık… Fast and Furious: Liseliler versiyonu başladı…”
Motorun uğultusu okulun önünde yankılanırken Meltem kaskı taktı, arka seleye biraz tedirgin, biraz da heyecanla oturdu. Motor harekete geçtiğinde kaskın içinde mırıldanmaya başladı.
— “E be adam, insan bir sorar? Bu kız daha önce motora binmiş mi? Motor güzeli olmuş mu? Hızı seviyor mu? Nereden bileyim ben nereden tutacağımı? Yapıştım sana, resmen sineğin cama yapışması gibi… Aman Allah’ım, şu kaslara bak! Bunları nasıl yaptın sen, halterle mi doğdun?”
Altan dudağının kenarında bir tebessümle direksiyonu çevirdi, motorun gazını açtı. Yol boyunca hiçbir şey söylemedi. Meltem, “ohh duymuyor nasıl olsa” rahatlığıyla söylenmeye devam etti.
Motor villanın önünde ani bir frenle durdu. Altan sakince kaskını çıkardı, gülümseyerek geriye döndü:
— “Hadi bakalım motor güzeli, geldik.”
Meltem’in gözleri büyüdü. O anda jeton düştü: Kaskın içinde hoparlör vardı! Tüm söylediklerini duymuştu!
Kıpkırmızı kesildi. Bir anlık donukluktan sonra, kaskı çıkarıp saçlarını savurdu ve dudaklarını bükerek pişkinliğe verdi:
— “Ne utanacağım be… Motor güzeli de benim işte, kabul et!”
Altan gülümserken Meltem hızla villanın kapısına yöneldi. Onu geriden takip eden Altan’ın gülüşü evin içine kadar yayıldı.
İçeriden koşuşturan ayak sesleri duyuldu. Kapı bir anda açıldı ve Tayfa dışarıya üşüştü. Her biri merakla, adeta sahneye çıkacak tiyatro oyuncuları gibi sıraya dizildi.
“Kraliçe geldi!” diye bağıran Gözcü, Meltem’i süzerken dirseğiyle yanındakine dürttü.
Anahtar alaycı bir selam çaktı. Sessiz hiçbir şey demeden sırıttı. Bay Kısmet ise ellerini iki yana açıp melodramatik bir tonla,
— “Hoş geldin, uğurumuz, bereketimiz, prensesimiz!” dedi.
Meltem gözlerini devirdi:
— “Of… çocuk tiyatrosunun 2. perdesine hoş geldim galiba.”
Ama içten içe gülüyordu.
Tayfa’nın hepsinin bir hikâyesi vardı. Lakaplarını boşuna almamışlardı; kimi çılgın işlere bulaşmış, kimi sokaklardan kopup gelmişti. Ama ortak yanları vardı: Altan’ın eli uzanmasa belki çoktan kaybolup gitmiş olacaklardı. Altan onlar için bir patrondan çok, abi gibiydi, hatta babaydı.
Ama geçmişin bıraktığı gölgeler hâlâ üzerlerindeydi. Ne kadar toparlansalar da, içlerindeki haytalık fırsat buldukça su yüzüne çıkıyordu. Belki de bu, hayata meydan okumanın tek yoluydu: “Beni yıkamadın.”