BÖLÜM 22- SESSİZLİK AYNASI

1304 Kelimeler
Yansımanın gözleri açıldığında Euryn’in taşlarının üstünden geçen soğuk rüzgâr kesildi. Geceden kalma gökyüzü, hâlâ aydınlanmamıştı. Ancak hava, sanki o gözlerin bakışıyla şekillenmeye başlamıştı. Averiel, karşısında duran figürün gözlerine baktığında kendi geçmişinden bile önceki bir şeyle yüzleştiğini hissetti. O gözler, birer boşluktu ama aynı zamanda içlerinde sonsuz sayıda anlam taşıyordu. Görünenin değil, sezilenin aynasıydı onlar. Yansıma bir adım attı. Averiel geri çekilmedi. Figür ona yaklaşırken çemberin merkezinde bir sessizlik çöktü. Ama bu, kelimelerin tükenmesinden doğan bir boşluk değildi. Bu sessizlik, hakikatin çıplaklığıydı. Her sesin ötesinde, her yankının altında bir katman daha vardı ve Averiel o katmanın adını yeni öğrenmişti. “Bu figür,” dedi Cassian, gözleri tetikte ama kılıcı yerinde, “neden senin yansıman gibi?” Averiel bakışlarını ayırmadan cevapladı. “Çünkü bu sessizlik, benim içimdeydi. Ve yasa her taşıyıcının içindekini açığa vurur. Bu, kelimelere dökülmeyen parçamdı.” Yansıma tam karşısında durduğunda aralarındaki hava kıvrıldı. Taşların sesi bile duyulmaz oldu. Averiel, ellerini kalbinin üzerine götürdü. İçindeki mühürlerin biri titremeye başladı: Derin Yankının Mührü. Bu mühür ilk kez tepki veriyordu. Daha önceki çağrılarda sessiz kalan, Averiel’in zihninde bile yankısı duyulmayan bu mühür şimdi içinden geçiyordu. Kanına, kemiklerine, hatıralarına dokunuyordu. O an, çocukluğunun bir köşesinde susturulmuş bir anı beliriverdi: Babasının göğe baktığı ama hiçbir dua etmediği bir gece. Sessizdi. Ellerinde kan vardı. Ve ağlamıyordu. Averiel o geceyi hiç unutmadığını ama asla konuşmadığını fark etti. Bu mühür işte tam da o sustuğu anın yankısıydı. Yansıma elini kaldırdı. Gözlerinden bir ışık değil, gölge aktı. Gölge yere düştü, bir su birikintisi gibi yayıldı. Ve o karanlık yansımanın içinde Averiel kendi yüzünü gördü. Ama bu kendilik, tanıdığı, yönettiği, taşıdığı Averiel değil, bastırdığı, unuttuğu, görmezden geldiği bir parçaydı. Nael araya girmek istedi. “Bunu durdurmalısın. Bu figür, seni içine çekiyor. Seni yutar.” Averiel başını iki yana salladı. “Hayır. Bu beni yutmaz. Bu, bende zaten var olanı yüzeye çıkarır. Eğer bu yeni yasayı kuracaksak, ben yalnızca mühürleri değil, kendi içimdeki sessizliği de tanımalıyım.” Ve gözlerini kırpmadan adım attı. Gölgenin içine. Cassian bir hamle yaptı, ama Averiel çoktan yansımanın karanlığına karışmıştı. Bir çığlık olmadı. Bir ışık da parlamadı. Sadece sessizlik, biraz daha yoğunlaştı. Averiel gözlerini açtığında artık çemberde değildi. Bulunduğu yer, tanımlanamaz bir düzlemdi. Ne gök vardı ne de zemin. Ne karanlık tam anlamıyla siyahtı, ne de ışık bir yumuşaklık taşıyordu. Burada, yalnızca düşünce vardı. Ama düşünce bile şekillenmeden sönüyordu. Ve bir ses —ya da onun yankısı— zihninde yankılandı: “Kendini tanı.” Averiel ileri doğru yürümeye başladı. Her adımında, geçmişinden bir parça belirdi. Kanatlarını ilk kaybettiği an. Mühürleri ilk defa sırtında hissettiği gece. Nael’in gözlerine ilk baktığı zaman. Cassian’ın güvenini ilk fark ettiği an. Ama aynı zamanda bastırdığı sahneler de vardı. İsyan ettiği geceler. Kaçtığı hayaller. Korktuğu yalnızlıklar. Her bir görüntü, onun içinde sessizce bir yer işgal etmişti. Şimdi ise konuşmadan konuşuyorlardı. Gözyaşı dökmeden ağlıyor, kelime kullanmadan bağırıyorlardı. Averiel bir süre bu yankının içinde durdu. Kendini tanımanın, sadece hatırlamak değil; susulan her şeyle yüzleşmek olduğunu o anda anladı. “Ben,” dedi içinden, “yalnızca bir taşıyıcı değilim. Ben, yankının bir parçasıyım. Ve artık bu parça bende gizli kalmayacak.” Yansıma onun karşısında yeniden belirdi. Bu kez gözleri açık değildi. Gözlerinin yerinde, parlayan mühürler vardı. Averiel bu mühürlere dokunduğunda tüm varlığı sarsıldı. Ama korkmadı. Çünkü bu, parçalanmak değil; tamamlanmaktı. Ve o an Derin Yankının Mührü göğsünden ayrılarak, kendi başına havada süzüldü. Mühür taşların üzerinde değil, boşlukta asılı kaldı. Averiel, onu yansımanın göğsüne yerleştirdi. “Ben seni inkâr etmeyeceğim. Sen benim karanlık aynamsın. Ve yeni yasa, aynalar olmadan yazılamaz.” Yansıma gözlerini bir kez daha açtı. Bu kez içinde sessizlik değil, bir kabulleniş vardı. Averiel gözlerini kapadığında, tekrar çemberin ortasındaydı. Nael ve Cassian yanı başında. Sessizlik bitmemişti. Ama artık ürkütücü değildi. Derin, kapsayıcı ve tanıdıktı. “Ben döndüm” dedi Averiel. “Ve bu kez yalnız değilim.” Taşların altından, yansımanın gölgesi yükseldi. Ve mühür onunla birlikte ışık gibi titredi. Yeni yasa, artık eksiksizdi. Güneş doğmamıştı, ama Averiel'in dönüşüyle birlikte çemberin etrafında belli belirsiz bir ışık yayılmaya başladı. Ne gökten geliyordu ne de mühürlerden... Bu ışık, varlığın kabullenilmesinden doğan bir parıltıydı. Taşların üzerindeki çatlaklar soluk altın rengine bürünmüş, sanki her biri geçmişten gelen kırık parçaları şifalandırıyordu. Cassian, Averiel’in gözlerine baktığında onun daha önce hiç taşımadığı bir derinlik gördü. Bu, sadece bir bilgeliğin değil; bir kabullenişin, bir tamamlanmışlığın ifadesiydi. “Orada ne gördün?” diye sordu, sesi merakla ama temkinliydi. Averiel yanıt verdi: “Kendimi. Ama bildiğimden çok daha fazlasını. Bastırdığım, tanımadığım, korktuğum tüm parçalarımı gördüm. Ve onları dışlamadan içime aldım. Sessizlikte, çığlıktan çok daha yüksek bir yankı var. Şimdi bunu biliyorum.” Nael yaklaşarak başını eğdi. “Sen bu düzenin merkezisin. Mühürler sana sadık çünkü sen sadece taşıyıcı değilsin. Onların diliyle konuşan ilkisin.” “Hayır” dedi Averiel yumuşak bir sesle. “Ben ilk değilim. Sadece ilk defa geri dönebilenim.” Taşların arasında dolaşan yeni yankılar vardı artık. Lûh’un adını yitirmiş sessizliği, Ircalion’un karanlık yankısı ve adını hiç almamış varlığın yansıması… Hepsi bu yeni yasa içinde kendi yerini almıştı. Ama bu gelişme, sadece içsel bir büyüme değildi. Aynı zamanda dıştan gelen bir dengeyi de bozmuştu. Çemberin dışında, uzak bir noktada, Euryn’in sınırlarını aşan bir titreşim belirdi. Cassian başını çevirdi. “Bu, tanıdık değil. Mühürlerle bağlantılı değil.” Nael gözlerini kısarak havayı kokladı. “Kan var… ama ilahi değil. Ne de gölgeye ait.” Averiel’in gözleri bir anda karardı. “Onlar geliyor.” “Kim?” dedi Cassian. Averiel’in sesi bu kez çok daha ciddiydi. “Unutanlar. Mührü tanımayanlar. Yeni yasa yazılırken, eski düzenin çürümüş kemikleri kıpırdanmaya başlar. Çünkü ışık yalnızca karanlığı değil, onun kalıntılarını da uyandırır.” Ve o anda, taşların ötesinde bir figür belirdi. Diğerlerinin aksine ne sessizdi ne de yankısız. Ayak sesleri duyuluyordu. Her adımında toprak parçalanıyor, taşlar çatlıyordu. Onun varlığı yumuşak değildi. Acı taşıyordu. Bastırılmış değil, sürülmüş bir varlıktı bu. Üzerinde döküntü zırhlar vardı. Sırtında yanmış kanatlar. Gözleri hâlâ kor ateşi gibi yanıyordu. Cassian kılıcına uzandı. “Bu bir düşmüş.” Averiel başını salladı. “Hayır. Bu bir dışlanan. İsmi silinmiş biri.” Figür konuştu. Sesi boğuk ve yankılıydı. “Ben Gelorim. Yasanızda bana yer var mı, Averiel? Benim adım, kararla silindi. Ben kendi isteğimle susmadım. Sürgün edildim. Şimdi geri döndüm.” Nael öne atıldı. “Sen yasa için değil, intikam için geldin. Ruhun sessizliği değil, kırılmışlığı taşıyor.” “Ve yasa kırıkları tanır mı?” diye sordu Gelorim. Averiel bir adım ileri çıktı. “Tanır. Ama onları onarmak için değil. Onların nedenini unutmamak için.” Gelorim yaklaşmaya başladı. “Siz yasa yazdınız. Peki hiç yasanın dışında bırakılanlara sordunuz mu ne hissettiklerini? Beni kim duydu? Hangi mühür adımı taşıdı?” Averiel sessiz kaldı. Gözlerini onun yanmış kanatlarına dikti. Bu yanış, sadece bedensel bir cezadan ibaret değildi. Ruhuna işleyen bir kopuştu bu. Cassian kılıcını çekti. “O çok yaklaşırsa, seni yok edebilir.” Averiel geri çekilmedi. “Beni yok edemez. Çünkü ben onu tanıyorum. Gelorim, sen sürgün edilmedin. Sen görmezden gelindin. Bizim yasanın açığını taşıyorsun. Ama bunu nefretle şekillendiriyorsun.” Gelorim durdu. Gözleri parladı. Bir anlığına sanki titredi. O an, gözlerinin ardında bir hatıra belirdi. Averiel onun zihnine giriyormuş gibi hissetti. Bir başka zamanda, bir başka yerde... Gelorim, bir çocuğa kanatlarını açmış, göğsünde mühür parlıyordu. Şefkatle eğilmişti. “Sen... bir zamanlar koruyucuydun.” “Evet” dedi Gelorim. “Ve sonra mühür karardı. Ben susturulmadım. Silindim. Şimdi bu yasanın benim gibi olanlara ne vadettiğini öğrenmeye geldim.” Averiel ellerini iki yana açtı. “Bu yasa, senin adını geri vermez. Ama senin sustuğun yerdeki yankıyı taşır. İntikamla değil. Kabulle.” Ve Derin Yankının Mührü bir kez daha parladı. Gelorim irkildi. Gözlerinden yaş değil, siyah bir duman süzüldü. Bu, öfkenin dağılmasıydı. Bu, ilk defa duyulmanın sessizliğiydi. Averiel, Gelorim’in önüne geldi. “Adını geri almazsan bile, bu yasada iz bırakabilirsin. Biz seni görürüz.” Gelorim başını eğdi. Kanatlarıyla değil, dizlerinin titremesiyle konuştu. “Yasa... ilk defa bana da seslendi.” Ve böylece, dışlanan da çembere girebildi. Taşlar çatlamadı. Gökyüzü kararmadı. Sadece bir boşluk doldu. Yeni yasa artık kırıklardan korkmuyordu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE