Agah, abimi ikna etmenin yolunu çoktan bulmuştu. Elbette bunda benim rolüm de azımsanmayacak kadar büyüktü. Evet, abimin sol yanına oynamak bu kadar basitti işte. Şimdi ise arabanın içinde, eve doğru yol alırken, zihnim annemin neler yapabileceği düşünceleriyle dolup taşmıştı. Annem, abim gibi değildi. Belki de böyle olmamın, içimdeki bu karmaşanın tek sorumlusu da oydu; ya da sadece kendi seçimlerimle bu yola sapmıştım?
Abim ve diğerlerinin ne yaptığına dair en ufak bir fikrim yoktu. Tek bildiğim, abimin gözlerine sinmiş olan hayal kırıklığının, ciğerlerimi sızlattığıydı. Beni tek kalemde silmişti ama zamanla, öfkesi diner dinmez, kendimi affettirmeyi bilirdim. Benimle beraber olacak adama gelince… Yatsın kalksın bana dua etsin. Ben olmasam, onu kapacak biri çıkmaz, evde kalırdı; girip çıktığı delik belli değildi. Umarım bir yerlerden hastalık kapmamıştır, bununla uğraşmak istemiyordum doğrusu.
Eve geldiğimizde hızla arabadan indim, bir an önce eve girip odama kaçtım. Lambalar hâlâ kapalıydı; annem hâlâ güzellik uykusundaydı ve olan bitenden habersizdi. Bir nebze olsun nefeslenmek için zamanımın olması beni rahatlattı. Bu olanlar bana bile fazlaydı; beni bile yormuştu.
Hızla duşa girdim ve kesik yere pansuman yaptım. Barlas için kanımı bile akıtmıştım; bence bu, onun beni sevmesi için başlıca değerli sebeplerden biriydi. Tabi başlarda benden biraz nefret ederdi, ama bunu da halledecektim. Üstümü giyip yatağa uzandım. Ne zaman daldım, ne kadar uyudum, bilmiyordum; ta ki suratıma fırlatılan suyla irkildiğim ana kadar.
“N’oluyo lan!” diye bağırarak yataktan fırladım. Yüzümü şokla kurulayıp, bunu yapanı görmek için gözlerimi araladım. Annem, karşımdaki kuduz köpekler gibi, ağzından köpükler saçıyordu. Bu, beni parçalayacağı anlamına geliyordu. Ama önemi yoktu; ben alacağımı almıştım.
Sessizce bekledim; yapacağını yapacak, kabul etmekten başka çarem yoktu. Annemdi sonuçta, ne yapacağı hiç belli olmazdı; inadıma işimi bile bozabilirdi.
“Sürtük! Ahlaksız, edepsiz, arsız! Senin ne mal olduğun zaten belliydi,” dedi. Gözlerimi devirdim; bu kadın hep böyleydi, saydırmaktan hiç çekinmezdi. Ama bu sefer, tam anlamıyla şıçtığım için, sesimi çıkaracak hâlim yoktu.
Annem yanıma geldi ve hiç beklemediğim bir anda elini saçlarıma daldırdı. Acıyla çığlık attım.
Annemin öfkesi, sanki uzun süredir bastırdığı bir volkan gibi patlamıştı. Gözleri alev alev yanıyor, dudakları sıkıca büzülmüş, her kelimesi sivri bir hançer gibi havayı deliyordu. “Sürtük! Ahlaksız, arsız, edepsiz!” diye bağırırken sesi odayı çınlatıyor, titreşimleriyle duvarlarda yankılanıyordu. Elleri titriyordu, ama titremesi güçsüzlük değil; içindeki öfkenin kontrolsüz patlamasıydı.
Annemin öfkesi doruk noktasına ulaşmıştı. “Ben dedim! Bu kıza bu kadar yüz verirsen, sonunu alamayız dedim. Dinlemedi beni, benim oğlum!” diye haykırırken, sesi odayı dolduruyor, her kelimeyle içimdeki ürpertiyi büyütüyordu.
Ve sonra, kontrol edilemez bir öfkeyle saçlarıma asıldı; elleri, parmaklarıyla sıkıca tutuşu, dizlerimin üzerine düşmeme sebep oldu. O an sadece acı değil, annemin kin ve hayal kırıklığının somut bir baskısı altında olduğumu hissettim. Her nefes alışımda, onun öfkesinin ağırlığı göğsüme çöktü, sanki bana karşı yıllardır biriktirdiği tüm kızgınlıkları tek anda boşaltıyordu.
( Yazar Anlatımıyla )
Seren Hanım, kızının saçlarını çekerken duyduğu acıyı ve yükselen çığlıkları umursamıyordu. Yaptığı acımasızlığı oğlundan öğrendiğinde öfkesi doruğa çıktı. Kızının canını alsa, elleriyle nefesini kesecek kadar sert olsa da içi soğumazdı. Akrabaları bu yaşananları duysa, kimseye derdini anlatamaz, toplumun diline düşer, rezil olurlardı. Ama görüyordu ki, her zaman olduğu gibi, kızının zerre umrunda değildi...
"Senin Allah belanı versin, rezil köpek! Hiç mi utanmadın, adamın yatağına girerken? Hadi utanmadın, demedin mi annem bana neler eder diye?" dedi ve kızının çenesine asıldı kadın.
Masal kurtulmak için çırpına dursun, yanaklarından sicim gibi akan yaşların haddi hesabı yoktu. O kadar canı yanıyordu ki… Üstelik dayanabilecek bir kız da değildi; annesi bunu bilerek canını acıtıyordu.
"Allahın cezası… Sen varya sen… Sen benim en büyük sınavım, en büyük cezamsın!" dedi. Saçlarından tutup çekiştirerek kızını geriye doğru itti. Hiç acımadan…
Masal, ayaklarından destek alarak geri geri kaydı ve duvara sığındı. Ellerini saç diplerine götürdü, başını öne eğip annesinin öfkesinin dinmesini bekledi. Ama kadındaki sinir bitmek bilmez gibiydi.
"Neyini eksik ettik, yemedik yedirdik, giymedik giydirdik! Aman aklı kalmasın, gönlü düşmesin diye ne istersen, neye heves ettiysen önüne serdik! Bu muydu karşılığı? Bizi rezil etmek mi?"
Annesinin ayak sesini duyunca başını kaldırdı Masal ve titreyen sesiyle yalvardı: "Anne, nolur, yeter..." Ama acıyan yoktu; belki de hak etmiyordu.
Annesi tekrar çenesine yapıştı, yanan gözlerini kızına dikti, yüzüne tükürdü. Masal gözlerini kapatıp hıçkırarak ağlamaya başladı. Her hıçkırık annesinin öfkesini büyütüyor, öfke şiddeti artırıyordu.
"Ciğerin ağzından gelsin, Masal! Bana bu utancı yaşattın ya, kendine eksik etek de dedirttin ya, ciğerin ağzından gelsin! Seni doğurduğum güne lanet olsun..."
Bir tokat indi yüzüne; beş parmağının izi yanaklarında beliriyordu. Masal, annesinin çenesini tutan elleri yüzünden ne kaçabilmiş ne de başını çevirebilmişti. Yanan yanağının acısıyla attığı çığlık malikaneyi inletmişti. Ama onu kurtarmaya gelecek bir Allah’ın kulu yoktu; hizmetçiler korkuyla merdivenlerin başında dinlemekle yetiniyordu.
"Ne yaptım, ne günah işledim de seninle cezalandırıldım ben? Neden yaptın..." diye sordu ölüm kokan sesiyle. Kızının boğazına yapışmamak için kendini zor tutuyordu.
Seren Hanım’ın öfkesi, kasırgaya dönmüş bir sessizlikte yükseliyordu. Her sözü, her bakışı bir kemik gibi sert ve kırıcıydı. Gözlerinin içindeki ateş, ne kızının gözyaşlarını ne de çığlıklarını görmezden gelmekten çekinmiyordu. Onun için mesele sadece kontrol ve üstünlük meselesiydi; acı vermek, korku salmak ve itaat ettirmek…
O, kendi öfkesini haklı göstermek için geçmişten, pişmanlıklardan, minnetten beslenen tüm kurgularını devreye sokuyordu. Her eleştirisi, her tokadı, kendince “doğru” ve “gerekli”ydi; çünkü onun dünyasında yanlış yapan hep başkasıydı. Kendi canını yakmaktan korkmayan, ruhunun derinliklerini dondurmuş bir kadındı. Seren Hanım, acıyı hissetmeyen değil, onu başkalarına yansıtarak yaşamını doğrulayan bir öfke biçimiydi.
Seren Hanım, kızının yaptığı aptallığı bir türlü yutamıyordu. Ne demekti bu, evlenmeden birlikte olmak, hem de abisine basılmak? Üstelik Kandemir soysuzundan biriyle… Başka adam mı kalmamıştı da, bula bula o köpeği bulmuştu?
Şimdi bir de anaları olacak kadına boyun eğmek zorunda kalacaktı. Kızının yaptığı rezillik başka türlü kapanamazdı. Ya adam çıkıp “Evlenmiyorum” derse? Masal’ı bu haliyle kim kabullenecekti? Bu kız, hangi gözü kara cesaretle bekaretini böyle bir adama vermeye cüret etmişti?
Çenesinden tuttuğu kızının aynı yanağına bir tokat daha patlattı. Suratı kıpkırmızı kesilen Masal, acıyla çığlık attı. Gözlerini önü buğuluydu. " Neden yaptın dedim." diye tükürüklerini suratına saçarak soran annesine kekeleyerek " Sevdim." dedi.
Seren hanım kızının suratına bir tokat daha patlattı. " Senin sevgin yerin dibine batsın emi. Allahın cezası, uğursuz. Kuyumuzu kazmaya çalışan onca adama laf vermek umrunda olmadı, sevdin öylemi. Hemde o erkek orospusunu sevdin ha." dedi bir tokat daha patlattı.
" Abin sana söylediklerini bir bir anlattı. Belli ki o seni sevmemiş ha benim salak kızım. Adam sana sürtük muamelesi çekmiş." dedi kızının başını arkada ki duvara sertçe vurdu. " Bu yüzden senden nefrt ediyorum işte Masal. Hani neden abilerinle senin aranda ayrım yaptığımı soruyorsun ya, işte bu halin yüzünden. Bu bencilliğin yüzünden. Senin o kuş beyninin içinde sadece sen varsın. Başkasına yer yok. Hadi beni diğerlerini geçtim de üzerine titreyen İsa abinede mi acımadın ahlaksız. Hadi onu da geçtim de, Hasan Harlı'nın kızı yollu olmuş demelerinden de mi çekinmedin. Mezardaki babanın kemiklerini sızlatmak bile mi görünmedi gözüne." deyip tekrar yüzüne tükürüp ayaklandı. Biraz daha kalırsa kızı parçalarına ayıracaktı.