Yaz geçer

2218 Kelimeler
Ağırlaşmış gözlerim açılmamak için direnirken yine kumru sesleri doluyordu odama. Eskiden huzur veren bu ses nedense şimdi aynı etkiyi yaratmıyordu. Üzerimdeki ince pikenin içinde biraz kıpırdanıp diğer tarafa döndüm. Hareket ettirdiğim yerde ayağım yatağın soğuk tarafına geldiğinde üşüdümde anladım. Yaz geçmişti. Yaz söylemeden sessiz sedasız belki de sonsuza kadar beni terketmişti. Gözlerimi açınca tavandaki ahşapları artık saya saya bir hal olmuştum. Sayısını bile ezbere biliyordum artık. Aşağıdan çalan zil ile kapıdan tarafa baktım. Otomatik kapının tuşuna basılınca anladım ki annem kapıyı açmıştı demek ki evdeydi. Bıkkın ve derin nefesler alıp kollarımın üzerinde düzeldim yataktan. Başka bir erkek sesi geliyordu ya da annem biri ile konuşuyordu. Odamın kapısını aralayıp dışarıya doğru kafamı uzattım ama sesler kesildi biraz daha içeri girdiğimde fatih gelmişti hatta gelmekle kalmayıp annemle beraber oturma odasına geçip oturmuştu. Dağılmış saçlarım yıkanmamış yüzüm şiş gözlerim ile görünmem inanın gram umrumda değildi bu saatten sonra kimseye güzel ya da düzgün görünmek gibi bir gayem yoktu. Kapının dibine yaslanıp kollarımı birbirine bağlayıp içeriye dik dik bakışlar atarken fatih gülen yüzünü annemden bana doğru çevirdi elinde de yine bir çiçek. Bıkmadan usanmadan çiçek getirmeye devam ediyordu ve her gün başka bir türde başka bir renkte çiçek getiriyordu amacı neydi ya da bunu yaparak neyi kanıtlamaya çalışıyordu anlamıyorum. Annem bana kaş göz işareti yaparak içeri geçip üzerimi düzenlememi söylüyordu galiba. Bense onu dinlemeden ona dik dik bakıyordum. “Günaydın Belen “ “Günaydın fatih be” bey diyecekken son anda ağzımdan bu kelimenin çıkmasını önleyip annemin de anlamayacağı şekilde çevirmeye karar verdim. “Be ben uyuyakalmışım hemen hazırlanıyorum “ dedim zorla gülümsemeye çalışarak. “Önemli değil ben beklerim” dedi. Ne kadar da anlayışlı ideal bir damat. İçeriye onlara arkamı dönüp gözlerimi devire devire gittim. Gözümü devirmekten şaşı olacaktım. Banyoya girip yüzümü yıkadım. Üzerime normal insanların giydiği gibi bir şeyler giyip oturma odasına geçtim ama orda yoklardı. Evin içine bir bakınınca balkona çıktıklarını gördüm. Balkon kapısına çıktım. “Bu yağmurda ne işiniz var” dememle bir etrafa baktım. Yağmur durmuş hatta güneş açmıştı. Ağzım açık gök yüzüne bakarken şaşkın bir şekilde gök yüzü ile konuşuyordum. “Yağmur nerede?” Dedim. “Ne yağmuru kızım yağmıyor ki” “Yağmur yok mu bugün” “Hayır yok” dedi fatih. Güneş bile vardı hatta havada bulut bile yoktu. Şaşkın bir şekilde yanlarına oturdum. Annem ben hazırlanana kadar fatihe kahve yapmış beraber içiyorlardı. Benim de canım istedi ama içmesem daha iyi olacaktı. “Kahve yağ sende kendine” dedi annem mutfağı gözü ile işaret edip. “Yok anne benim canım istemiyor içmeyeceğim “ dedim. Bunu dediğim sırada Fatih gözü ile bir onaylama hareketi yaptı. Beni bu kadar sahiplenmesi aşırı sinirimi bozuyordu. Ben bile kendimi bu kadar sahiplenemedim bu hayatta. “Kalkalım mı” dedi kahve fincanını sehpaya koyarken. “Olur “ dedim donuk bir sesle. Annemin de elini öptükten sonra kuyumcuya gitmek için çıktık. Bahçe kapısından dış kapıya çıkınca arkamdan gelirken seslendi. “Geçen gün binmemiştin bak bu güne kısmetmiş.” Dedi elleri takım elbisesinin debindeyken. “Sohbet mi etmek istiyorsunuz? Zira öyleyse ben hiç günümde değilim” dedim. Solan yüzündeki gülüşünü toparlayarak duruşunu dikleştirdi. “Uzun bir hayat var önümüzde belen sohbet etmezsek bir süre sonra sen de sıkılırsın” dedi. Uzun bir hayat gerçekten var mıydı? İnsan ne zaman öleceğini biliyor muydu? “Mesela diyelim şu an da ölebilirim ya da bir dakika sonra ölebilirim. Uzun bir hayatımız olmaz önümüzde ve sohbet etmemize de gerek kalmaz” dedim ellerimi iki yana açıp. Yüzündeki kasların gerildiğini ve ellerini yumruk yapıp sıktığını görebiliyorum. Burnundan derin bir nefes alıp gözlerimin içine bakıp dişlerini sıkarak konuştu. “Buna asla izin vermem “ “Anlamadım. Konuşmamamıza mı izin vermeyeceksin” “Hayır ölmene” dedi. Başka tarafa dönüp. “O iş o kadar kolay olmuyor” dedim. Kayıp gitti ellerimden hiç bir şey yapamamıştım. “Sonucu ne olursa olsun buna izin vermem. Gerekirse insan öldürür kalbini sana taktırırım ama seni yaşatırım” dedi. Ciddiye almak istedim ama yapamıyordum. “Korkmam gerekiyor şu an sizden galiba” dedim dalga geçerek. “Sen belen sen. Siz değil” dedi sesini yükseltip. “ “Bana bağırma bir daha sakın” dedim baş parmağımla onu uyarır gibi o kim oluyordu da bana bağırıyordu. Zaten hormonlardan ve olanlardan dolayı sinirlerim bozuktu. “Ben özür dilerim. İstemeden bir anda oldu bir daha olmaz” dedi. Yüzüne dik dik baktıktan sonra eli ile arabasını gösterip “Gidelim mi” dedi. “Olur” dedim arabadan tarafa döndüm. “Bana çok tanıdık geliyor bu araba” dedim. “Bilmem belki bir arkadaşında falan vardır” Sonra arabaya bakınca nerden hatırladığım geldi aklıma. Kırmızı ışıkta durduğumuzda mustafa bana bu arabayı göstermişti. “Honda civic” dedim. “Evet” dedi şaşkın bir şekilde arabaya bakışıma o da şaşkın bir şekilde bakıyordu. “Siyah” dedim kafa salladı. “Çelik jant” dedim evet dedi. Arabanın özelliklerini saydıkça beni onayladı. Araba Mustafanın hayallerindeki arabaydı. Onun en çok istediği arabaydı. Arabanın kapısını açıp ben de binince şoför koltuğuna oturup beni süzdü. “Arabalara ilgin olduğunu bilmiyordum” dedi. “Siz benim hakkımda hiç bir şey bilmiyorsunuz “ dedim dışarı bakıp. “Belki de hakkında çok şeyi biliyorumdur” dedi. “Sanmıyorum” dedim ukala bir tavırla. “Mesela en çok bu hayatta neyden korktuğunu biliyorum” dedi. “Neydenmiş “ bunu bilmesi imkansızdı. Benim ailemde bazı kişiler biliyordu bunu ve kesinlikle adı yanımda anılmıyordu çünkü o hayvanın adı anıldığında tikim tutuyor sırtıma atılmış gibi hissediyordum ve çığlık atıyordum. Normalde de o adı lazım olmayan hayvandan korkardım. İlk okulda iken bana mahallede bir çocuk okuldan gelirken çöpün yanında ondan yakalayıp sağ omzuma atmıştı. Korkudan bayılmışım uyandığımda acildeydim değil görmek adını duymaya tahammülüm yoktu. O günden sonra bunu bilmeyen bir kişi adını yanımda andığında bu şekilde abartılı bir tepki veriyordum. Travmadan dolayı böyle olmuştu bence. Hatırlamak bile şu an midemi bulandırıp yerimde kıpırdanmama neden oldu. “Adını söylemeyeyim bence” dedi kaşımı kaldırdım. “Söyleyemezsiniz çünkü bilmiyorsunuz” dedim. “Yok biliyorum ama söylersem şimdi çığlık atıp bütün gün sağ omzunu tutacaksın. Bunların olmasını istemem canım sözlüm. Sonuçta karnında çocuğumu taşıyorsun” dedi. Bunu bilmesine ayrı şaşırmıştım karnında çocuğumu taşıyordum demesine ayrı. “O sizin değil mustafa ve benim çocuğum” dedim dişlerimi sıkarak. “Mustafa yok artık Belen. Kabullen. Kabullenmedikçe daha çok yaralanacaksın biraz gerçek hayata dön. Birazcık kalbini bırak mantığın ile ilerle. Hayat bu kadar uzun değil. Bu kadar üzülmene değmeyecek hiç bir şey. Bundan beş yıl sonra hiç bir şey olmamış gibi hayatını yaşayacaksın. Kucağında bebeğin bu günleri hatırlayıp güleceksin ve ben” dedi dışarıya bakıp. “Ve sen?” “Ve ben uzaktan sizi izleyip her gün şükredeceğim “ dedi gözleri doldu dolacaktı. Utanmasa ağlayacaktı. “O zamana kadar yanında kalırsam” dedim. “Bunu bize zaman gösterecek emin ol yanımda kalman için her şeyi yapacağım “ dedi. Bu sırada kuyumcunun önüne gelmiştik. Arabayı parkedince kuyumcuya beraber geçip yüzük denedik. Sade iki tane alyansı seçtikten sonra fatih biraz daha ilerleyip bir şeyler yapıyordu. “Belen “ dedi bana seslenip. “Efendim” dedi. Elini uzatarak elimi tuttu. Elimi yukarı doğru kaldırıp yüzüğü parmağıma taktı. Su damlası şeklinde pırlanta bir yüzüktü. Aslında çok güzel bir yüzüktü. Elime taktığı an mustafanın bana evlenme teklifi ettiği an geldi aklıma. Kalbim hızlı hızlı çarpıp nefesim daralmaya başladı. Yüzüğe bakamıyordum. Elimden yüzüğü çıkarıp cam tezgaha koydum. “Ben tek taş istemiyorum teşekkürler” dedim kuyumcuya doğru nezaketle gülümseyip. “Yüzük çok güzel ama ben taşlı şeyler pek sevmem. Fazla iddialı. Alyans yeterli “ dedim hem adama hem fatihe bakıp. Fatih bozulsada belli etmemeye çalışıyordu. Yüzü düşmüştü. Yapacak hiç bir şey yok ben bu yüzüğü takmak istemiyordum. Aslında orda gözüme çarpmıştı bu yüzüğün çok da kibar ince bir kolye ve bilekliği de vardı. Bir gün gelip kendime alırdım bunu bana bir erkeğin almasına hiç ihtiyacım yoktu. Kuyumcuya ödemeyi yapıp teşekkür ettikten sonra beraber çıktık büyük antakya köprüsünün oraya. “Beraber bir şeyler içelim mi?” “Olur “ dedim cevabıma şaşırmıştı benden olumlu bir yanıt beklemiyordu büyük ihtimalle. Köprüden kafelerin olduğu dar sokağa girmiştik. Burada en son mustafa ile yürümüştüm. Bu arnavut kaldırımlı taş sokakta. Şarkıda da diyor ya. “Ah bir dili olsa da bir konuşsa anlatırdı masumca seni bana” Yan yana yürürken fatih bir şeyler söylemeye başladı. “Öpsem bebek gözlerinden çok ağlatırlar Sarsam seni kollarımdan bir gün alırlar Sevsem seni doya sıya yıpratırlar” “Anlamadım” dedim bakarak. “İçinden bu şarkı geçiyordu seninde değil mi? “ dedi gülümseyerek. “Evet “ dedim. Bu sefer bende gülümsemiştim. Yanımızdan geçen insanlar daha doğrusu kızlar fatihe yiyecek gibi baktıktan sonra bir kafeye sonunda geçtik. Mekana geçip sipariş verdikten sonra ben dışarıyı izlemeye başladım. Ne konuşacaktım bu adamla onu da bilmiyorum. “Belen “ dedi. Sessizliği ilk o bozdu. “Efendim” “Yanlış anlamazsan bir şey soracağım “ dedi. “Sor tabi” dedim . “Hamileliğin nasıl gidiyor yani nasıl gidiyor derken bir derdin bulantın sıkıntın var mı? “ dedi en yumuşak ve merhamet dolu sesi ile. “Yani çevrende kimse bilmediği için kimse sana dikkat etmiyordur. Ben bir şeye ihtiyacın olduğu an yanındayım” dedi. “Teşekkürler bir sıkıntım yok. Ara ara bulantım oluyor o kadar. “ dedim. “Canının istediği bir şey olursa çekinme benden iste saat kaç olursa olsun sana bulur getiririm. Zaten artık sözlü olduğumuza göre kimse yadırgamaz. “ dedi gülerek. “Yok daha canımın bir şey isteme dönemine çok var” dedim erkek işte ne anlasın hamilelikten. “Kaç haftalık peki anlamam ama yine de merak ettim. “ “Şu an 7 haftalık yani 2 aylık gibi bir şey” dedim. “Resmi var mı hani şu küçük bir şey veriyorlar ya siyah bir ultrason fotoğrafı “ “Var “ dedim çantamdan çıkarırken bu halleri çok komik gelmişti bana. Gülümsedim. “Hangisi” dedi heyecanlı heyecanlı elimden resmi alırken. “Şu yuvarlak şeyin içindeki nokta gibi bir şey var ya o” “Ama bu çok küçük bu nasıl büyüyecek “ dedi. “Sence” dedim kahkaha atarak. “Cinsiyeti ne zaman belli olacak “ dedi resimden gözünü kaldırıp. “Daha 9 hafta var “ dedim. “Daha varmış ona o zaman” dedi heyecanla resime bakarken. O sırada garson taze sıkılmış portakal sularımızı getirmişti. “Neden bunu kabul ettin. Hayatını neden benimle mahvetmeyi seçtin. Sana ne bir güler yüz vadettim ne bir mutluluk ne de sevgi. Neden benim yanımdasın fatih” dedim ciddileşip. Yutkunup bana baktı. Ne cevap vereceğini düşünüyordu. “Benim mutluluğum beni ilgilendirir. Hem belli mi olur belki sende beni seversin” “Ben bundan sonra kimseyi sevemem. “ “Sevmesen bile bana sadık kalır mısın. Sana vereceğim dünyanın karşılığında senden sadece sadakat ve sevgi istiyorum. Sevgi veremezsen bile sadakatine razıyım” dedi. “Ben bu hayatta kendimden vazgeçeli çok oldu bundan sonra tek hayatım çocuğum olacak” “Çocuğuna emin ol ihtiyacı olandan çok daha fazlasını sağlayacağım” dedi. “Ama bir nedeni olmalı. Açık konuşayım gidip bakire ya da en iyi ihtimalle hamile olmayan bir kızla evlenebilirdin” dedim. Çok saçma yakışıklı zengin ve gayet düzgündü benimle ne işi vardı.kahkaha attı ve uzaklara baktı. Cevap vermemişti. Konuşmanın devamı gelmemişti. Ardından mekandan kalkıp arabaya binecektik. Arabaya sinsi sinsi bakıyordum. “Kullanmak ister misin?” Dedi. “Arabana yazık olur” dedim. “Ehliyetin var mı ?” “Var kullanmayı da biliyorum “ Anahtarı bana doğru atıp diğer yolcu koltuğuna geçti. “Köpeğin olsun araba” dedi koltuğa oturup. Ben ise şaşkın bir şekilde koltuğa oturdum. Arabayı çalıştırınca farkettim araba efsaneydi. Mustafanın dediği kadar vardı. Yap gibi kayıyordu. “Nerden gidelim “ dedim. “Çevre yolu sakin olur ordan gidelim “ dedi hava kararmıştı. Işıkları yaktım. Araba çevre yolunda kayıyordu. “Baya iyi kullanıyorsun düğün hediyesi sana bundan alayım” dedi. Güldüm ama sinirden. Bu mustafanın en sevdiği arabaydı istediğimi ölmeden önce ne olursa olsun buna bineyim onun içinde ölmeye razıyım dediği. Sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Sesi sussun diye fatihe radyoyu açtırdım. Sesini duymak istemiyorum canım yanıyordu. Barış manço çalıyordu. “Geri ver kara toprak ver yarimi bir sabah ansızın elimden aldı rengimi” diye bana yazmıştı sanki bu şarkıyı. Fatih yolun karşısını camdan izlerken benim kulağımda hala onun ve barış mançonun sesi vardı. “Otobana çıkacaksın” dedi mustafanın sesi kulağımda. “Otobana çıkacaksın” diye tekrarladım. Fatih bana doğru döndü. Ellerimle direksiyonu sıkıyordum. Derin bir nefes aldım. “Efendim bir şey mi dedin?” Dedi. “Bineceksin bu arabaya “ dedi Mustafa. “Bineceksin bu arabaya” diye tekrarladım. Şok olmuş gibi dümdüz yolu görüyordum. “Belen iyi misin” dedi gözümden akan bir damla yaşı silip yola baktım. “Basacaksın iki yüz” dedi o zamandaki gibi. “Basacaksın iki yüz” derken ibre yavaş yavaş yükseliyordu. “Belen ne yapıyorsun yavaşla birazcık. “ dedi ama asla onu dinlemiyordum . “Akacak bu araba yolda” dedi. “Akacak bu araba yolda” dedim. O kadar hızlı gidiyordum ki arabaları sollayarak. Ardından önüm bom boş oldu. “Belen dur öldürecek misin bizi” dedi bağırarak bana. Evet sonumuz oydu. Fatih çok yanlış insan seçmişti. “Öleceksem onun içinde öleyim.” Dedi mustafanın sesi. Daha önce yapamamıştım ama şu an yapacaktım. Hıçkıra hıçkıra ağlarken yol artık görünmez olmuştu. “Belen dur sağa çek bak kamyon var çarpacağız” dedi. Bu hızla bu kamyona çarparsak asla sağ kalmazdık. Kamyonu gördüm ama frene basmadım. Gazdan ayağımı çekmedim. “Özür dilerim Fatih “ derin bir nefes alıp gözümü kapattım. “Öleceksem onun içinde öleyim” dedim çektiğim derin nefesi verip.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE