Midyat’ın eski kervansarayı, ay ışığında bir mezar gibi sessizdi; taş duvarlar, yüzyılların ağırlığıyla çökmüş, her çatlakta bir sırrı saklıyordu. Silah sesleri, geceyi yırtmış, siyah ceketli adamların gölgeleri, kervansarayın taşlarında dans ediyordu. Eylül ve Berdan, bir sütunun ardına sığınmış, nefeslerini tutuyorlardı. Rojhat, bir gölge gibi kaybolmuştu; ama o an, kervansarayın kapısında beliren kadın, her şeyi değiştirmişti. Leyla, kanlı bir manto içinde, silah elinde, gözlerinde bir fırtına, “Eylül, kızım,” demişti. Eylül’ün dünyası, o tek kelimeyle sarsılmıştı. Kalbi, bir an için durdu; Berdan’ın eli, omzunda sıkılaştı. Şeyhmus’un adının yazılı olduğu kâğıt, zihninde bir lanet gibi yankılanıyordu. Babası, Berdan’ın babası mıydı? Aşkları, bir günah mıydı? Ve şimdi, karşısında duran b

