Şansım

1278 Kelimeler
Ertesi sabah gözlerimi gördüğüm kâbus benzeri rüyadan kurtulmak için aniden açtığımda iki elimle çarşafa yapışmış haldeydim. Nerede olduğumu anlamaya çalışırken nefes nefese kalmıştım. Ter içindeydim, başım çatlıyordu ama en azından bunun sadece bir rüya olması rahat birkaç soluk sonunda normale dönmemi sağladı. Rüyamda yüzü olmayan, karanlık gölgelerin ardında beni sağa sola çekiştiren insanların kahkahalarıyla çevrelenmiştim. Ama aynı zamanda koreografisini unutmadan bir dans gösterisini tamamlamaya çalışıyordum. Karanlık bir odanın içinde hapsolmuş, onlarla boğuşuyor aynı zamanda da yapmam gereken şeyi eksiksiz yerine getirmek için uğraşıyordum. Bilinçaltım tam zamanlı hayatımın özetini rüyalarımda da bana hatırlatıyordu. Kendimi beni bekleyen geleceğe hatta önümdeki yeni güne bile hazır hissetmiyordum. Yattığım yerden doğrulmak, ayaklarımı sarkıtıp ayağa kalkıp tüm gerçeklikle yüzleşmek öyle zor geliyordu ki. Yine de bildiğim ve sevdiğim tek şeyi yapacağımdan emindim. Savaşacak, geleceğim için hiç durmadan çalışacaktım. Yoksa şimdiye kadar çoktan pes etmiş olurdum. Kendime gelebilmek için Franke'nin geçici olarak bana verdiği küçük ve bir o kadar şirin odada birkaç dakika gözlerimi gezdirdim. Tek kişilik beyaz, demir karyola yine küçük olmasına karşın benim için fazlasıyla yeterli bir dolap ve insanın kendisini prensesler gibi hissetmesini sağlayan beyaz, tül perdeler... Yatağın yanında duran komodinin tüm yüzeyi onlarca kitapla ve bana çocukluğumun en güzel zamanlarını hatırlatan bir fotoğraf çerçevesiyle kaplanmıştı. Fotoğrafta annem ve önden bir dişi eksik yedi yaşımdaki halimle, ben oldukça mutlu görünüyorduk; babama poz vermiş sırıtıyorduk. Biraz daha odamda oyalanmak faydasızdı; dünyadan işin Aslı kendimden saklanamazdım. Mutfağa gidip dünden beri aç olan karnımı doyurmam gerekiyordu. Franke çoktan uyanmış hatta kahvaltısını bile yapmıştı. Ben mutfaktan içeri girer girmez etrafımda dolanıp fincanına yanımda duran makinadan taze kahve doldurdu. Tezgaha dayalı şekilde fincanının ardından bana ilgiyle bakıyordu. "Sana da günaydın bayan meraklı," diyerek imalı bir göz devirmeyle dolaptan yiyecek bir şeyler çıkartmaya koyuldum. "Bugün neler yapacaksın peki bayan evlilik teklifi alan?" diyerek muzipçe gülümsedi. Onun dün geceden kalma tavrının sinir bozuculuğuyla olduğum yerden uzanıp kalçasına bir fiske vurdum. "Şiddet senin sorunlarını çözmeyecek. Hayranların varsa benim suçum ne?" diyerek kahvesini yudumlamaya kaldığı yerden devam etti. "Ah hatırlatmasan belki güne daha iyi bir şekilde başlayabilirdim ama," desem de dünden beri kafamı meşgul ettiğini benim kadar onun da iyi bildiği konuya gönderme yapıyordu. "Neyse ne! Canımızı sıkacak bir şey olmamalı bu. Bugün yapılacak en önemli şey, gidip kendine bir Rossino hayranı kazandırmak," deyince, "Franke!" diye bağırdım. "Of ya, tamam, susuyorum!" "Bugün sabahtan dersim yok. Senin de dediğin gibi ki hayran olma kısmı hariç tabiki şu işle ilgilensem iyi olacak. Pek ümidim yok gerçi. Bu kafayla Ne konuşacağımı bile bilmiyorum. Hele ki servis yapmamı isterlerse kesin elime yüzüme bulaştırırım," deyip omuz silktim. Benim içimde kopan fırtınanın esintileri onun da canını sıkıyordu ama beni neşelendirmek için konuyla eğlendiğinin farkındaydım. Sonra bir an ciddileşti ve yanıma kadar gelip, "Dekanla tekrar konuşacak mısın peki?" diye sordu. "Hayır! Ona cevabımı zaten dün verdim. Sanırım onu görmezden gelmek bu saatten sonra yapılacak en iyi şey olacaktır," diye cevapladım sorusunu. "Pekala, ben senin için ne yapabilirim?" diye sordu bu sefer de gözlerini yüzümde bir gezdirerek. "Benim için çok şey yapıyorsun zaten. Yanımda olman bana yeter de artar," dedim. "Saçmalama Laila. Her zaman seni dinlemeye hazırım. Bu arada Eddie'nin evine ne zaman baskın yapıyoruz?" diye sordu heyecanlanarak. "Hiçbir zaman. Sen benimle oraya gelmeyeceksin. Şimdilik oradan alınacak, acil olan bir ihtiyacım yok. Eve gitmek için biraz daha bekleyebilirim. Bu ara onu yeniden görmek istediğimden pek emin değilim." "Peki, kendini ne zaman hazır hissedersen. Ayrıca gel dediğin an seninleyim, biliyorsun," diyerek beni sakinleştirdi. "Teşekkür ederim." "Ben birazdan çıkıyorum. Sana da bol şans. Bu iş olacak içime doğuyor, tatlım," dedi ve hızla mutfaktan çıkıp beni düşüncelerimle bir başıma bıraktı. *** Saatler sonra altın yaldızlarla  süslü - altın kaplama da olabilir- kapıdan içeri kapı görevlisinin kapıyı benim için ardına dek açmasıyla adımladığımda, elimde bir tılsım gibi sımsıkı tuttuğum kartvizite kendimden daha fazla güveniyordum. Manhattan'da, bu lüks semtte ne işim vardı hala bunu sorgular vaziyette içeri girmiştim. Bugün saçlarımı açık bırakmıştım ve üzerime özel günlerde giydiğim koyu yeşil kadife ceketimi ve siyah dar pantolonumu giymiştim ama görüntümün işi almamda bir değişiklik yaratıp yaratmayacağından pek emin olamıyordum. Benim gece saatlerinde çalışılabilecek bir işe ihtiyacım vardı. Eğer saatler konusunda katı kuralları varsa bu iş benim için çoktan bir hayal olurdu. Hemen girişte birileriyle karşılaşmayı umarak etrafıma bakınmaya başladım. Restoran belli ki gündüz saatlerinde hizmet vermiyordu; ortalık loş ve fazlasıyla tenhaydı. Benim için bir umut olduğunu düşünüp hemen heyecanlanmıştım. Tam da kimsenin olup olmadığına bakmak için koridor boyunca adımlayacakken mutfak olduğunu tahmin ettiğim kapıdan İtalyanca bir şeyler söylenerek bir adam fırladı. Başını sinirlenmiş gibi sağa sola sallarken birden benim orada durduğunu fark etti ve sadece bir iki saniye bakışlarıyla beni değerlendirdi. "Ah, merhaba," dedi gülümseyerek. "Merhaba." "Seninle kimse ilgilenmedi mi?" diye sordu her kimi olduğunu anlayamadan onu ayıplarcasına. "Daha yeni gelmiştim zaten. Ben..." diyerek elimdeki kartviziti çevirip adama gösterecekken, "Geleceğini biliyordum zaten. Hadi beni takip et de ofise geçelim," dedi kibarca. Biraz önceki sinirinden eser kalmamış gibi görünüyordu. Önümde seri hareketlerle ilerlemeye başladı. Yüzünü bana doğru dönmeden, "Nerede okuyorsun, Laila?" diye sordu. Öğrenci olduğumu hemencecik anlamış mıydı yani? Bir dakika bana Laila mı demişti? Şok içinde, olduğum yerde kalakaldım. Benim ilerlemediğimi öylece yolda durduğumu anlayınca arkasını döndü ve "Nerede?" diye tekrar sordu. Şaşkındım ama adımı nasıl bildiğini sormak yerine, "Bale bölümü, Julliard," dedim. Kendi sesimin kulaklarıma yabancı gelmesine şaşırıp kalmıştım. "Anlıyorum." Umduğum tepki kesinlikle bu değildi. Sonra beni ofis dediği, genişçe bir odaya götürmesine ardından da kahverengi deri bir koltuğa oturmam için yönlendirmesine izin verdim. Ne kadar konforlu olsa da geniş koltukta diken üstünde oturuyordum. Adımı biliyor ama bölümümü bilmiyordu. Buraya geleceğimden haberdardı. Bana kartı veren kafedeki adama adımı söyleyip söylemediğimi hatırlamaya çalıştım ama bunu hiç sanmıyordum. "Benim adım, Carlo. Bu restoranın müdürüyüm. Yıllardır Rossino ailesinin çeşitli işletmelerinde çalıştım. Ve son olarak da bulunduğumuz bu yeni açılan restorandayım." Yaptığı işten gurur duyduğu ve bu aileye sadık olduğu açıkça anlaşılıyordu. Gülümsemeyi denedim. Hatta bir miktar başardığımı da düşünüyordum ama karşımdaki adamın bana bakışlarından anlaşıldığı kadarıyla pek başarılı değildim. Hiç olmadığım kadar gergin hissediyordum kendimi. Carlo, "İçecek bir şeyler alır mısın?" diye sordu. Kibar biriydi ama ben ise bir an önce buradan çıkıp gitmek istiyordum. Huzursuz olmuştum. İlgiliydi ama sanki beni çözmeye çalışır gibi bakıyordu. "Teşekkür ederim," diyerek teklifini geri çevirdim. "Laila, burada çalışma saatlerini kendine göre ayarlayabilirsin. Bu konuda sıkıntı yaşamanı, hiçbir çalışanımızın bu türden sıkıntılar yaşamasını istemiyoruz. Bizim için önemli olan tek şey, sadakat. İşe başlangıcın öncesinde senden bir sözleşme imzalamanı isteyeceğim. Bazı gizlilik kurallarımız var. Farkındasındır ki burası çok özel müşterileri ağırladığımız bir yer. Herkesin özeline saygı duyarız ve bunun gerçekten özel kalmasını isteriz," dedikten sonra duraksadı ve ne demek istediğini anlayıp anlamadığımı kavramak için bana zaman tanıdı. Anlamıştım ve ona hak veriyordum. Başımı olumlu anlamda, devam etmesini sağlamak için salladım. Bu iş kesinlikle istediğim işti ama hala emin olamıyordum. "Çok güzel! Bu konuda anlaşacağımızı zaten hissediyorum. Ayrıca iki hafta süreyle eğitime tabi tutulacaksın. Kıdemli bir çalışanımızın refakatinde işleri öğreneceksin. Peki, bunların haricinde senin her hangi bir sorun var mı?" diyerek konuşmasını sonlandırdı. "Saatler konusunda anlaşırsak benim için gayet uygun," dedim. "Tamam, öyleyse anlaştık," diye sırıttı. Ardından da, "Bu akşam başlayabilir misin, senin için uygun mu?" diye sordu. Bu kadar hızlı olması inanılır gibi değildi. "İşe alındım mı?" diye sormadan edemedim. Açıkçası bu kadar kolay olması mümkün değildi. "Tabi ki; çoktan," dedi. Demek ki şansım gerçekten dönmüştü! Restorandan çıkarken uzun süredir tuttuğumu fark etmediğim soluğumu dışarı bıraktım ve elimde hala sıkı sıkıya tuttuğum karta gülümseyerek şöyle bir baktım. Tam da o esnada kaldırama yaklaşan siyah son model arabayı fark etmemle kalbim gümbürdeyerek atmaya başladı. İçinde kimin olabileceğini tahmin ediyordum ama fark etmemiş gibi yaparak telaşla ilerlemeye başladım. Bu yaptığım oldukça saçma ve çocukçaydı ama nedense orada öylece dikilmek ve onun inmesini beklemek bana daha saçma gelmişti. Ama daha ileriye doğru iki adım atmışken arkamdan adımı seslendiğini duymamla gelecek adımımı atamadan arkamı yavaşça ona doğru döndüm.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE