⚔ 3

783 Kelimeler
“Adım İmmanuel Jesus efendim.” diyerek tatlı bir sesle kendini tanıttı. “Tanıştığımıza memnun oldum.” “Mars.” dedi titrek bir sesle. Benimle konuşurken oldukça dik başlı olurken, Jesus ile konuşurken oldukça dikkatliydi. “Bende seninle tanıştığıma memnun oldum.” İkisi de karşılıklı yataklarda oturuyorlardı. Bense eski kıyafetlerimi giyerek, silahlarımı üzerime yerleştirmiştim. Meleği öldürmek bir yana dursun ona tam olarak ne yapacağımı bile bilmiyordum. Doğrudan sormak isterdim ama Jesus erkenden uyanmıştı. Melek ile sohbetin nasıl sonuçlanacağını kestiremediğim için konuyu açmıyordum. Ufaklığın önünde kan akıtmak... Düşüncesi bile korkunçtu. Dün yeterince kan görmüştü. Meleklerin kanında ki o ilahi cennetvari misk nereye damlasa peşinden hemen iris çiçekleri yeşermişti. Tanrı’nın gözü olarak bilinen bu çiçeklerin meleğin her tarafını çevirmesi pekte şaşırtıcı görünmüyordu. Bu demek oluyordu ki, o şeytan değildi. Kanatları zifiri siyaha bulandı günahkarların kirli günahları sayesinde. Bu sözler mantıklı gelmeye başlamıştı. Yere eğilerek iris çiçeklerinden bir tanesini kopardım. Jesus gözlerini bana çevirmişti. Ona gülümsemiştim. Ve o anda meleği öldürmemeye karar vermiştim. Onu kurucu şehirlerden olan Sulie’ye götürecektim. Benim esirimdi. Bunu düşününce Mars bir şey anlamış gibi irkildi. Amber gözleri irileşti, kaşları gerilirken eliyle yüzünü sıvazladı. Omuz silktim ve yere oturdum. Kahverengi saçlarımı ördüm ve çenemin altına kadar uzanan perçemlerimi boynuzlarıma sarıp onları da gizledim. Başımı önüme eğdim. Ellerimi çenemin altında birleştirdim. Kasabadan çıkmak kolay olmayacaktı. Jesus’ı kamufle etmek kolaydı ancak bu benim iki katım olan koca adamı saklayamazdım. Düşünüyordum. Bir yol bulabilirdim. O melek için neden uğraşıyordum ki? Başının çaresine bakmasına izin vermeliydim. Elimde duran çiçeği yumruğum içinde ezerek yere attım. “Jesus senin için bir at bulacağım ve yolculuğuna onunla devam edeceksin. Sana bineklik etmekten yoruldum.” Jesus gülerek dediğime başımı salladı. Gözlerimi meleğe çevirdim. “Ve sen. Yeni yoldaşlarınla iyi geçinmeye bak. Özellikle benimle.” Jesus şaşırarak, “Bizimle mi geleceksin?” diye sordu. Mars tek kaşını kaldırdı. “Sizinle mi geliyorum?” Aynı anda sormuşlardı. “Benim hakkımda bilmemen gereken şeyler biliyorsun... Bense senin hakkında çok bir şey bilmiyorum. Kaldığımız odaya nasıl girdiğini bile bilmiyorum!” Dişlerimi sıktım. “Tehlikeli olmadığın kesin ama tehlikeyi peşimizden göndermeyeceğin kesin değil.” “Tehlikeli değilim. Öyle mi?” Gözlerinde hareler ışıldayarak oynaştı. “Sizin için değilim. Özellikle Jesus için.” Kollarımı göğsümde birleştirdim. “Neden özellikle o?” “O bir çocuk.” dedi gülümseyerek. “Masum ve bu yeryüzünde korunması gereken tek varlık, onlar.” Jesus dikkatimizi çekmek için öksürdü. “ Anneme birkaç kez yalan söylemiştim. O kadar masum değilim.” “Dışarıda binlerce çocuk var. Neden özellikle Jesus’ı seçtin?” “Sen neden yanan ve yağmalanan köyden yaşamak için yalvaran onca insan varken sadece Jesus’ı kurtardın?” diye sordu soruma karşılık. Sessizleştim. Üç gün önce lanet olası yerde ne olduğunu biliyordu. Jesus titrek bir iç çekerek kollarını kendine dolamıştı. Köyü yakan, yağmalayan ve orada ki can çekişen herkesi yiyen de bendim. Jesus’ın annesini de... Melek bunları biliyorsa orada olan her şeye şahit olmuş olmalıydı. Bizi izlemiş ve takip de etmiş olmalıydı. O en başından beri bizimle bir gölge gibi üçüncü şahsiyetti. Ayağa kalkarak Jesus’ın yanına şilteye oturdum. Elimi omzuna koyarak sıvazladım. Tutmakta güçlük çektiği yaşları yanağına aktı. Kollarımı ona sardım ve başını göğsüme bastırdım. Derin bir nefes alarak Mars’a döndüm. Konuşmasını istiyordum. Zarif çenesi kasıldı ve sarı saçlarını kaşıdı. Zarif görünümüne rağmen güçlü görünüyordu ama yenilmez değildi. Pürüzsüz tenin kapladığı parmaklarını saçlarından çekti. Yaralarını tedavi ederken, kaya benzeri kaslarını yakından görme fırsatım olmuştu. Başını bize doğru eğince parlak saçları omuzlarına döküldü. Bu varlığın amacı neydi? “Jesus’ın benim için önemi benim insanım olması.” Jesus ile birbirimize baktık. İkimizin de pek bir şey anladığı söylenemezdi. Sanırım Jesus eninde sonunda zaten öğreneceği şeyleri ondan saklamanın anlamı olmayacaktı. Sessizliğimi sürdürdüm. Mars derin bir nefes alarak duymayı beklemediğim o gerçeği söyledi. “Ben Jesus’ın koruyucu meleğiyim.” “Bu iyi bir şey değil mi?” diye sordu Jesus. Sessiz dakikalardan sonra ilk konuşan kişi ufaklık olmuştu. “Şey yani melekler iyi varlıklar...” Bana baktı. “Hem Aris o bize kötü bir şey yapmadı. Kimseyi öldürmedi. Yalan söylemedi. Kimseden çalmadı. Bunlar onu iyi yapar değil mi?” “Sanırım.” diye mırıldandım başımı eğerken. “Ama onu tanımıyoruz İmmanuel Jesus. Ya rol yapıyorsa?” “Bunu anlardım.” Gözleri saydam mavilikten soluk griye ardından ışık beyazına döndü. “Anlasaydım sana kesinlikle söylerdim.” “Evet.. Söylerdin.” Jesus en başında beri özeldi. Ancak ruh gözlerine sahip olması mucizeydi. “Jesus ona bak ve söyle bana. O nasıl biri?” Jesus, Mars’a baktı. “Kanatları günahlardan kirlenmiş ruhu pak bir cennet feriştesi.” Bana da güvenmesinin sebebi içimi okumuş olmasıydı. “Koruyucu melek.” diye mırıldandım. “Neden ufaklığı kurtaran sen değil, ben oldum?” “Vahyi yeni İmparatoriçe’ye getirenin kim olduğunu sor Aris.” Ruh Görüsüne sahip İmmanuel Jesus ve Ruhaniyet İlahasına sahip olan İmparatoriçe
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE