ALTAY'IN AĞZINDAN...
Ben böyle şansın içinden geçeyim! Kızın her delikten bi abisi çıkıyordu. Hele Orhan abi... Onun başı tüm deliklere vakıftı.
Biraz rahatladım, sevdiğim kadın elimi tuttu diye sevinirken hop, dibimizde bitti.
"Senin ilacın benim, ben!"
Gel abi, ilacımsan yarama merhem ol, kavuştur bizi bacınla. Madem ilaçsın, görevini yapsana!
Adımları dağın eteklerinde yankılar bırakıyor, hızla yanımıza doğru yürüyordu. Kaçmadım, kaçmak korkakların işidir. Dimdiktim karşısında.
Durdum ve ne yapacaksa yapsın hesabı bekledim. Ne de olsa bir kaç haftaya dayak işi bitecek, Zeliha'yla buralardan gidecektik.
"Seni uyarmıştım!" dedi.
Tam dibimde, yumruğunu havaya kaldırdığı an gözlerimi yumdum.
"UYARMIŞTIM SENİ ALTAY!"
He abi, he! Uyardın mı diyilir ona yoksa ağzıma ettin mi diyilir, pek kararsız kaldım ama varsın senin dediğin gibi olsun.
Okkalı tokat indi yüzüme.
Eli öyle ağırdı ki bir kaç saniye dünyayı dönerken gördüm. Dağlar bile yer değiştiriyor, toprak ayaklarımın altından kayıyordu adeta.
"ABİ!" dedi Umay. Çıkan sesten mi yoksa aldığım vaziyetten mi korktu kızcağız bilmiyorum.
"BIRAK UMAY! UYARDIM, KARDEŞİMDEN UZAK DUR DEDİM DİMİ SANA!"
Ve bir yumruk daha indi yüzüme.
Umay'ın çabaları faydasız kalırken dengem bozuldu, yere düştüm.
Haklı abi! Adam beni şuracıkta öldürse yine haklı.
"ŞİMDİ SENİ NE YAPAYIM HA!"
Öldür, bu sefer hakettim. Hatta öyle bir öldür ki kimseye kalmasın bedenimden bir parçam...
Üstümde beliren koca cüssesiyle uyumaya yakın hissettiğim beynim gidip geliyordu. Sinyal kayboluyor, uydu sinyale ulaşamıyordu.
"ABİ YAPMA! SADECE KONUŞUYORDUK ABİ!"
"NE KONUŞMASI! NE KONUŞMASI UMAY!"
Benim elimden bile büyük olan elleri sırayla yüzümde derin izler bırakıyordu. Ben bu dayağı başından haketmiştim, Umay'a aşık olduğum ilk gün...
"LAN!" dedi yakamdan kavrayarak.
"ULAN ŞEREFSİZ!" dedi iyiden iyiye güçten düşen vücudumu yerden kaldırarak. Sırtım havada, aklım yarı öteki taraftaydı.
"SİZİ BURDA BİRİ GÖRSE NE DİYECEKSİN OĞLUM!"
Hiçbir şey diyemezdim. Zaten laf arayan köylünün ağzına en büyük kozu verip Umay'ı ateş çukurunun içine atacaktım.
"HA ALTAY!"
"ABİ GÖRMEDİ! GÖRMEDİ KİMSE TAMAM! TAMAM KALK! YALVARIYORUM KALK GİDELİM!"
Ah Umay... Gözünden akan yaşa dünyayı yakacakken şimdi o yaşları akıtan kendimi nasıl yakayım? Söylesene be sevdiğim... Severken senden nasıl uzakta kalayım?
"UMAY! ARABAM AŞAĞIDA! HEMEN GİT, GELİYORUM!"
"ABİ BERABER GİDELİM!"
"UMAY SANA GİT DEDİM!"
Hiç gider miydi bu kadar inatlı keçi? O inadı tuttuğu zaman bırakın Orhan abiyi hiç kimseyi tanımazdı. Biliyorum, en çok bu abisinden korkuyordu fakat korkusunun üstüne gitmeye de bayılıyordu.
Gitmedi. Çırpınmaya, hiç hak etmeyen benim için çabalamaya devam etti. Arada yüzüme inecek olan tokatları küçük elleriyle engelliyor, arada onun da canı yanıyordu.
Orhan abi kız kardeşinin canını acıttığını anladığında bana daha da çok hırslanıp üzerimde güç devşiriyordu.
"ULAN ŞEREFSİZ! ULAN BENCİL KÖPEK! HİÇ Mİ DÜŞÜNMÜYORSUN LAN SEN BU KIZI! SEN ERKEKSİN ADİ HERİF! BÜTÜN LAF BENİM BACIMA GELECEK!"
Elimi aldı, yüzük parmağımı çekiştirdi. Canımın yanmasıyla bağırdım. Aslında tüm bağırışım canımın acısından mıydı, tartışılır. Becerebilse yüzük parmağımı yerinden sökecekti.
"BAĞIRMA!" dedi yüzüğü çıkarıp.
Çıkarmakla kalır mı hiç yürüyen barut, patlamaya hazır bomba, Trabzon'un delisi!
Ağzımı yanlardan sıkarak dudaklarımı araladı ve yüzüğü içine soktu.
"MADEM SAHİP ÇIKAMIYORSUN O ZAMAN YE!" dedi.
"ABİ YETER! ÖLDÜRECEKSİN YETER!"
"ÖLECEK ZATEN!"
Ağzımla burnumu aynı anda kapattı. Lan bu manyak ölecek derken şaka yapmıyormuş, harbi harbi nefesimi kesiyordu.
Can havliyle kendimi savunmaya geçen vücudum istemesem de Orhan abiye güç olarak geri dönüyordu.
Ellerimle üstüne doğru vuruyordum.
"ABİ! ABİ YETER!"
Öfkeden deliye dönmüştü adeta. Ne benim çırpınışlarımın farkındaydı ne de Umay'ın dağları bile titreten sesinin...
"PARMAĞINDAKİ YÜZÜKTEN UTAN LAN! SEN KİMSİN Kİ BENİM BACIMA YAN GÖZLE BAKIYORSUN? BİRİ GÖRSE SİZİ... TEK BİR KİŞİ GÖRSE BIRAKIN KÖYÜ TRABZON'DA YÜZÜNÜZÜ KALDIRAMAZ HÂLE GELİRSİNİZ! HADİ SEN SIYRILDIN, ELİNİN KİRİ DEDİLER! PEKİYİ UMAY! ELİNİN BÜTÜN KİRİ UMAY'IN ÜSTÜNE KALIR LAN!"
Kir olan bendim, Umay değil. Öyle saf ve masumdu ki, onu kirletmiş olan bendim, ben!
Nereye gitse karşısına dikildim, nereye işi düşse denk gelmişiz gibi orada belirdim. Kendimi gözüne sokarak aşık olmasını bekledim ama olmadı. Herkese şefkat taşıyan, kalpli baloncuklar bırakan gözleri, bana dönünce hep aynı öfkeyle harmanlanıyordu. Şimdi tam alışıyor derken araya ayrılığı sokan yine bendim. Ne yaptıysam kendime yaptım, hiç kimse, hiçbir şey yapmadı bana...
Yerdeki toprağı avuçlarımla kavrayarak Orhan abinin yüzüne fırlattım. Fırlatmak zorundaydım yoksa ciğerlerim nefes alamadığından beyaz bayrağı sallandırtacaktı bana.
Oksijen bedenime giriş yaptığında bakıştığım gökyüzüne ilerlemekte olan hayatım yeniden avuçlarımın arasına koyuldu.
"Ahh!" dedi gözlerini kapatan Orhan abi. Yerdeki tüm pisliği yüzüne çalmıştım adamın.
Sonunda benden uzaklaşınca Umay'da destek olup iyice çekti üstümden abisini.
"GİT! KALK GİT ALTAY!" diye bağırdı.
Öyle dayak yemiştim ki adım atmaya dermanım yoktu. Şuracıkta yığılıp kalacak, ölümün kollarına kendimi bırakacaktım.
"ALTAY KALK!"
Senin için... Daha fazla gözlerinden yaş akmaması için kalkıp gideceğim Umay.
Dişlerimin arasında gidip gelen yüzüğü ağzımdan çıkarıp uçurumdan aşağıya savurdum. Sanki parmağıma yüzük değil de boynuma urgan geçirmişlerdi. Ait olmadığı yerde duran her eşya kişiye yük olurmuş...
Orhan abi hâlâ gözünün içine kaçan toprakları çıkarmaya çalışıyor, bir yandan da ağzına gelen bütün küfürleri bana saydırıyordu.
Yerden aldığım destekle birlikte ayağa kalktım ve Umay'a son kez baktım. Bizim tek derdimiz düşman olmakta değildi, evli olmakta...
Umay'ın abileri ölseler de bizi bir araya getirmezlerdi.
"GİT!" dedi yeniden sevdiğim kadın.
Yetmedi mi be kızım senin çektiklerin? Daha neler yaşaman lazım yüzünün tekrardan gülebilmesi için?
Sendeleye sendeleye, bir ileri, iki geri gide gide evin yolunu tutmuştum...
***
UMAY'IN AĞZINDAN...
Altay'ın gölgesi dahi gözükmeyene kadar abimi bırakmadım.
Gittiğinden tam emin olunca yavaşça çekildim ondan.
Yerde oturuyorduk her ikimizde. Ansızın kalkıp gidecek, tekrar peşine düşecek diye tereddüt savaşı veriyordum içimde.
"Korkma!" dedi gözlerini elleriyle kapatıp.
"Gitti mi sevdiğin?"
"Abi deme öyle..." dedim bir çırpıda önüne geçerek.
Yüzünü açmaya çalıştım fakat izin vermiyordu.
Soğuk bakıyor, soğuk konuşuyordu... Normalde sesi bile bana ılık akardı ki dağ olduğunu, ardımda duran sığınağım olduğunu her daim bileyim diye...
"Abi yapma böyle..."
Yüzüne dokunduğum an elime vurdu. Belki canımı acıtmadı ama yüreğimi kanattı.
"Dokunma Umay!" dedi.
"Değdi mi he? Evden hava alıcam diye çıkıp bu şerefsizin yanına geliyorsun! Geldin yetmedi, elini tutuyorsun! Hiç yakışıyor mu sana? Ne olursa olsun boşanmadın, o çocukta yakında evlenecek! Böyle mi terbiye verdik biz sana Umay? Başkasının kocasıyla..."
Sustu, devamını getiremedi. Ben de ayağa kalkıp üstümü dahi ıslatan yaşlarımı sildim elimin tersiyle.
"Çok acımasızsın!" dedim. Ağlamaktan sesim bile değişmişti.
"Haklı olduğunu düşündüğün her konuda karşı tarafı umursamadan konuşuyorsun!"
"Umay!" dedi masmavi gözlerini bana çevirip.
Korktum, bir kaç santim geriye kaydım.
"Hiç öyle üstten üstten konuşma bana! Seni uyardım, onu da uyardım! Yakar sizi bu sevda ateşi Umay! Ama bu ateşte yanan da, küle dönen de yalnızca sen olursun!"
Cümlelerinin ağırlığı sırtımı kamburlaştırdı. Kalktığım yere yeniden oturup uzaklara daldım. Aşık olmuştum, inkâr bile edemeyecek boyutta seviyordum Altay'ı. Yoksa onu görünce çarpan kalbimin, birbirine dolaşan elimle ayağımın başka ne tür açıklaması olabilirdi ki?
"Özür dilerim abi..." dedim.
Başımı omzuna yaslamak istediğimde geriye çekilerek yanımdan kalktı. İlk kaçışıydı. İlk kez bana duvar örüyordu ruhu...
"Arabada bekliyorum seni!" dedi.
O giderken ben kaldım orada, beni yalnızlığıma terk ettiği ilk yerde. Dağımı yıktı, sığınağımı bombaladı, güvenli limanımı yaktı. Hepsini aldı götürdü benden...
Soğuk zeminin tenime işliyor olması bile kılımı kıpırdatamadı bende. Abim ilk kez sırtını dönmüştü bana. Başımı koymak istedim, yine onun kollarında huzuru bulmak istedim ama izin vermedi...
Korna çaldı peş peşe. Ardından gelen "OTURMA ŞU YERDE! SENİ BEKLİYORUM UMAY!" sesiyle bitik bedenimi ayağa kaldırdım. El birliğiyle bitiriyorlardı beni...
Adımlarım ileri giderken, ruhum geriye çekiliyordu.
Ben de kendi arabamla gelmiştim. Ona binmek istedim fakat şoför koltuğunda gördüğüm kişiyle daha çok utandım.
Yaman abimde burdaymış. Öyle bir baktı ki gözümün içine, 'Yazıklar olsun sana!' der gibiydi.
"HAYDE UMAY! YENGEN DİYO NERDE KALDINIZ!"
"SEN GİT, BENİMLE GELSİN ABİ!" dedim Yaman abim, Orhan abime.
Bir saniye bile düşünmeden köyün taşlı yollarında gazı kökleyerek, ardında toz bulutu bırakıp önden gitti.
Ben de başımı yerden kaldırmadan Yaman abimin yanına oturdum.
"GEL BAKALIM UMAY KOÇYİĞİT!" dedi derin nefes alarak.
Arabayı çalıştırıp yola çıkmamızın ardından 2-3 dakika geçmişti fakat abim ağzını açmıyordu.
Baktım konuşmuyor, yan yan baktım acaba ne yapıyor diye...
"Düzden baksana!" dedi.
Kafamı çevirdim. Kolunun tekini açık pencereden çıkarmış, dudağının postunu soyuyordu.
"Of!" dedi saçlarını karıştırarak.
"Keşke gelmeseydim! Geldiğime pişman ettin beni Umay!"
"Abi bari sen yapma!"
"Ne yapma Umay! Ben de gördüm kızım! Çocuğun elini tuttun! Hadi düşmanlığı geçtim, ikinizde başkasıyla berabersiniz! Utanmıyor musun sen?"
"Ağır konuşuyorsun abi. Altay beni kurtardı, ben de sadece..."
"Dinlemek istemiyorum!" dedi elini havaya kaldırıp sözümü keserek.
Herkes yolumu kesiyordu, herkes bana sırtını çeviriyordu.
Daha da ağzımı açıp tek kelam etmedim ama ben susunca gözyaşlarım akıttı içimdeki acımı.
•••
Annem haricinde kimse bakmıyordu yüzüme. Babam çarşıya inmiş, 3 erkeğin ağır hakaret sayılacak bakışlarıyla baş başa kalmıştım.
Hemen de Toprak abime anlatmışlar olayı! O bile yüzüme bakmıyordu. Gonca desen zaten, Toprak abim kesin talimatla odasından dışarı çıkmasına izin vermiyordu.
Kaldım tek başıma. Önceden olsa her biri ayrı ayrı sataşır, gıcık ederlerdi. Şimdi ise aynı masanın etrafında toplanan yabancıları andırıyorduk.
Gururum kalk dese de yarın doğum günüm olduğundan gece 12'ye kadar bekledim. Belki kutlarlar, böylelikle barışırız dedim ama saat 1'e geliyordu.
Ne olursa olsun hiçbirisi doğum günümü unutmaz, gün girer girmez kutlarlardı. Toprak abim odama pastayla baskın yapar, ardından da Orhan abim, annem, babam sürprizle arkada belirirlerdi.
Pasta kesilirken de Yaman abim arayarak uzakta oluşundan ötürü telefondan kutlardı.
Yani parça parça olsakta asla unutmazlardı. Şimdi bütündükte ne... Her biri benden önce odasına çıktı.
Kalbim kırılmıştı. Hani biriciğinizdim sizin? Hani gözünüzden bile sakınıyordunuz? İlk hatamda sildiniz beni...
Herkes gidince bahçede tek ben kaldım.
Çenemin titremesini bay geçerek gözümden akan yaşları sildim ve hızla mutfağa gittim. Dolapların içinde illaki küçük keklerden olması gerekiyordu.
Bir kaç yere bakındıktan sonra aradığımı bularak üstüne çatapat koydum ve odama çıktım.
Yatağımın üstüne oturdum, bir süre daha bekledim belki gelirler diye fakat ne gelen oldu, ne de giden...
Çatapatımı yakarak gözyaşlarımla "İyiki doğdun Umay..." dedim.
Çatapat sönünce umutlarım, yeni yaşımın heyecanı da söndü.
Işığı kapattım ve yalnızlığımla birlikte uykuya daldım...
***
ORHAN'IN AĞZINDAN...
"İyiki doğdun küçüğüm..."
Üstünü açmıştı yine sıpa. Dayanamadım, gece 2 gibi yanına giderek gizlice kutladım doğum gününü.
Tüm gece boyunca her birimizin gözünün içine bakmış, hatırlayıp hatırlamayacağımızı merak etmişti.
Yüz vermeden oturup, ardından hiçbir şey olmamış gibi odamıza çıkınca küçük çocuk misali üzüldüğünü anlamıştım ama Umay'a artık birinin dur demesi lazımdı.
Senin zararın kendine be abim...
"İyiki doğduğun kızım benim..."
Saçlarından okşayarak tam yanındaki küçük keki aldım.
Kutlamış ama yememiş...
"Abi..." sesiyle yerimden kıpırdaman ardıma baktım.
Onlarda benim yolumdan geçmiş, buraya gelmişlerdi...
"Uyuyor mu?" dedi Yaman sessizce.
"Uyuyor." dedim.
Uykusu derindi, öyle kolayına uyanmazdı.
Hep birlikte yanına toplanıp dibinde oturduk.
Ağacın gölgesi üzerine düşse cihanı yakacağım kız kardeşimin gözlerimin önünde kendini bilinmezin ortasına atmasına dayanamıyordum.
Hepimiz için geçerliydi bu kural. Yaşama gayelerimizden birisi de Umay'ı bütün kötülüklere karşı koruyup, kalkanlamaktı.
Biz etrafını çevreledikçe Umay sapıtıyordu. Madem bizi takmıyor, o zaman bizde onu takmıyor gibi gözükecektik.
"İyiki doğdun kızıl gülüm..." dedi Toprak.
"İyiki doğdun beyaz papatyam..." dedi Yaman'da.
Her birimiz ayrı iltifatla severdik onu. Öyle çok sever, öyle çok üstüne titrerdik...