Keyifli okumalar.
Üzerimde beyaz önlüğüm, yüzümde siperlik, başımda kask ve etrafımdaki diğer mühendis arkadaşlarımla birlikte -onlar da benim gibi güvenlik tedbirleri almışlardı- Koral-2'yi teslim için tesisin açık arazisine çıkartmıştık. Kullanmakta görevli olacak arkadaşa nasıl kullanılacağı ve özekliklerini anlatıyorduk. Rahmetli Aykut abi ile yazdığımız bu sistem ve ekip arkadaşlarımızın tasarladığı araç ile çoğu ülkenin korkulu rüyası olmuştuk.
Radar sistemini çalıştırdığımızda, üzerindeki sinyal tarayıcı yükseldi ve dönerek frekans aramaya başladı. Daha sonra da imha başlayacaktı. Kendi bilgisayarlarımızı imha etmemek için kapalı bölümden bir hayli uzaklaşmıştık ancak pek işe yarayacağını zannetmiyordum. İlki dahi 200 kilometre menzilli yayın yaparken bu daha gelişmiş olanı yüz seksen altı bin metre karelik tesisi tamamen kapsamadan çıkartacaktı. Bu sebeple öncesinde uyarı yapılmıştı. İlkine göre daha etkili frekans yayan sistemimiz cebimdeki telefona kadar bütün elektronik cihazları kısa süreliğine etkisizleştirmişti. Uçak, gemi, tank gibi düşman taaruz araçlarının sinyallerini kesecek frekanslar yayıyor ve onları kör ediyordu.
Araç teslim edildiğinde biraz ileride beni bekleyen Dağhan'a yaklaştım. Onun da telefon bağlantısı kesilmiş olacak ki çekmesi için etrafta geziniyordu.
"Biraz sonra düzelir. Sistem az önce kapatıldı. Özellikle telefonlar, en geç etkiden çıkan onlar. Düşük yazılımlı basit araçlar malum."
"Pekala." Telefonunu cebine koydu ve bana yol verdi. Ona Aselsan'ı anlatmaya Koral Türk'ten başlamak istemiştim. Bunu da en iyi onun maheretlerini göstererek yapabilirdim.
"Şimdi bu radar sistemi bütün araçlara entegre edilebiliyor mu?"
"Askeri araçların büyük bir kısmına evet. Ancak biz en güçlü ve en güvenli olanları tercih ediyoruz."
"Harika bir iş çıkartmışsınız. Bunun su üzeri için tasarlananı da var galiba."
"Evet. Elektronik Harp suiti. Gemilere entegre edilerek kullanılıyor o da. İkisi de hedefi sıkı şekilde takip ederek hangi bantta yayın yaptığını buluyor, sonra da o banttaki taaruz aracına gerekli bilgileri aktarıp taaruz aracı tarafından imha ediliyor."
"Kaç tane taaruz aracı var. Dört müydü?" Muhtemelen bilgisi vardı ancak detay öğrenmek istiyordu.
"Evet. Dört taaruz aracı ve bir tane de elektronik destek ünitesi var."
"Yani üç farklı özelliği bir araçta birleşirdiniz. Arama-bulma, taaruz ve destek."
Başımı saklayarak onayladım. Birlikte yürüyerek tesis binasina gelmiştik. Bu kadar yürümeye alışık olmayan bedenim kesin zayıflayacaktı.
"Devlet dairesi mi Aselsan? Ya da kurum mu, kuruluş mu? Diye sorayim."
"Aselsan bir vakıf kuruluşu. Bin dokuz yüz yetmiş beş yılında Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı tarafından kurulmuş. Yüzde yirmi beşi de borsa İstanbul'da işlem görüyor. Paran varsa yatırım yapabilirsin. JİTEM askerleri zengin oluyormuş."
Güldü. Gülüşü masallarda parlayan çiçekler, periler olur ya onlar gibi parlıyor; etrafına ışık huzmeleri yayıyordu. İnsan bu kadar güzel güler mi zalım? Erkek güzeli değildi. Daha karizmatik, daha erkeksiydi. Kemikli yüz hatları esmer teni ile birlikte insanda bakmaya doyamama isteği uyandırıyordu.
"Hurafe onlar hurafe. Sizin kadar kazanmıyoruzdur." Top ağlarda.
Türkiye'de mühendislerine en iyi imkan sağlayan şirket Aselsan'dır. Yemek fişinden tutun da ilçelere servise kadar her türlü hizmeti verir. Maaşları da gizli tutulsa da kişisel olarak belirlenir. Yani bir hayli yüksek.
"Sahi gerçekten sözleşmede madde var mı maaş gizliliğine dair?" Hala sırıyordu. Islandım. İnsan bir gülüşle birini bu hale getirememeli. Konuyla alakası olmasa da libidosu yüksek bir insanım. "Akel? İyi misin?"
Kız evi naz evi kendine gel. Şöyle bir silkeledim ruhumu.
"Sözleşmeyi düşünüyordum," diyerek kıvırdım. "Var galiba. Annem babam bilmiyor mesela ne kadar maaş aldığımı. Ya da diğerlerinin maaşını ben bilmiyorum."
"Neye göre belirleniyor maaşlar?"
"Kişiye göre. Mesela benim eğitim durumum, önceki çalıştığım iş yerim, istediğim ücret hepsinin ortasını bulup uygun bir ayarlama yapıyoruz. Tabi kıdem ve aldığın eğitim çok önemli."
"Aykut bey ne kadar süredir çalışıyor burada? Kıdemi neydi? Birlikte çalışıyordunuz ama o senin üstündü galiba."
"Üst demeyelimde beden daha kıdemliydi. ODTÜ'de okurken stajyer olarak girmiş ASELSAN 'a. Yaklaşık yirmi yıldır burada. Tabi tam rakamı sana İK müdürümüz Mustafa bey söyler. Ben sadece sekiz yıldır buradayım."
"Ömrünün yarısı burada geçmiş. Burada herhangi bir düşmanlığı olmadığına emin misin? Yirmi yıl uzun bir süre. Ya da bilgi alabileceğimiz daha kıdemli arkadaşlar var mı? Ondan daha uzun süredir burada çalışan?"
"Şimdi ne desem yalan olur. Birazdan Mustafa beyin yanına gideceğim. Ondan öğrenirim senin için. Ya da birlikte gidelim. Sen sorunu sorar çıkarsın."
Başıyla onayladı. Bir süre sessizce ilerledik. Söylediklerimi tartıyor, beyninde hepsini ölçüp biçiyordu. Ölüm ile ilişkilendirmesi için henüz bir ip ucu yoktu. Olsa bana anlatır mıydı bilmiyorum ama bildiklerimden yola çıkıyordum.
"Yurt dışına satış yapıyor musunuz?"
"Tabi ki. Uluslararası bir satış portvöyümüz var. Bunları neden Mustafa beye sormadın?"
"O da şüpheli listesinde olduğu için olsa gerek. Biraz sonra gittiğimizde ona da sorarım. Şüpheli olamayacak tek kişi sensin."
"Neden? Benim de yapmış olma ihtimalim yüksek. Belki ajanım. Sistem yazılımlarını sahiplerimin istediği gibi yapıyorum. Aykut da bunu anladı ve ondan kurtuldum."
"Bunu ve benzeri bir sürü ihtimali düşündüm. Özellikle öğrendiğindeki soğuk kanlılığın seni ilk sırada şüpheli görmemize sebep oldu ancak seni araştırdık. Deden Türk Silahlı Kuvvetlerine şerefiyle hizmet etmiş onurlu bir asker. Sen de onunla büyümüşsün. Bir asker çocuğu, torunu asla vatanını satmaz. Tabi askerine göre değişir. Aykut'u öldürmen için seni tehdit ediyor olsalar, kaybedecek hiçbir şeyin yok. Ablan savcı, seni korur kollar. Baban Türkiyede bile değil ve yaşadığı ülkede fazlasıyla nüfuzlu bir adam. Annen keza medyatik bir kadın ama hiç böyle riskler altında değil. Gazi bir kuzenin var ama o da dedenlerle yaşıyor. Sevgilin ya da eşin yok, yıllar önce bir nişan atmışsın ama adam başkasıyla evlenmiş bile. Çocuğun da yok. İşin komiği sizin ailede hiç çocuk yok. Yani sözün özü Aykut'u öldürüp hayatının içine sıçmak için hiçbir nedenin yok."
Böyle deyince kendimi yalnız hissettim. Gel yarim ol yiğidim. Kimsesizliğimin kimsesi ol. Sende seve seve çocuğa çoluğa karışırım. Hem bu tip, bu mükemmel ötesi genler ziyan olmamalı.
"Vay be! Maşallah beni benden iyi tanıyorsun. Ben kendimi bu kadar iyi savunamazdım."
Gözlerine bilmiş bir bakış yerleşti. İşini iyi yapan zeki birinin bakışıydı. İyi bir istihbaratçıydı. Sadece beni sorgulamıyordu. Hakkımda bir sürü kişiden bilgiler almış, beni zihninde bir yere oturtmuştu.
"Masumsun. Fazla masumsun. Kendini hiç savunman gerekmemiş. Hiç ezilmemişsin. Kendini savunamaman normal. Seni senin yerine savunan bir ablan var."
Hakkımda haklı bir çıkarım yapmanın verdiği rehavetle merdivenlere ilerledi. Rahat bir insandım. Rahatlığım; başıma bir iş geldiğinde ya da bir hata yaptığımda eksiklerimi kapatacak, beni kollayacak bir ailemin olmasındandı. Şanslıydım. Ne diyebilirim ki?
Birlikte Mustafa beyin odasına girdik. Karşındaki tekli koltuklara konumlandık ve Dağhan sözü alarak merak ettiklerini sordu.
"Uluslararası çalışan bir şirketsiniz. Ürettiğiniz Koral sistemini de bizzat gördüm. Bildiğim kadarıyla geniş bir ürün yelpazeniz de var. Daha önce de Fetö tarafından mühendisleriniz öldürüldü. Son zamanlarda herhangi bir tehdit alıyor muydunuz? Aykut beyin çalıştığı Koral sistemle kimlerin kuyruğuna basıyorsunuz?"
"Bilindiği üzere Aselsan, diğer satış kollarının yanısıra Türk Silahlı Kuvvetlerine çalışan bir şirket. Yani riskli bir sektör. Ancak mühendislerimize dair herhangi bir tehdir yoktur. Olsaydı emin olun güvelik güçlerimize bildirirdik. Koral sistemini biz üretsek de kullanan sizsiniz. Yani kimlerin kuyruğuna bastımızı siz daha iyi bilirsiniz."
Zeki biriyle konuşmanın verdiği keyifle gülümsedi.
"Anlıyorum. Ancak mühendisiniz tesis sınırları içerisinde öldü. Yani bu durumda siz de şüphelilerden birisiniz. Buna ne diyeceksiniz?"
"Haklısınız. Belirtmek isterim ki Aykut beyin ölümü bizi derinden sarstı ancak tesis içinde ölmesi bizi de harekete geçirdi. İçimizde bir hain varsa eğer emin olun bu ben dahi olsam bulmanız için her türlü desteği vermekle görevliyim. Bizzat Ceo'muz Haluk bey rica etti. Şirketmizin adı kirlensin istemiyoruz."
"Aykut bey tam olarak kaç yıldır çalışanınız? Daha önce hangi işlerde çalıştınız?"
"Yaptığı işleri asistanım size rapor olarak teslim etsin. Kendisi on sekiz yıldır bizimle. ODTÜ'de elektirik elektronik mühendisliği okurken üçüncü sınıfta baş vurdu bize. Yirmi yaşından beri birlikte çalışıyoruz."
"Peki anlaşamadığı bir başka çalışanınız var mıydı? Olur ya insandır onu kıskanan, ne bileyim başarısından rahatsız olan birileri? Anlaşmazlığa düştüğü birileri..."
"Yüzde yüz yanıt vermem mümkün değil tabi ki sonuçta insanların içini bilemeyiz. Ancak Aykut bey öyle kimseye bulaşmayan kendi halinde diye tabir edeceğimiz insanlardandı. Tesis içinde büyük bir sürtüşmesi de olmadı. Ancak daha ufak sorunları iş arkadaşlarından öğrenebilirsiniz. Bana yansımayan hadiseleri bilemem."
"Pekala. Soracak başka sorum yok şimdilik. Daha önce de dediğim gibi soruşturma süresince yurt içinde kalmaya çalışın. Herhangi bir durumda telefonla iletişime geçeceğiz."
Bana da başıyla selam vererek odadan çıktı. Mustafa bey ile baş başa kalmıştık. Ellerini önünde birleştirerek bana döndü. Kurumsal kişiliğini takınmıştı. Sorguya giren adamla, benimle konuşan adam aynı değildi.
"Benimle konuşmak istemiştiniz," diyerek lafı açtım.
"Bir süre izne ayrılmanı istiyoruz Akel. Yaşadığın kolay bir şey değildi. Son işini de teslim ettin. Yeni bir işe başlamadan bir süre izne ayrılmanda yarar görüyoruz."
"İyiyim ben. Hem..." lafımı bitirmeme izin vermedi.
"Akel, bir süre dinlenmen, zihnini toparlaman senin için daha iyi olur. Verimli çalışmayı esas alıyoruz. Aklın başka yerdeyken sen de istediğin başarıyı yakalayamazsın. Aykut beyi düşünmesen de katilini merak ediyorsun. Her şey çok taze. On beş günlük yıllık iznin de duruyor. Bir süre kafanı dinle. Dinlen ve yeni fikirlerle aramıza dön."
"Pekala. Ben toparlanayım o zaman."
Odadan çıktığımda kendimi boşlukta hissediyordum. On beş gün evde ne yapacaktım? Virüs yüzünden gezemeye de gidemezdim ki kafamı dağıtmak için. Kendimi yiyerek besleneceğim günler beni bekliyor. Hadi bakalım.
"Akel." Ayh! Noluyo be! Ardımı döndüğümde duvara yaslanmış beni bekleyen Dağhan ile karşılaştık.
"Sen gizli gizli napıyosun burada ya?"
"Gizli bi' şey yapmıyordum. Çıktığında mesaj yazıyordum sadece."
"Beni niye bekliyorsun?"
"Burada işimiz bitti."
"Eee?"
"Çocuklar gittiler diğer görevleri için." Her cümlenin sonunda beni tartar gibi beklemesi canımı sıkmaya başlamıştı.
"Eeeeee?" Anlamayarak başımı eğmiştim.
"Ben de boşa çıktım."
"Eeeee? Anlamıyorum açık ol biraz."
"Aç mısın? Yemek yiyelim mi?"
"Haaa!" Nihayet dökmüştü ağzındaki baklayı. Adam randevu teklif edemiyordu. "Dağda geze geze flörtöz olmayı unutmuşsun. Açık açık sorsana iki saat açıklama yapıyorsun. Ayrıca aç mısın, ne ya? Hiç bir kadına böyle yemeğe çıkalım denir mi?"
"Flört etmiyorum," diye inkâr etti. "Acıktım. Eşlik eder misin diye sordum sadece. Elli tane laf söyledin. Gelmezsen gelme. Ben kendim yerim."
Bir de trip atıyor. Zeytinyağı. Öküzlük yaptığını kabul etmek olmaz tabi. Kibir. Aynı yöne doğru yürümeye başladık. Eşyalarımın olduğu oda onun gittiği yönde olduğu için o tarafa gidiyordum. Yoksa onunla alakası yoktu.
Önümüzden gelen Tolga ile ikimizde durduk. Asker selamı vererek Dağhan'a bakışlarıyla bir şeyler anlattı. Sonra bana döndü. İstemsizce gülümsemeye başlamıştım.
"Naber Tolga."
"İyidir Akel. Sen nasılsın?"
"Komutanın asabımı bozana kadar çok iyiydim." Dağhan'a dönerek devam ettim."Tolgadan bir kadına teklifte nasıl bulunulur dersi al bir ara. Senden iyi."
Tolga'nın beti benzi atmıştı. Ağzı da açılmış, hayret içeren bir 'o' şeklini almıştı.
"Bakıyorumda hanımlara randevu teklif edecek kadar boş vaktiniz var Tolga bey. Ama istediğim bilgiler hala elime rapor olarak gelmedi."
"Araştırma halindeyim komutanım."
"Evrim teorisini araştırmanı istemedim senden! Ölmüş bir mühendisin ailesi hakkında bir şeyler bulmak bu kadar zor olmamalı! Onunla bununla flört edeceğine işine bak."
Kızmıştı. Bir de bana randevu teklif etmiyorum diyor şapşik. Tolga'nın başını yaktım biraz galiba ama Dağhan'a iyi oldu. Yok öyle kendini ağırdan satmalar. Dağhan Tolga'yı haşlarken benim sırıtmam biraz nahoş oluyor galiba. Zira yüzbaşının gözü bana deydikçe siniri artıyor. Siniri arttıkça da sözlerinin ağırlığı, o daha çok azarladıkça da Tolga bana imdat bakışları atıyor ve sil baştan Dağhan bana bakıyor. Ne kısır bir döngü ya Hu?!
"Beni koruyordu ama. Sen verdin bu görevi. Hem beni korusun hem araştırma yapsın kolay değil bence."
Adam ya sabır çekti. Tolga'ya sert bir bakış atara ardını döndü ve uzaklaşmaya başladı. Üzerinden dumanlar çıkıyordu. Sistemin bu kadar ısınması doğru değildi. Anakartı yakacaktı şimdi.
"Sen niye komutanımı bana kışkırtıyorsun ya! Disipline mi göndertçen beni?"
"Güzel flört etmen disiplin cezası sebebi mi?" Askeriyelerde disiplin cezaları verildiğini ve bunun da siciline işlediğini elbetteki biliyordum. Rütbe alırken dahi karşına çıkan bir durumdu.
"Hayır. Ama birisi komutanımın yanında ona beni savunursa oklarını üzerime çevirmiş olur. Hem nereden çıktı bu randevu muhabbeti?"
"Yemeğe çıkalım mı, dedi. Diyemedi daha doğrusu."
"Ne?" Sara krizi geçirir gibi titremeye başladı. "Ve sen ona benim seninle oynaştığımı söyledin öyle mi? Allah'ım bana bir şeyler oluyor!"
Dengesini kaybetmiş gibi bana yaslandı. Abartıyordu. Dağhan gibi bir adam cidden hoşlansa açık olurdu. Neyden çekinecek ki?
"Tolga iyi misin?" Etraftaki insanlar bize bakıyordu. Az önce Tolga'yla oynaşıp Dağhan'a iş attığımı öğrenmişlerdi yanımdaki asker sağolsun. Adım kesin çıkacaktı.
"Yürü Allah aşkına. İntikam mı aldın ne yaptın? Sayende herkes bana imalı imalı bakıyor."
Tolga'yı sakinleştirdikten sonra otoparka indim. Dağhan'ı arasamda açmamıştı. Trip atıyordu zalım. Tamam bir erkeği astıyla kıyaslamak yapılmaması gerken bir hareketti ama suçunu kabul etmeyince düşünmeden konuşmuştum.
Arabasına binerken yakaladım otoparkta. Güvenlik görevlisiyle konuşuyordu.
"Diğer askerler de sordu aynısını. Anlıyon mu? Onlara da dedim. Ben bulduğumda ölmüştü zaten. Şşşt anlıyon mu?" Dağhan'ın kolunu dürtü. Zaten öfkeli olan adam ters bir bakış attı. "Etrafta da kimsecikleri görmedim. Öyle boylu boyunca yatıyodu yerde anlıyon mu?"
Akif bey konuşurken her kelimenin sonuna 'anlıyon mu?' diyen, sık sık insanı dürten, cümlelere sık sık 'şşşh' diye başlayan şahsına münhasır bir insandı. Pek sevmezdim. Konuşmaya başladımı bir türlü lafı bitmezdi. Kullandığı gereksiz kelimeler de dahil bir sürü zırvalardı.
"Eee nereye gidiyoruz yemeğe?" diyerek Akif beye ters bir bakış attım. O da beni sevmezdi. Dinlemeye tenezzül etmediğim için kibir biri olaram görürdü. Vaktim kıymetliydi naparsın.
"Neyse ben görevimin başına döneyim."
O uzaklaşana kadar sustuk. O bana bakmıyor, güya tavır yapıyordu. Pek de umurumda değildi açıkçası.
"Eee? Dışarıda yemek yemeyi doğru bulmuyorum. Riskli."
"Hayret. Sen Tolga'cığınla yerdin yemeğini. Nasıl oldu da beni seçtin." Çakal. Seni seçmedim.
"Tolga'yla takılmam niye ilgilendiriyor seni?"
Önce cevap vermek ister gibi açtı ağzını. Sonra derin bir nefes aldı. Cevap vermeyecekti. Bozulsam da çaktırmadım. Nihayetinde aksi bir cevap da vermemişti.
"Ne yemek istersin?" Renault'una döndü ve kapıyı açarken başıyla binmemi işaret etti. Sabah kendi aracımla gelmemiştim. İşime gelirdi.
"Yemek işi kolay da nerde yiyeceğiz o mesele."
Araca yerleştikten sonra cevap verdi. Sonrasında tesisten ayrılmıştık.
"Avm'nin ortasına oturup da değil herhalde. Buluruz bir kapı kirişi, park filan."
Bölüm sonu