Her şey aynı gün oldu.
Bazı günler böyledir; insanın hayatını ikiye böler.
Sabah Mert Karahan ofise girdiğinde yüzü alışılmadık derecede kapalıydı. Telefonu elindeydi, konuşmuyordu. Elif bunu ilk bakışta fark etti. İçine kötü bir his çöktü.
“Elif,” dedi Mert. “Toplantı odası. Şimdi.”
Kapı kapandı. Camın arkasında kimse yoktu. Bu kez sertlikten çok ağırlık vardı.
“Ne oldu?” diye sordu Elif.
“Bitti,” dedi Mert. “En büyük sözleşme iptal edildi.”
Elif’in kalbi hızlandı. “Nasıl?”
“Yönetim geri adım attı,” dedi. “Benim değil… benim durduğum çizginin bedeli.”
Bu bir kayıptı. Büyük. Geri dönüşü olmayan türden.
“Elif bir an sustu. Sonra net konuştu. “Bu senin hatan değil.”
“Benim,” dedi Mert. “Her şey benim kontrolümde olmalıydı.”
“Elif yaklaştı. Bu kez durmadı. “Her şey kontrol edilemez.”
Mert başını kaldırdı. Gözleri karanlıktı ama boş değildi.
“Kontrolüm giderse,” dedi, “ben ne kalırım?”
Bu soru… sert bir adamın en çıplak hâliydi.
Elif’in sesi yumuşadı. “İnsan kalırsın.”
Bu kelime Mert’i yerinde çiviledi.
Aynı saatlerde Elif’e bir telefon geldi. Halide Hanım ağlıyordu.
“Baban hastanede,” dedi. “Kalp ritmi düzensizleşmiş.”
Elif’in dizleri titredi. Telefonu kapattığında dünya yeniden kaydı. Ama bu kez düşmedi. Mert tuttu.
Elif farkına varmadan onun ceketine tutunmuştu. İlk kez. Tamamen.
“Benimle geliyorsun,” dedi Mert. Tartışmaya kapalıydı.
Hastanede zaman ağır aktı. Elif bir sandalyeye çöktü. Güçlü durmayı bırakmıştı. Omuzları düştü. Gözleri doldu.
“Ben yoruldum,” dedi fısıltıyla. “Hep güçlü olmaktan.”
Mert yanına oturdu. Aralarında mesafe yoktu artık.
“Bugün güçlü olma,” dedi. “Tutun.”
Elif başını ona yasladı. Bu bir teslimiyet değildi. Bu bir ihtiyaçtı. Mert’in omzu sertti ama sabitti.
“Bunu yapmamam gerekiyordu,” dedi Elif.
“Bunu yapman gerekiyordu,” dedi Mert.
Babası stabil hâle geldiğinde Elif rahat bir nefes aldı ama gözyaşları durmadı. Mert elini Elif’in saçına koydu. İlk kez. Yavaşça. Korumak için.
“Ben buradayım,” dedi. “Gitmiyorum.”
Elif başını kaldırdı. Gözleri doluydu ama netti.
“Bu geri dönüşsüz,” dedi.
“Biliyorum,” dedi Mert.
O an birbirlerine baktılar. Ne acele vardı ne kaçış. Mert Elif’in yüzünü iki eliyle tuttu. Öpmedi. Almadı. Sadece orada kaldı.
“Ben sert bir adamım,” dedi. “Ve kolay sevmem.”
“Elif’in sesi titredi. “Ben de kolay bırakmam.”
Bu bir sözleşme değildi.
Bu bir vaat de değildi.
Bu, iki yaralı insanın aynı yerde durmayı seçmesiydi.
O gün Mert Karahan şunu öğrendi:
Kontrol kaybı bazen yıkım değil…
birine tutunacak yer vermekti.
Ve Elif ilk kez şunu hissetti:
Güçlü olmak, yalnız olmak zorunda değildi.