BÖLÜM 14- KARANLIK SIRLAR

1105 Kelimeler
Rüzgâr, İstanbul’un arka sokaklarında sert bir şekilde dolanırken, geceden kalma bir kasvetle sokağa düşen Aleyna Kara’nın adımları aceleciydi. Emniyetin üst düzeyinden gelen talimat, sabah saat beşte bizzat cep telefonuna iletilmişti: “KOD: N-5 dosyası derinleştirilecek. Tüm iç dosyalar ve tanıklar yeniden değerlendirilecek.” Bu mesaj, basit bir emir olmaktan öteye geçiyordu. Sanki biri ya da birileri, yıllar önce gömülen bir sırrın kapağını zorla kaldırmaya niyetlenmişti. Aleyna, günün ilk ışıklarıyla birlikte Selim’le emniyette buluştu. Dosyaların sararmış kenarlarını çevirirken, özellikle 1998 yılında çıkan yangına dair belgeler ilgilerini çekiyordu. Berna Yalçın’ın yeni ifadesi, geçmişte üstü örtülmüş birçok ayrıntının yeniden görünür olmasına neden olmuştu. Ancak içlerinden biri özellikle dikkat çekiciydi: Olay yerinde bir dönem İstanbul Emniyeti’nde görev yapmış emekli başkomiser Arif’in adı geçiyordu. “Bu, sadece mesleki suistimal değil” dedi Aleyna, dosyanın kenarına parmaklarını bastırarak. “Bu, açıkça cinayeti gizlemek demek.” “Düşünsene, yıllarca sessiz kalınmış bir olayda şimdi bir tanık konuşuyor” dedi Selim. “Ve ne hikmetse bu yangın dosyasında adı hiç geçmemiş bir adam, yerel telsiz kayıtlarında konuşuyor.” “Kim?” diye sordu Aleyna, başını çevirerek. “Komiser Yardımcısı Mesut Aslan” dedi Selim. “1998'de ilk ulaşan ekipteymiş. Ama raporlarda adı yok. Sadece telsiz konuşmalarında sesine rastlanmış. Görünmez biri gibi.” Aleyna ayağa kalktı. “Görünmez biri artık gün ışığına çıkacak.” Şehrin dış çeperlerinde yer alan, emekliliğe yakın personelin görevlendirildiği küçük bir polis lokalinde buldular Mesut Aslan’ı. Sessiz, içine kapanık, yaşlı gözleriyle sürekli yere bakan bir adamdı. Sabah çayını içerken karşısında Aleyna ile Selim’i görünce, bakışları önce dondu, sonra içinde yılların tedirginliği kıpırdadı. “Komiser Yardımcısı Mesut Aslan mı?” diye sordu Aleyna. “Buyurun” dedi adam, sesi çatallıydı. “Ne için geldiniz?” “N-5 kodlu dosya hakkında konuşmak istiyoruz. 1998’deki yangınla ilgili.” O an adamın elleri titredi. Bardağı masaya bıraktığında çayın yarısı dökülmüştü. Derin bir nefes aldı. “Bu kadar yıl sonra neden?” “Çünkü biri konuştu. Artık saklayacak bir şey kalmadı” dedi Selim. Mesut başını öne eğdi. “Ben o gece oradaydım. Ama söylediklerimi rapora almadılar. Başkomiser Arif, ‘bu iş büyümesin, sadece kaza olarak geçsin’ dedi. Hepimizi susturdu. Biri hayattaydı ama biz... biz onu yalnız bıraktık.” Aleyna gözlerini kısmıştı. “Hayattaydı mı dediniz? Kim?” Mesut gözlerini kaçırdı. “Genç bir çocuk. 16-17 yaşlarında. Diğerlerinin aksine o kaçmayı başarmıştı. Ama sonra... sonra o da kayboldu. Adı kayıtlara geçmedi. Fotoğrafı, ifadesi, hiçbir şeyi yok. Sanki hiç var olmamış gibi.” Selim cebinden Berna Yalçın’ın verdiği çocukluk fotoğrafını çıkardı. “Bu muydu?” Mesut, fotoğrafa baktığında yüzü soldu. “Evet… Bu o çocuk. O gece gözlerinin içine baktım. Korkmuştu ama yaşıyordu.” “Peki sonra ne oldu?” diye bastırdı Aleyna. “Bir hafta sonra, Arif bizi tekrar topladı. ‘Çocuk öldü, mesele kapanmıştır’ dedi. Ama kimse cenaze görmedi. Kimse mezar görmedi. Ben hep şüphelendim ama konuşamadım. Beni de tehdit etti.” Aleyna gözlerini kısıp dosyayı kapattı. “Tehditler artık işe yaramayacak. Çünkü biz o çocuğun izini bulmak üzereyiz. Bu dosya yeniden açıldıysa, birileri hâlâ ondan korkuyor demektir.” Mesut başını eğdi. “Korkarlar tabii. Çünkü o çocuk... O çocuk yangını çıkaran değil, gerçeği gören tek kişiydi.” Aleyna ayağa kalktı. “Artık biz de gördük. Şimdi sıra adaleti sağlamaya geldi.” Lokalden ayrıldıklarında hava hâlâ griydi. Aleyna, arabanın kapısını sertçe kapattığında Selim onun gerginliğini yüzünden okuyabildi. Mesut’un söyledikleri, yıllardır örtbas edilen bir suçun sadece kıyısına işaret ediyordu. Ortada daha büyük bir yapı, daha kalın bir perde vardı. Ve Aleyna bu perdeyi artık tümüyle yırtmaya kararlıydı. “Emniyetin içinden biri, yıllarca bir çocuğun izini sildi” dedi, ellerini direksiyona dayayarak. “Ama neden? O çocuğun gördüğü şey neydi?” “Ve yaşıyorsa… Şu an nerede?” dedi Selim. “Belki hâlâ bir yerlerde hayatta. Belki de bu yüzden biri N-5 dosyasını tekrar hortlatıyor.” Aleyna motoru çalıştırdı. “Arif’in dosyasını detaylıca tarayacağız. Emekli olduktan sonra nerelere gitmiş, kimlerle görüşmüş, hâlâ bağlantıda olduğu eski teşkilatçılar var mı… Hepsini.” Selim telefonunu çıkararak not almaya başladı. “Bir de 1998’de yangınla ilgilenen diğer ekip üyelerine ulaşmalıyız. Özellikle ilk müdahale eden ambulans ve itfaiye personeli… Belki biri hâlâ görevde.” O günün geri kalanında emniyette hummalı bir çalışma başladı. Arşiv odasında, sarı klasörlerin tozlu yükü arasında geçmişin gölgeleri yankılanıyordu. Aleyna, Arif’in imza attığı her tutanağı tek tek inceledi. Ve sonunda bir belge gözüne çarptı: “Olay yeri inceleme raporuna ek” notuyla sunulmuş, ancak sistemde ‘arşiv dışı’ olarak işaretlenmişti. Raporda, yangının başlamasından hemen önce bölgede görülen “sivil giyimli, 40’lı yaşlarında bir adam”dan bahsediliyordu. Tanık ifadesi alınmamıştı. “Aleyna, bu adamın eşkali dosyada hiç geçmiyor. Hatta olay anında binada olmadığı varsayılmış. Ama tanık ‘yan dairede yaşıyordu, yangınla ilgisi vardı’ demiş” dedi Selim, raporu uzatarak. “O zaman bu adam kimdi?” Aleyna’nın gözleri daraldı. “Ve neden kayıtlardan silinmiş?” İçişleri Bakanlığı’nın arşivlerine erişimleri olmadığından dolayı, Aleyna özel bir ricada bulundu. Emniyet Müdürü ile yüz yüze yaptığı görüşmede, bu dosyanın artık klasik bir faili meçhul olmadığını, sistematik olarak bastırılmış bir cinayet zinciri olduğunu açıkça dile getirdi. Müdür, kısa bir sessizlikten sonra gözlüklerini çıkararak başını salladı. “Sana özel izin vereceğim. Ama dikkatli ol. Arif’in adı, sadece emniyet içinde değil, bürokrasi katlarında da saygı görür. Onun altına kazma vurmak demek, geçmişte başka karanlık dosyaları da açmak demek olabilir.” “Hazırım” dedi Aleyna, gözlerini kırpmadan. “Gerekirse hepsini açarım.” O akşam saatlerinde Arif’in emekli olduktan sonra yaşadığı mahalleye gittiler. Ümraniye’nin sakin bir sokağında, üç katlı mütevazı bir apartmanın ikinci katında oturduğu bilgisine ulaşmışlardı. Ancak daireye vardıklarında, kapı kilitliydi. Komşulara sordular. En son bir hafta önce görüldüğünü, sonra apar topar evi boşaltarak şehir dışına gittiğini söylediler. “Bu kadar tesadüf fazla” dedi Selim. “Neden şimdi gitti? Kim haber verdi ona?” Aleyna apartman girişine dönüp çevreye baktı. Gözleri, karşı apartmanın tepe katında kısa bir gölgeyi seçti. Perde, biri içeriden izliyormuş gibi hafifçe kıpırdamıştı. Göz göze gelmeden önce gölge çekildi. “Biri bizi izliyor olabilir” dedi Aleyna. “Ya da Arif izleniyordu, biz devraldık.” Eve döndüklerinde telefonları eş zamanlı olarak çaldı. Arayan, olayla bağlantılı olduğu düşünülen başka bir eski polis memuruydu. Adı Hamdi Demirer'di. Onunla yapılacak görüşme, belki de Mesut’un ifadelerini tamamlayacak son parçaydı. Telefonda sadece bir cümle kurmuştu: “Çocuk hâlâ hayatta olabilir. Ama onu bulmak için önce sizden birinin yanması gerekecek.” “Ne demek bu?” diye bağırmıştı Selim telefonda ama cevap gelmemişti. Hat kapanmıştı. Aleyna, pencereye doğru yürüyüp dışarıya baktı. Sokağı yeniden o soğuk rüzgâr sarmıştı. Bu sefer içinde taşıdığı kasvet, sadece geçmişin değil, yaklaşan tehlikenin de habercisiydi. Gerçek, tüm gölgelerin ardından usulca ilerliyordu. Ama her adımı, daha karanlık bir sırrın kapısını aralıyordu. Ve Aleyna, o kapıdan içeri adım atmaya hiç bu kadar hazır hissetmemişti.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE