Bölüm 12— Geceyi Delen Sessizlik

542 Kelimeler
Müge ışıkları kapatıp yatağa uzandığında, odanın sessizliği bile ona fazla geldi. Yorganın altına girdi, başını yastığa gömdü… Ama karnındaki o kelebekler, sanki gizli bir toplantı yapıyordu. Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. Tamam Müge… Sakin ol. Sadece bir yemek. Hem, adamı tanımıyorsun bile… Ama o anda Mert’in gözleri geldi aklına. Hem meraklı, hem de bir şekilde güven veren… Fısıldar gibi mırıldandı: — Acaba yine aynı bakar mı? İç sesi hemen atıldı, hafif alaycı bir tonla: Sen ne ara bu adama güvenmeye başladın? Daha soyadını bile yeni öğrendin. — Soyadını biliyorum canım… Biliyorsun da? Başka? — Zengin. Ve? — Karizmatik. Ooo… bak burası tehlikeli. “Karizmatik” dediğin yerde normalde işler sarpa sarar. — Ya bırak… öyle işte. Devam et, başka? — Hafif alaycı… ama tatlı. Tatlı mı dedin sen? — Dedim evet… Bak işte… kelebeklerin sebebi bu. Müge, kendi kendine gülümseyerek döndü, yastığa yüzünü gömdü. Ama o gülümsemenin altında, farkında bile olmadan güvenmeye başladığı bir adam vardı. Ne oldu ki böyle? diye düşündü. Daha doğru düzgün tanımıyorum bile… Aynı anda… Mert, arabasını konağın geniş girişine çektiğinde, içinde hâlâ Müge’nin gülüşünün bıraktığı sıcaklık vardı. Ama bu sıcaklık, ağır kapıdan adımını atar atmaz buz gibi havaya dönüştü. Salon ışıkları yanıyordu. Normalde annesiyle babasını bu saatte bir arada görmek zordu, ama belli ki bu gece özel bir geceydi. Babası yukarı çıkmış olmalıydı; salonda yalnızca tespih boncuklarının birbirine çarpan sesi vardı. Annesi, koltuğun tam ortasında, dimdik oturuyordu. Başındaki ipek örtü bile keskin duruyordu; dudakları ince, çizgileri sertti. Önündeki yarısı içilmiş kahve, bekleyişinin süresini ele veriyordu. “Hoş geldin oğlum,” dedi. Sesi yumuşak değildi, içinde ince bir hesap sorma vardı. “Hoş bulduk, anne.” Montunu askıya astı, merdivenlere yöneldi. “Baban yattı. Ben seni bekledim. Konuşmamız lazım.” Mert, istemeden de olsa salona döndü, koltuğa oturdu. “Yine ne oldu?” Kadın, boncukları avucunda durdurdu. “Ne olduğu değil, ne olmadığı önemli. Sen hâlâ sorumluluğunu anlamıyorsun. Bu ailenin geleceği sensin. Varisisin. Ama hâlâ çocuk gibi hayallerin peşindesin.” “Ben oyun oynamıyorum anne.” “Hayal kuruyorsun!” Sert bir sesle. “Geçmişte yaptığın hataların bedelini biz ödedik. O evlilik… bu aileyi derinden sarstı. Adını lekelememek için sustuk. Şimdi aynı hatayı tekrar edemezsin.” Mert’in bakışları karardı. “Ne hatası? Kime göre hata?” “Derya…” dedi annesi, kelimeyi keskin bir bıçak gibi. “On yedi yaşından beri seni seviyor. Senin gibi bir adam için böyle sadakat bulunmaz. Hem kanımızdan hem canımızdan. Bizim yolumuzu bilir.” Mert’in aklına gençlik yılları geldi. Derya’nın çocuk yüzünde, yaşından büyük o bakışlar… Aradaki yaş farkı, akrabalık bağı… hep mesafe koyduğu ama hiçbir zaman söndüremediği o sahiplenme. “Ben Derya’yı kardeşim gibi gördüm hep. Bunu zorlamayın. Bu bana da ona da haksızlık.” Kadın sertleşti. “Senin ne gördüğün önemli değil. Baban da ben de kararımızı verdik. Bu evlilik olacak. Hem de yakında.” Mert sustu. Sadece annesinin bakışlarından, geri adım atmayacağını anladı. Kadın son darbeyi vurdu: “O Müge mi… Adını bile anmana gerek yok. O kadın bu eve göre değil. Seni düşürdüğü hayallerden uyandırmak benim görevim.” Annesi ayağa kalktı, omuzları dimdik, adımları kesin. “Bizim gölgemizden çıkamazsın, Mert. Ne kadar direnirsen diren, sonunda bizim dediğimiz olur.” Kadın odasına yürürken, Mert koltukta kaldı. Yumruğu sessizce dizine indi. Bu sefer olmaz, anne… diye mırıldandı. Bu sefer olmaz.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE