•5.BÖLÜM•

2932 Kelimeler
Kapı hafif bir gıcırdamayla açılınca arkaya yasladığı başını indirdi ve bana baktı. Mavi gözlerini görmek mümkün değildi ama orada bir ışığın yandığını görecek kadar kendimdeydim. Bu tuhaf halini aklımdaki yürüyen egoyla örtüştüremiyorken merakım korkuma bulanıyordu. Yaklaşarak adını söyledim. "Kaya bey iyi misiniz?" Halinde yine hiç bir değişiklik göremeyince derinliklerimden gelen kaygıyla iyice yaklaştım. Bu adam dünya yıkılsa elleri ceplerinde başına düşecek taşı kasıntı tipiyle beklerdi. Şimdi nasıl duvar dibine sığınacak kadar acizleşmişti? Elinde kare büyük bir şişe ve yerde de devrilmiş benzeri boşları gördüğümde olduğum yerde donarak kaldım. İğrenmiş ve oldukça gerilmiştim. Kendini kaybetme noktasına kadar içmiş biriyle iletişim kurulmazdı. Bunu öğrenmiştim öğretenden de az çekmemiştim. Bağırıp küfür eden, söven, döven sonra da hiç bir şey olmamış gibi kanepede sızan pisliklere tahammül edemezdim artık. Tıpkı geçmişimde olduğu gibi yine arkamı döndüm. Duvarlarımın arkasında bugün yaramazlık yapmış, acılarımı üst üste koyarak basamak yapmıştım hala uslanmayan ruhuma. Boyumun yetiştiği duvarın ardını görmeyi başarmıştım ama yine eskisi gibi aynı pisliklerle dolu olduğunu görüyordum. Korktum. Ve yine kendime dönüp acılarıma acizlikten sarıldım . Gitmek bu iğrenç kokudan olabildiğince uzaklaşmak istiyordum. "Elif!" Bir sarhoşun ağzından ismimi bu kader naif duyabileceğimi zannetmezdim. Kasılan bedenim, hızla atan kalbim ve ürperen tenimle adsız duyguyu bütün hücrelerimde hissettim. Kötü bir şey dememişti, sadece basitçe adamı söylemesi dünyamı tersine çeviremezdi! Kendine gel Elif! Döndüm ve onun bana boş bakan gözlerine baktım. Ne istiyordu bu adam benden? Adı, sesi, duruşu, kibri, bakışı,öfkesi, gülüşü... Hepsinden öte varlığı neden beni böyle yıkıma sürüklüyordu, Yeterince öldüm ben. Kaldıracak son nefesim dahi yoktu. Kollarında can verecek biri dahi yokken yalnızlığımı ve hiçliğimi yüzüme çarpan adama neden adımlarımı atıyordum? İsmimi bir büyü gibi fısıldayan adamın önünde neden şimdi diz çökmüş tapınır gibi ona bakıyordum. "Efendim.." Peki ben neden ona gerçek Elif in korkularını gün yüzüne çıkaran sesiyle sesleniyordum? Neye muhtaçtım ki dileniyordum! Gözlerinin mavisini yakaladığım bakışları yüzüme anlamsızca baktı ve dudağının kenarı yukarı kıvrıldı. Alay etmekle alakası yoktu bu gülüşün ama ondan önce gözüm yanağında oluşan çukura takılmıştı. Çok yakıştığını itiraf etmeliydim. Dağınık kuzguni saçları ay ışığında dans eder gibi karışmıştı. Normade bu saçlar kalıp gibi tepesinde dururdu ama şimdi insanda daha çok karıştırma istediği oluşuyordu. Hayal etmesi bile parmaklarımı karıncalanmasına neden olunca bu saçma sapan düşünceyi aklımdan attım ve yine onun gözlerine engin mavilerine döndüm. "Senin burda ne işin var? Evine gitmedin mi?" İçkili nefesi yüzüme çarptı. "Çalışıyordum." Dedim nefes nefese çıkan sesimle yüzüme üflediği içki kokan nefesini bertaraf etmeye çalışmıştım. Ucuz bir şey değildi içtiği babam da boyuna göre hep pahalı içkiler içerdi. Başını tekrardan arkaya yasladı ve boynunu kaldırarak söylediğim kelimeyi ağzında geveleyerek tekrar etti. "Çalışıyorum. Hm. Senin kadar çok çalışan birini görmedim daha önce ama şu aklını boş şeylerle meşgul ediyorsun." Bu sarhoşun söylediklerini düşünmek gibi bir niyetim yoktu ama ay ışığının vurduğu boynunda konuştukça hareket eden adem elması bütün ilgimi oraya vermeme neden oluyordu. Bir çıkıntının neden dikkat dağıttığını anlamasamda izlemekten de vazgeçemiyordum. " Evine git." Evim yok demeyi o an çok istedim ama söyleyemeyeceğim bir şey için zihni bulanık bir insanın aklını iyice bulandırmak istemedim. Evimi yıllar önce kaybettim hem de kendi ellerimle. "Tamam gidiyorum." Dizlerimin üstüne kalkacağım zaman ellerimi tuttu. Sıcak, büyük avuçların arasında kalan minik elime baktım ve yüreğime akan sıcaklığın vücudumun her bir noktasına yayıldığını şaşkınlıkla hissettim. Bir şey demesini bekler gibi gözlerine ve beni tutan ellerine bakıp durdum. "Saçların çok çirkin. Gözlüğün ondan da beter ve kıyafetlerin inan ki bit pazarından alınmış gibi. Bu şirkette insan gibi dolaş." Ne bekliyordum bilmiyordum ama beklenti içinde olduğumu hissettiğim benliğime çok kızıyordum şuan. Ayrıca her bir sözünün içimde depremler yarattırdığının farkında mıydı bu kendini beğenmiş pislik? Biliyorum hepsini biliyorum 15 beş yaşımdan beri kendimi mahkum ettiğim bir dünyaydı bu. Güzel bir genç kız olmayı kadın olmayı ben de isterdim ama hayatın bana verdikleriyle normal olmak çok zordu! "Ama o gri tuhaf gözlerinin güzelliğine bir şey diyemem. Soğuk bakıyor ama yine de farklı ve güzeller." Kalbim öyle hızlı atmaya başlamıştı ki yanaklarımın bu loş ortamda kızarmaktan öte alev alıp yanacağını hissettim. Hala öylesine ellerimi tutan parmaklarını tenimde hareket ettirince elektriğe kapılmış gibi ellerimi çektim. İyi ki yüzüme bakmıyordu yoksa bu halimi görüp dalga geçebilirdi. Kırılmaya can atan dudaklarımı sabit tutmaya çalıştıkça içten ısırıp durdum. Alt tarafı güzel gözlerin var demişti ve ondan öncede bir ton hakaret etmişti. Ayrıca tuhaf bir güzellik derken? Arkaya yasladığı başını bana doğru çevirince yutkunarak bana değen bakışları altında ezildim. Dudaklarını küçük çocuklar gibi büzerek düşündü. Tatlı olmaya çalışan ukala bir pislikti. "Git dedim sana! Burada işin yok!" Tatlı değildi! Kaba ve ukala bir pislikti. Ne dediğini bilmeyecek kadar da sarhoştu. Az önce yaşadığım tarifi olmayan duyguların bütün dengemi bozan etkilerine katlanmak yabancı olduğum bir durumken onu gördüğüm günden beri bana sarf ettiği hakaretleri sindirmek gün geçtikçe daha da zor olmaya başlamıştı. Yaşattığı her durumun ortasında şaşkın ve üzgün kalarak parça parça ruhumu koparıyordu sözleri. Aciz, kendi hırsları yüzünden dibi boylayan zavallı adama son kez baktım ve ayağa kalkarak yere serpilen eşyalara dikkat ederek bir kaç adım attım. "Dur!" Bu filmi bir kere izlemiştim ve beğenmemiştim o yüzden yoluma devam ettim. Bir lafı güzel on lafı hareket içeren kendini bilmezi duymak istemiyordum bu saatten sonra. "Sana dur diyorum!" Gelen seslerden ayağa kalkmaya çalıştığını anladım ve omzumun üstünden ona baktım. Ayağa kalkmıştı ama dengesiz duruşu yüzünden sallanıp duruyordu. Yerde bir çok kırılan eşya vardı ve çok tehlikeli cam kırıkları ay ışığı altında parıldıyordu. Tamamen döndüm ve düşme anından tutmak için bir adım yaklaştım. Bana orantısız adımlarla yaklaşan adamı korkan gözlerle izlemenin yanında onu böyle görmekte adlandıramadığım tuhaf bir duyguyla birlikte kalbime batan iğne uçlarının nedenini merak ettim. İyice burnumun dibime yaklaşan adamın içki kokusuna burnumu tıkadım ve içimde solan baharı kışa çeviren adamın sözlerini işittim. "Hırsızlık yapacak kadar cesur değilsin ama bunu yapacak aklın var!" Durdu ve kısılan, hain mavi gözleriyle harelerimi esir aldı. "Bu odaya girdin mi bugün?!" diye bağırdı. Ölümü andıran tehditkar nefesini yüzüme bıraktığında midemin düğümlemdiğini hissettim. Kırılan ne onur ne gurur ne de kalp bırakmıştı. "Söyle dedim sana, söyle!" diye bağırdı tekrar. İki kolumdan tuttuğu gibi beni hızla sarsmaya ve sarhoş kelimeleri ile bağırarak utanmadan hakaretler iftiralar yağdırmaya başladı bir ömürlük acımın üstüne.. "Sana söylüyorum ucube şey! Girdin mi? Bilgisayarıma baktın mı? Senin ben o aklını biliyorum!" Zangır zangır titreyen bedenimi fark etmeksizin sarsmaya devam ettikçe hareket etme kabiliyetim azalıyordu. İlk defa korkunun etkisi üzerimde bu kadar büyük ve kırıcıydı. Konuşmak bağırmak söylediklerinin karşılığını vermek istiyordum ama kılımı kıpırdatacak enerjim kalmamıştı. Zaten daha fazla ayakta duramayan zorba sendeleyip kendisiyle birlikte beni de yere düşürmüştü. Altında kalmış, üzerime binen ağır yükün altında sırtıma batan ufak parçaların canımı yakmasını yumduğum gözlerle ve sıkıya bastırdığım dişlerle hafifletmeye çalışmıştım. Kısa bir nefes alıp aynı hızla verdim. Kesici bir şey değildi sırtıma batan ama bu sarhoş adamın üstümde uzanan büyük veağır bedeninin yüzünden nefes alamıyordum. Düştüğü an bir kaç küfrü duymazdan gelmiştim ama çok kısa bir süreden sonra ikinci bir şoka uğratan hareketleri yapmaya başlamıştım. Büyük bir kedi gibi mırıldanıp burnunu boynuma sürtüyor yer ediniyordu sanki uyumak için. Bu dev bedenini kaldırırdım bir şekil ama o uzun, kibir temsili burnunu tenime sürtmesini kaldıramazdım! Ayrıca verdiği her soluğun şah damarımın üstüne usulca değmesi kalbimin hızla çarpmasına neden olduğu gibi ölümüme de neden olacaktı.. Sıcaklığın bedenimizi sardığı vakit daha fazla dayanamadım ve göğsünden iterek kaldırmaya çalıştım. Hayır adam ayı kadardı ben bu incecik bileklerin güçsüzlüğü ile nasıl kaldıracaktım. Kendim çıkmalıydım. Nefes alma ihtiyacıyla kalçamı ve göğsümü hareket ettirdim ama beni saran kolları ile daha çok ona bulandım. İçki kokusunu bertaraf eden erkeksi kokusunu fark ettiğimde gözlerimi kapattım ve bir günahmış gibi korkarak içime çektim. Temizdi, parfüm kokusu gün içinde etkisini kaybetmiş geriye onun teninin kokusunu bırakmıştı. O durumda o kokuyu çekmek zorunda olduğum için bir süre bekledim bende ama ta ki beyin hücrelerim isyana kalkışana dek! Nefesimi tuttum tutabildiğim kadar ama faydası yoktu bir kere onun pençelerine düşmüştüm. "Kaya bey kalkar mısınız?" Duyduğuna emindim ama o hiç oralı olmuyordu. Yerinden memnun desem bir kemik torbasının üzerine kim yatmak isterdi. Ellerimle tekrar itmeye çalıştım. "Kaya bey! Lütfen kalkın nefes alamıyorum!" Hayır bu iş böyle olmayacaktı. Her saniye boynuma değen nefesi,ağır sıcak bedeni, kokusu ve allak bullak ettiği bedenim ile daha fazla sağlıklı kalamayacağımıza emindim. Koynumda sızıp kalan patron bozuntusu hayal alemimde bile geçmeyecek kadar tehlikeli ve can yakıcıydı. Kadınların tehlikeli silahları vardı. Bende bu silahlardan birini tırnaklarımı kullanacaktım. Sağ kolum bedeninin altında kaldığı için sol kolumla göğsüne küçük bir çimdik atmayı denedim. Ama hayır hala kıpırdamadan uyuyordu. Bu sefer daha aşağı parmaklarımı sürükledim. Bu sırada hafifçe kıpırdasa da eski haline daha sert döndü. Sinirlenmeye başlamıştım ve karnına bir çimdik attım. Düz, kaslı ve sert karnında elime gelecek et parçası bulmak zorken meraklı parmak uçlarım yerinde durmuyordu. Kaslarına dokunmak için yeniden kıpırdıyorlardı. Koynumdaki adam aldığı küçük darbeyi hissetmişti ama bu salakça hareketlerim benim açımdan bir felaketle sonuçlanmıştı. Çünkü o kibirli burnu kulağıma değmiş, erkeksi bir sesle mırıldanmış ve şimdi burnu ile birlikte dudaklarınıda işin içine katarak boynumda geziniyordu. Panikleyen bedenim yanıp tutuşurken karnımda hissettiğim baskıyı korkuyla açılan gözlerle fark ettim. Ellerimi göğsüne koydum ve var gücümle itmeye kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. Kalkmayan bedenini her hareketimle daha çok kendime çektiğim azgın adam ellerini bir şey arıyor gibi bacağımda gezdirdirdi ve çıplak tenimi bulduğunda eteğimin altına ellerini sokarak bacaklarımı dokunmaya çalıştı. Ayağımı bacaklarına savurmaya başladığım an ellerini geri çekti ve bileğimi tutarak elimi başımın üstüne sabitledi. Yavaş, sulu ve sıcak öpücüklerine devam ederken karnımın derinliklerinde kıvranan ateşin bütün bedenime yayıldığını ve oradan kalbime vardığını hissettim büyük bir şokla. On saniye önce beni hırsız diye itham eden adamın altında kıvranmak ne acı ve ne utanç vericiydi. Aklım isyan ederken bedenimin hiç umurunda değildi. "Kaya bey lütfen kalkın! Bağırmama az kaldı! Lütfen! Son kelimem dudaklarımdan yalvarırcasına dökülünce ben dahi kendime acıdım. Gözümden bir damla yaş süzüldü çaresizliğime ve daha nicesi hazır bekliyordu. En son ne zaman ağlamıştım? Annem öldüğü gün çok ağlamıştım ama ona verdiğim sözler yüzünden ağlamayı yasaklamıştım kendime. Ruhuma benliğime çok fazlaydı. Ruhumu sömüren adam yavaşça başını kaldırdı ve mavi gözlerini görmeyi beklerken siyaha yüz tutmuş ateşin ev sahipliği yaptığı gözlerini soğuk grilerime dikmesi nefesimi kesmişti. Yüzüme baktı, göz yaşıma ve dudaklarıma. Kalın kaşlarını sertçe çattı ve yüzümde aradığı her neyse bulamamış gibi yüzünü ekşitti. Bıraktığı öpücüklerinin ıslaklığı tenimi baştan çıkarıcı bir şekilde ürpertirken altında titrediğimi hisseden bedeninin daha da kasıldığını fark ettim. "Kalkın artık!" Kuruyan dudaklarımı ıslattım ve" Biri gelebilir yanlış anlayabilir! Lütfen kalkın!" dedim. Ama bu söylediklerimi hiç duymamış gibi sarhoş herif dudaklarıma iştahlı ve kararmış gözlerle baktı. "Parfüm kullan ve bir de yemek ye!" Hakaret mi etti yoksa düşünceli mi davrandı anlayamamıştım doğrusu. Güzel korkmayabilirdim ama temizdim. Portakal çiçeği kokan çok güzel bir sabunla yıkanıyor elbiselerimi de sadece bir gün giyerdim. "Konumuz kokular değil Kaya bey! Kalkın artık!" Kolay kolay öfkesini belli eden biri değildim ama sınırı aşmış bu pisliğe haddini bildirmek istiyordum. Ağzımı açacağım zaman sıcak dudaklarını ağzıma kapatarak nefesimi kesti. Öpmüyor resmen sömürüyordu dudaklarımı, ruhumu.. Sert ve talepkar öpücüklerine donmuş vaziyette karşılık vermeden bekliyor elektrik çarpmış gibi zangır zangır titreyen vücudumun şaşkınlığını yaşıyordum. Sol kolumu serbest bırakması için çekiştirdim ama o daha da gaddarca asıldı dudaklarıma. Ağzımı açmaya çalışan dilini dudaklarımda hissederken kendime hakim olamadım ve usulca inledim. Ama yine de ona tecrübesiz hislerimle teslim olmadım. Sinirlenmişti teslim olmayışıma çünkü vahşi bir hayvanı andıran öpüşüyle bedenini bana bastırıyordu. Başımda tuttuğu ellimi tek elle tutup diğer eliyle de tekrar bacaklarıma sertçe yöneldi. Çıplak tenimi aramadan direk eteğimi parçalar gibi çekiştirdi ve acımasızca parmaklarını etime gömdü. Korkuyordum ama gücüm yetmiyordu onu üzerimden kaldırmaya. Bacaklarımı savurup onu teklemek istesemde yükü o kadar ağırdı ki kıpırdayacak gücü bulamıyordum beşinci saniyeden sonra. Yeniden gözlerimin yandığını yaşların akmak için can attığı noktada titreyerek hıçkırdım onun dudaklarına. Kendin de olmayan sarhoşun altında harcanmak ölmek için artık ne bir silaha ne de uçurumdan atlamaya gerek vardı. Zaten o an ölürdüm. Isırıp hırpaladığı dudaklarımı ve bedenimi bir an da terk eden dudaklarıyla derin nefes çektim içime. Acıyan dudaklarımı dişlerimin arasına hapsederek tekrardan hıçkırarak ağladım. Tadı ağzımın her köşesine bulanmıştı. Onu şimdi görmek istemiyordum ve gözlerimi kapatarak sessizce ağladım. "Kalk artık pis sarhoş!" Öfkemi barındıran sesimle sessizce fısıldarken başımın üstünde tuttuğu ellerimi bıraktı ve bedenini üzerimden çekmeden ağırlığını yan tarafa vererek yükümü hafifletti. Daha sonra aklımın ucundan dahi geçmeyen bir şey yaptı. Göz yaşlarımı öptü. Ağladım, öptü. Daha çok ağladım, daha çok öptü taki dudakları gözlerimin üstüne mühürlenene dek. Bütün acımı akıttım ve o benim bütün acılarıma merhem olmuş gibi şefkatle sarılmış iyileştirmek için uğraşıyordu. Boynuma akan göz yaşlarını takip eden dudakları bir süre yine orada kaldı ve derin bir nefes çekti. Erkeksi sesi kulaklarıma ulaşırken göz yaşlarım sessizce kurudu ve geriye kurak suya muhtaç bir beden bırakmıştı. Kendine yer edinme amacıyla boynuma burnunu sürtünce sessiz kaldım. Sızmak üzereydi. Uyur kalırsa en azından bedeninin altından çıkmam kolay olurdu. Saniyeleri sayarken titreyen dudaklarım hırpalanmaktan şişmiş ve acıyordu. Nefesim sonunda normale döndüğünde acıyan dudaklarımı gererek üstümde ki ağır bedeni itmeye çalıştım. Bacaklarımı kurtarmak kolay olmuştu ama gövdesi çok ağır olduğu için ince bedenim altında dümdüz olmuştu. Özellikle yine boynumda soluyup durması iki gramlık aklımı çelip durmasından sinir oluyordum. Keşke ayık olsaydı da yüzüne tokat atsaydım yaptıkları için. Sonunda azar azar çekerek bedenimi kurtardığımda derin bir nefes çektim ciğerlerime. Çok ağır ve hala leş gibi içki kokuyordu. Midem ağzıma gelmeden kollarımdan destek alarak dizlerimin üstüne kalktım ve yerde yüzü koyun yatan adama nefretle baktım. Bu gidişle hırsının kurbanı olacak ve tamamen yok olana kadar böyle sürünüp duracaktı. Kendi bildiğini okuyacak kadar cesurdu ama her yenilgisinde köşelere girecek kadar da korkaktı. Gücün ve paranın satın alabileceği şeylerden biri cesaret olabilirdi ama cesaretin bittiği noktadan sonra insan kendisini satmaya başlıyordu. İnsanlığını şöhret için satacak bir adam olmuştu Kaya Teksoy. Başarı cümbüşlü sesiyle gelir yenilgi ansızın sağ yumruğunu yüzüne çakar ve ne olduğunu anlamadan insan kendini yerde bulurdu. Ve izi sonsuza dek kalırdı. Yanımda yürüse korkudan kaçacak delik aradığım adam şimdi ayaklarımın altında sere serpe uzanırken üzülmeyi bir kenarı bıraktım ve güçlükle ayağa kalktım. Dermanın kalmadığı dizlerim ilk başta titremişti. Dengemi bulmak için kollarımı açtım. Sağ kolum bedenin altında kaldığı için uyuşuk olsada pis sarhoşu olduğu gibi yerde bırakarak kapıya yürüdüm. Paytak paytak attığım adımlarla hala kendine gelemeyen bedenim büyük bir şok içindeyken gözlerimi yumdum. Bunun üstesinden de gelecektim. Odadan çıkarken asansörden fırlayan adamla olduğum yerde kaldım bir kaç saniye ama yine yoluma devam ettim. Siyah takım elbiseli adam kıstığı gözlerle baştan aşağı beni süzünce utanmış ve birazda korkmuştum. Yürümeyi beceremeyen pisliğin altında kalmaktan üstüm buruş buruş ve ağzı burnu bir yere kaymıştı. Saçlarımla yüzümü gizleyerek merdivenlere hızla ilerledim pelte kıvamına gelmiş bacaklarla. Adam iyi misiniz gibi bir kaç sözcük söylemeyi başardığında merdivenleri yarılamış ve trabzanlara astığım çantamı zar zor bedenime çapraz takmıştım. Dinlemedim, cevap vermedim ve kendimi olabildiğince hızlı bir şekilde şirketten dışarı attım. Kışın artık kendini hissettiği vakit üşüyen her bir hücremle kendime gelmeye çalıştım. Sadece ince bir gömlekle bu havada çıkmak akıllıca değildi ama... Geceyi davet eden gökyüzüne başımı kaldırdım ve nefes almayı özleyen ciğerlerime doyasıya kadar izin verdim. Merak etmek iyi bir şey değildi. Hem de yürüyen egoyu merak etmek hiç iyi bir şey değildi. Ölüme yürümekle aynı şeydi. Evin yolunu kendime gelmeye çalışarak bitirmeye çalışırken yanımdan geçen siyah arabayla dikkatim dağıldı ve plakanın tanıdık gelmesi ile durakladım. 34 AY 3456 Asude Yiğitalp Asude nin arabasıydı gece gece bu izbe sokaklarda dolaşan. Ama neden buradaydı? Adımlarım yine merakım için hareket edeceği zaman kendime koynumda ki sarhoş patronu hatırlattım. Merak kediyi öldürür. Yoluma devam ettim Asude yi boş vererek. Artık evime bir sokak kala gündüz gözüyle bile giremeyeceğim parkın aydınlatılmayan kısmında bir ağacın altında ki iki bedeni gördüm. Zıkkım içmek için gelen bir çok insan olurdu bu izbe yere ama bu bedenler oldukça farklı ve garip bir biçimde tedirgin duruyorlardı. Biri erkek diğeri kadın olan bedenleri boş vererek devam ettim. Merak kediyi öldürür. Fakat ilerlediğim sırada adamın kadının kolundan tutup çekiştirmesi tepkisiz kalacağım bir durum değildi. Biraz olsun toparlanmayı başarmış olsam da hâlâ vücudumu esir tutan titreme çekmemişti. O hâlde parka doğru ilerledim ve kadının adamın elinden kendisini çekiştirip durmasını fark ettim. Olabildiğince adımlarımı hızlandırdım ve kaldırım kenarında duran taşı elime alarak onlara yaklaştım. "Bana o diski ver yoksa o çok sevdiğin nişanlına düğün hediyesini şimdi yollarım!" Düzgün türkçesi ile sarhoş olmayan adamın buz gibi sesini işittiğim vakit çalılıkların arasına gizlenerek arkasına geçtim. Kadına zarar vereceği anda elimde ki taşla engel olacaktım ama yaklaştıkça adamın uzun boyu ve cüssesi karşında tedirgin olmadım değil. Işıksız ortamın yüzünden yüzlerini seçemediğim insanları dinledim. "Hayır yapamazsın bunu!" Korkan kırılgan sesin sahibi kadını tanıyor gibi hissedince biraz daha yaklaştım ve adamın kadını çekiştirip sokağa doğru götürmesini tedirginlikle izledim. "Göreceğiz tatlım!Seni nasıl becerdiğimi nişanlının görmemesini istiyorsan ver bana onu!" İğrenç tehdidini savuran adamı daha fazla dinlemeden yerimden sesiz adımlarla çıktım ve nefesimi tutarak elimdeki taşı kaldırdım. Korkuyordum ama burada zorda kalan bir kadın vardı. Bu metruk yerde başına her şey gelebilirdi. Sakin olmaya gayret ederek elimde ki taşı başına isabet ettirmeye özen gösterdim ve bütün gücümle vurdum. Gecenin karanlığında adamın kafasından çıkan sese kadının tiz çığlıkları karışınca adrenalinden dolayı hızla atan kalbimin sesi kulaklarıma davula vuruluyormuş gibi şiddetle çarpıyordu. Adam düşmemişti. Sadece başını ani darbeyle eğmiş ve yavaş hareketlerle kimin vurduğuna bakmıştı. Beni görmesiyle gözlerine vuran öfke öyle fazlaydı ki bu loş ortamda bile şiddeti parıldıyordu. Yutkundum ve bir adım geriye doğru çekildim. Şansıma desem de zaten hiç bir zaman şansım olmadığı aklıma geldi. Üzüldüm kendime. Şimdi bu yabani bir hayvan gibi bakan adam beni parçalara ayıracaktı. Tamamen geriye dönen adam bana doğru adım atınca bende bir kez daha geriye doğru çekildim. Ama kaldırım kenarına denk gelen ayağımla sert bir şekilde popumun üstüne hızla düştüm. Adamın dudaklarında cani bir gülümseme belirince bugün ölmesem başka gün asla ölmeyeceğimi düşündüm. Ama ilk defa şansım yaver gitmiş olacak ki adam yerinde durdu ve gözlerini açıp kapatarak dengesini bulmaya çalıştı. Şiddetin payıma düşen kısmını korku içinde beklerken koca adam sendeleyip bir kaç saniye öyle kaldıktan hemen sonra yere devrilmiş boylu boyunca uzanmıştı. Derin bir nefes çektim ciğerlerime ve donana olup biteni izleyen kadına baktım. "Asude!"
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE