3- Alay

1121 Kelimeler
Elif Yılmaz Asla karşımda görmeyi beklemediğim asker nizami bir şekilde durduktan sonra asker selamı verdi. Babam ise, “Vay kimler gelmiş!” dedi yine o katı ancak sevinir haliyle. Ben geldiğimde bu kadar sevinmedi! Alındım bak şimdi... Birlikte selamlaştılar ve askeri içeri aldıktan sonra babam beni kendine çekti. “Bu kızım Elif. İstanbul’dan geldi.” dedi mutlu bir şekilde. Beni özlediğini her anlamda hissedebiliyordum. Sahte bir tebessümle askere baktım. O ise buz gibi gözleriyle yüzümü inceledi. “Kızınıza kavuşmanıza sevindim komutanım.” dedi sakince. Hiç de öyle bir hali yoktu ya, neyse. Babam benden biraz uzaklaşıp, “Ben gitmeden önce gelmiş olman iyi oldu. Zaten sizi bekliyordum. Turan’ı da al yarın akşam bize yemeğe gelin. İtiraz yok.” Ne oluyordu şimdi? Ne bu samimiyet? Birbirlerini tanıyorlar mıydı? Yoksa bu adamda mı bu karargahta çalışıyordu? Umarım sadece kısa süreli desteğe gelmiş biridir. Bir ay bu adamı görme fikri bile beni ürpertmeye yetti. “Emredersiniz komutanım.” Babam ona bakıp tebessüm etti. “Hiç değişmemişsin Savaş.” derken tam bu esnada telefonu çaldı ve ilgisi oraya yöneldi. Belli ki uzun zaman önceden birbirlerini tanıyorlardı. “Yine mi sen ya.” diye ağzımın içinde mırıldanırken bana yakın olduğu için o duydu ama babam duymadı. Babam da telefonu çaldığı için telefonu açıp camın kenarına gitti tekrardan. “Sana karşıma çıkma demiştim.” dedi dişlerinin arasından. “Teknik olarak ben senin değil, sen benim karşıma çıktın! Senin albayın benim babam tatlım, hatırlatırım.” dememle sanki yüzü ekşi bir şey yemiş gibi buruştu. İlk insani belirtisi mi desem bilemedim. “Tatlım mı? Her neyse. Kimin kızı olduğun umurumda değil. Mümkün olduğunca benden uzak dur.” “Yakın mesafeme gelen sensin asker bozuntusu.” Daha kaç tane lakap takacaktım ona bilmiyorum ama her defasında beni daha fazla sinir ettiği için, muhakkak diyecek başka bir şey buluyordum. “Ülkenin askeriyle ne güzel konuşuyorsun öyle? Baban bu konuşmalarından haberdar mı?” diye sertçe konuşunca yine ters ters ona baktım. Ona bakınca cüssesi nedeniyle biraz ürperiyor olsam da dilimin kemiği yoktu ve onunla atışmak sanki sıradan bir şeymiş gibi geliyordu. Hayatımda ilk kez bir anda bu kadar sinirleniyordum birilerine. Sanırım onun bana karşı olan ketum tavrından ötürüydü bu. Ya da uçakta gerçekten sabır taşıran bir konuşma yaşadığımız için de olabilir. “Beni babamla mı korkutmaya çalışıyorsun? O zaman şansına küs asker bozuntusu! Ülkemin askerlerine saygım sonsuzdur elbet. Tabii bana saygısı olana! Ama sende de o olmadığına göre, sanırım karşılıklı bir saygısızlık söz konusu!” Boş bakışları üzerimde gezinirken durmadan beni inceleyen ifadesi karşısında biraz gerilmedim desem yalan olur. Uçakta da beni ilk gördüğünde durmadan dik dik bakmıştı. Acaba beni tanıyor muydu? Belki geçmişte babamdan ötürü tanıyordur diye düşünce geçmişte aklımın içinden. Gerçi babamla daha ne zamandır tanıştığı hakkında en ufak fikrim yok. “Dikenlerini benden uzak tut, Kaktüs.” diye mırıldandı ama ben daha cevap veremeden babam telefon konuşmasını sonlandırmıştı. Daha fazla burada durursam bununla birbirimizi kesinlikle yiyecektik. Mecazi anlamda değil gerçek anlamda! Dudaklarımı birbirine bastırıp babama baktım. “Ben lojmana geçiyorum baba, çok yorgunum. Sen de işin bitince gelirsin.” derken istemsizce ters bir şekilde Savaş denilen adama bakıyordum. Onun ise gözleri önce yüzüme, sonra elimde ki topuklulara ve sonra da çıplak ayaklarıma döndü. Sanki dudağı kıvrılır gibi oldu ama bu bana zihnimin bir oyunu da olabilirdi. “Tamam kızım, sen git bir saate geliyorum.” dedikten sonra anahtarı bana verdi. Elinden anahtarı aldıktan sonra omuzlarımı dikleştirip arkamı döndüm ve Savaş denilen adamın yanından geçmek için hareket ettim. O sırada babam masasına doğru yürüyordu. Yanından tam geçmek üzereyken mırıldanışı nedeniyle duraksadım. “Anlaşılan topukluların üzerinde pek de rahat değilsiniz. Bağcıklı ayakkabı tavsiye ederim.” Bir an nefessiz kalarak öksürmeye başladığımda keyiften dört köşe olduğuna eminim! Resmen benim laflarımla beni vurma peşindeydi. Uyuz asker! “Kızım? İyi misin?” diyen babamın sert sesini duydum. Savaş ise gayet rahat bir şekilde babamın gösterdiği suyu masadan alıp bardağa koydu ve bana uzattı. “Buyur, soğuk su iyi geder.” diye bir de benimle iyice alay etti. Öksürüklerimin arasında zar zor suyu elinden alıp kana kana içtim. Su bardağını masaya geri koyduğumda Savaş’ın dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme gördüğüme yemin edebilirdim. Adam resmen benimle eğleniyordu! Ama umurumda bile değildi. Hatta bu cümleyi inanarak söylemeyi isterdim ama... Beni gıcık ettiğini kabul etmeliydim. Derin bir nefes alıp gözlerimi devirerek babama döndüm. “Gayet iyiyim, baba. Sadece gıcık tuttu sanırım!” dedim sesimi mümkün olduğunca sakinleştirmeye çalışarak. Ama gıcık derken Savaş’a bakmayı ihmal etmedim tabii. Babam kaşlarını çatıp kısa bir süre beni inceledi ama üzerinde fazla durmadı. Sonuçta o da yorgun olduğumu biliyordu. Savaş’a kısa bir bakış atıp daha fazla burada durmamak adına anahtarı sıkıca kavradım ve arkamı dönerek odadan çıktım. Çıkmadan önce ise babamın, “İstediğimi getirdin değil mi?” diye sorduğunu ve Savaş’ın da “Getirdim komutanım.” dediğini duydum ama çok da umursamadım. Sinirlerimi bastırarak yürümeye devam ettim ve sonunda lojmanların olduğu kısma vardım. Babamın lojmanını askerlerden biri neyse ki göstermişti ve valimizi getirmeme de yardımcı olmuştu. Adını bile sormadan koşa koşa geri gitmişti. Derin bir nefes alıp lojmanın kapısını açıp içeri girdim ve kapıyı arkamdan hızla kapattım. Bir an için başımı kapıya yasladım. Ne gündü ama! Türbülans, yolcular, uyuz asker, babam, karargâh... Birdenbire hayatım tamamen değişmiş gibiydi. Sonra iç geçirerek doğruldum ve çantamı kenara bırakarak üzerimdeki hostes kıyafetinden kurtulmaya koyuldum. Sıcak bir duş, bu gergin günü geride bırakmama yardımcı olabilirdi. Ama aklımın bir köşesinde hâlâ Savaş vardı. Babamla yakınlıkları... Bu karargahta çalışıp çalışmadığı... Ve tabii ki son anda söylediği o laf... Bağcıklı ayakkabı, öyle mi? İç çekip kendi kendime aptal gibi gülümsedim. “Ne uyuz bir adam...” Ama yine de... Neden onu düşünmekten kendimi alamıyordum? Çünkü beni böyle sinir eden nadir insanlardan biriydi. Duştayken biraz sakinleşmeye başlamıştım. Ama aklımda babamın o ve Turan denilen kişiyi yemeğe çağırdığı an belirdi ve bedenimi bir ürperti yokladı. Ne diye evimize davet ediyordu ki? Adama zaten gıcığım, sanki inadına hayat daha da gıcık olayım diye aynı yere düşürmüştü bizi. Onca insan arasında neden onunla aynı yerde denk geliyordum? Kader miydi bu? Gerçekten kaderde de iyi bir oyun oynuyordu belli ki. Neyse, belki ben ön yargılıyımdır düşüncesi ile duştan çıkıp hemen kurulandım ve ayıcıklı pijamalarımı giydim. Babamın derli toplu bir şekilde bıraktığı lojmanı incelerken yüzümde ufak bir tebessüm oluştu. Hayatım boyunca bildim bileli her zaman ben toplu ve simetrik bir adamdı. Kesinlikle en hoşlanmadığı şey eşyalarının yerini değiştirilmesi ya da alınan eşyanın yamuk bir şekilde geri konulmasıydı. Burada herhangi bir şeyi değiştirsem içeri girdiği anda anlamak gibi bir yeteneği vardı... Hem askerlik iç güdüleri hem de takıntılarından kaynaklı sanırım. Koltuklardan birinde bağdaş kurup hemen kız grubumuza mesaj attım. Ben: “O manyak asker babamın karargâhında karşıma çıktı!” Kesinlikle kızlar da bu duruma en az benim kadar şaşıracaktı! Ama ben asıl, yemekte neler olacak merakla bekliyordum. Ve asıl mevzu, bu adamın babamla ne gibi bir samimiyeti vardı?
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE