4. Paspas ile İmtihan

1056 Kelimeler
LEYLA “İkide bir bana kapıyı göstermekten vazgeç. Seni iki ayaklı zürafa! O kapıyı kafana çalarım senin!” Ne manyak bir şeydi bu be! Ne dilinin ayarı vardı, ne bakışının… Gözünün rengi de bir acayipti zaten. Gri desem gri değil, mavi desem mavi değil. İçlerinde bir en küçüğü olduğunu tahmin ettiğimin gözleri turkuaz gibiydi. Diğer ikisinin nemenem bir şey olduğunu anlamamıştım. Göz rengi oynak olan bir ela gözlüler, yani benim gibiler sanıyordum. Güneşte yeşil, karanlıkta kahve, normal bir ortamda elaydı. Göz rengim bile ne cins olacağına karar verememiş ortaya karışık servis etmiş derdim. Pars'ın da gözleri öyle gibiydi. Öfkeyle kıstığında turkuaz gibi duruyordu, sakinleşmeye çalışıp gözlerini kırpıp açarken gri gibi… Amannnnn! Bana ne be! Neyse ne! Beni şu dertten kurtarsınlar da göz renkleri lazım değildi. “Ayağımın altına alırım kızım seni!” “Gel de dene bakalım yakışıklı!” diyerek göz kırptım. Sabrıyla fazla oynuyordum, farkındayım. Ama kendisi kaşınıyordu. Gerçekler bir kez daha beynime beynime çarparken bir iç çektim. Pars kocam değildi. Yani benim bildiğim kocam değildi. Adamın altında Pars diye inlerken Cabbar ile sevişmiş olabilirdim. Şu yaşadığım gerçek nefesimi kesiyordu. Yalnızca parasal anlamda dolandırılmamıştım. Bedenim de bir dolandırıcının dokunuşlarına teslim olmuştu. Kalbim bile aşık olduğumu sandığım Pars'a ait değildi. İçim içimi yerken rahat davranmak ne kadar zor olsa da beceriyordum. Bunu, deliren Pars'ın tavırlarından anlamak çok kolaydı. Elinden gelse beni şuracıkta boğacak gibi bakıyordu. Koca yanlış çıkmış olabilirdi ama peşimdeki borçlular bir gerçekti. Ne yapacaktım yani? ‘Ha, yanlışlık olmuş, neyse,’ deyip yollara mı düşecektim? Ne işim vardı artık ne evim. Param da kalmamıştı. Arkadaşlarıma sığınıp onların başını belaya sokamazdım. Pars ve kardeşleri güçlü görünüyordu. Bu borcu ödeyecek maddiyatları da var gibiydi. Zamanla borcumu öderdim nasıl olsa. O yüzden yüzsüzlük yapıp, sinek gibi yapışmaya devam ettim. Pars başından kovuyor, ben diğer taraftan yine başına üşüşüyordum. Bu hayatta bir şeyi gerçekten elde etmek istiyorsanız, bazen gururu bir kenara bırakıp yüzsüz ve gurursuz olmanız gerekiyordu. Birçok kişinin bunu tasvip etmeyeceğini biliyordum. Fakat gurur ne karın doyuruyordu ne de sizi borçtan kurtarıyordu. O silahın bir kez daha kafama dayanmasına izin veremezdim. “Abi! Şu sinirini bir soyun istersen,” dedi adı Sarp olan. Ben vardım yani. Sadece sinirini değil, üstünü de soyunabilirdi. Pars bir bana, bir kardeşine baktı. Bir kez daha ağzının içinde bir şeyler mırıldandı. Eminim şu dakika geberip gitmem üzerine hatim falan indiriyordu. Bu adam benden de sinirliydi. “İyi,” dedi sonunda ama pek de güvenmedim. Biraz önce de neredeyse kabullenmiş gibiydi ama sonradan yine kapıyı göstermişti. “Ne yapıyoruz şimdi?” “Ben Alp’in evine geçerim. O da benim evde kalır.” Anında araya girdim. “Tek kalamam ben gerçekten! Ben Alp ile kalayım. Sen tek kal,” dedim sevimli olana dönerek. “Benim için fark etmez,” dedi Alp. “Ne münasebet!” diyen deve kükredi. Ona ne oluyorsa! Ne öpmeye geliyordu ne gömmeye. Allah'ım ya! Paspas kucağımda mırladı ve oturmaktan sıkılıp atladı. Atladığı gibi de Pars'ın ayağının etrafında dönmeye başladı. Pars suratında her an, kedimi camdan dışarı atacakmış gibi bir ifadeyle “al şunu,” diye söylendi. Ayağıyla hafifçe itekledi. Neyse ki cani değilmiş. Ben bir an tekmeyle duvara yapıştırır korkusuna düşmüştüm. Yerimden kalktığım gibi eğilip Paspas’ı yakalamayı denedim. Yakaladım mı! Hayır. İstediğinde çok inatçı oluyordu. Benim gibi. “Ya sabır! Ömer bana sağlam beddua etti herhalde,” dedi kardeşine. Ömer kimdi bilmiyordum ama Pars tamamen delirmeden Paspas'ı yakalamaya odaklanmıştım. Sarp ve Alp komik bir şey söylemiş gibi güldü. Anne ve babasının espri anlayışı vardı sanırım. Tek hecelik ve birbirine benzeyen isimler koymuşlardı. Peş peşe söyleyince resmen bir marka gibi oluyordu. “Paspas, hadi kızım!” dememle Sarp ve Alp yeniden güldü. “Kedi de dişiymiş.” “Lan alsana şu kediyi?” “Lan diye sana derler,” dedim başımı kaldırıp. Diz çöktüğüm yerden de bakınca Pars 13 katlı bina gibi duruyordu. Allah'ın uğursuzu! Pars, Paspas'ı bir kez daha itti. “İtip durma!” “Bir kediye sahip çıkamıyor musun? Sahip çıkamıyorsan ne bok yemeye bakıyorsun?” “Pardon da, sana mı sorucam?” “Al şunu, yoksa elimden bir kaza çıkacak!” “Oofff ne biçim bir cins çıktın sen ya! Ne yaptı şimdi kedim sana? İki ayağında dolandı! Yedi sanki!” Sonunda Paspas'ı yakalayıp kucağıma aldım ve hızla, elinden bir kaza çıkmadan uzaklaştım. Pars bize hoşnutsuz bakışlar atarken Sarp gürültülü bir kahkaha attı. “İşemiş lan kedi!” Gözlerim dehşetle büyüdü. Pars'ın ayaklarının dibine bakınca gözlerimi korkuyla yumdum. Bu adam beni kimseye bırakmadan kendi öldürürdü. “Köpek gibi yerini işaretlemiş,” diyen Alp de abisine katılınca, ölümcül bakışlar bir kez daha gözlerime ulaştı. “Necla!” diye kükredi. Necla kimdi be? Leyla'ydım ben! Sekreter hızla içeriye dalınca bana demediğini anladım. “Bana hemen bir takım, bir de ayakkabı aldır.” Necla neye uğradığını şaşırmışken, adamı başıyla onaylayıp ürkekçe kapıyı kapattı. “Ay sanki kucağına işedi! Haspam!” “Sen o çeneni artık kapat,” diyerek işaret parmağını salladı sonra kardeşlerine döndü. “Gülmeyi kesin!” Ve anında sessizlik oldu. Sanırım sınırın sınırını da zorlamıştık. “Şu kızı alıp eve götürün biriniz! Hatta Nazenin'in yanında kalsın şimdilik. Gözümün önünden kaybolsun bir süre. Sonra durumu konuşalım.” “Ben bilmediğim yere gitmem,” diye itiraz ettim. Nazenin kimdi hem? Ne o öyle çocuk kovar gibi! Hiç haz ettiğim bir durum değildi. “Tamam,” diye araya girdi Sarp. Abisinin beni boğacağından emin bir şekilde orta yolu bulmaya çalıştı. “Ben onu benim eve bırakıp geliyorum. Sen de sakinleş. Sonrasına duruma göre bakarız.” Kış kış yapar gibi elini sallayan adama hınç içinde baktım. Benim hakkımda karar verilirken ben neden burada olamıyordum? Tam ağzımı açacakken Sarp beni susturdu. “Bence sus. Şu an tamamen devre dışı kaldı. Sana patlamasını istemeyiz.” İstemez miyiz? Pars'a bir bakış attım. Kafasından çıkan somut bir duman yoktu ama ben çıkan dumanları görüyordum. Pekala, istemezmişiz! “Sen daha iyi bir seçenek olurmuşsun. Madem sahte kocam olmak zorundaydı, sen olsaydın bari,” dedim Sarp'a, Pars'ın duyacağı şekilde. Kapı kapanırken Pars'ın küfrünü duydum. “Ben bu işin bana gelişini sikeyim!” Sarp beni asansöre yönlendirirken “şansına küs, ben evliyim,” dedi sırıtarak. “Eve geçince tanışırsın eltinle!” “Ne eltisi be! Abinle evli kalmaya niyetim yok. Şu şerefsizleri yakalayalım siz sağ, ben selâmet?” Asansörün en alt kat düğmesine basarken bana baktı ve kahkaha attı. “Biliyor musun? Ben bu lafı daha önce duymuştum,” derken asansör inene kadar gülmeye devam etti. Ne demiştim ki ben şimdi?
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE