1. BÖLÜM "KORKU"
***
"Kalkacak mısın artık şu yataktan?"
Kafamı yastığın altına koyup seslerin bana ulaşmasını engellemeye çalıştım. Uykum varken beni kaldırmaya çalışıyorlardı. En sevmediğim şey!
"Bence suyla uyandırmalıyız." Bu ses Fatih'e aitti.
"Katılıyorum." Bu da Alp'in sesiydi.
"Ben suyu getiriyorum o zaman!" diye bağıran da Şebnem.
Yüzüme su yemek istemezdim. O yüzden paşa paşa yastığı indirip doğruldum ve bütün kuvvetimi dirseklerime verdim. Ben kısık ve sinirli gözlerle onlara bakarken, onlar gülmeye başlamışlardı.
"Seni kaldırmayı çok iyi biliyoruz şekerim."
Gözlerimi ovuşturup Şebnem'e ters bir bakış attım.
"Ya uykum var diyorum anlamıyor musunuz? Pis hainler. En sevmediğim şeyin uyandırılmak olduğunu biliyorsunuz. Niye uyandırıyorsunuz beni gâvurlar?!"
"Öyle deme salak Allah korusun!"
Alp'e göz devirip yorganı ayaklarımla tekmeleyerek ittirdim. Ayaklarımı sarkıtıp gözlerimi tekrar ovuşturdum ve başımda dikilen üçlüye baktım.
"Niye uyandırdınız beni?"
Benim bunu sormamla Şebnem abartarak gözlerini devirmiş, Fatih arkasını dönüp elini alnına vurmuş, Alp de koluma yapışıp beni kaldırmaya çalışmıştı.
"Kızım bugün kafede ilk iş günümüz ve senin sayende başlamadan kovulacağız!"
"Ne diyorsun? Ne işi? Ne kafe- NE?!" Hızla ayağa kalkıp tepinmeye başladım. "Ya ben onu tamamen unuttum ama yaa!"
Alp ve Fatih kafalarını iki yana sallayıp odadan çıkmışlardı. Şebnem anında dolabıma yönelip bana kıyafet bakmaya başladı.
Koşarak odadan çıkıp banyoya girdim ve elimi yüzümü yıkadım. Nasıl geç kalabilirdim anlamıyorum. Dün akşam alarm kurduğumu hatırlıyordum. Aslında pek emin değildim ama kurmuştum işte.
Tekrar odama döndüğümde Şebnem'i göremedim. Ama yatağın üzerinde kıyafetler vardı. Sanırım bunları giymemi istiyordu.
Gidip kıyafetleri inceledim. Bu hava da etek mi giyecektim ben Allah aşkına?
Üzerime boğazlı bir kazak geçirip altıma da kot pantolonumu giydim. Siyah deri ceketini de aldıktan sonra arka cebime telefonumu kimliğimi ve paramı koymuştum.
Şebnem'in çıkardıklarını giyinseydim eğer hasta olurdum herhâlde. Onun için hava hoştu tabi. Yaz kış etek giyiniyordu. Alışıktı. Ama ben sıcağa düşkün bir insandım. Üşümeyi pek sevmezdim.
"Elina hadi!"
Aşağıdan Şebnem'in sabırsız sesini işitince göz devirdim. Kendileri hazırlanıp süslenip püslenmişler, beni en son uyandırıyorlar. Ne güzel ya!
Aynanın önüne geçip saçımı salık bıraktım ve elimle biraz taradım. En azından artık insana benziyordum.
Odadan çıkıp bizimkilerin yanına indiğimde hep bir ağızdan "Sonunda!" demişlerdi.
Şebnem kendi ayırttığı eteği giymediğimi fark edince gözlerini kısıp bana baktı. Bende ona şirince gülmüştüm.
Siyah kısa botlarımı giyip ilk evden çıkan ben olmuştum. En son Fatih çıkıp kapıyı kapatmıştı. Soğuk içime işlerken ürpermiştim. Şimdi tek yapmamız gereken şey otobüse binmekti.
Evin ilerisindeki durağa gidip otobüs beklemiştik. Beklerken de Şebnem ile sohbet ediyordum. Fatih ve Alp bir kenara çekilmiş maç özeti hakkında konuşuyorlardı.
Sıkış tıkış bir yolculuğun ardından nihayet kafeye varabilmiştik. Dün çok şanslıydık ki aynı mekânda dördümüze birden iş bulabilmiştik. Şimdi ise iki katlı bir kafe de burayı işleten kişiyi arıyorduk. Bulduğumuzda da bir kaç şey anlatıp bizi dışarı çıkartmıştı. Biz de hemen ikiye bölünmüştük. Şebnem ve Fatih üst kata, ben ve Alp alt kata bakacaktık.
Önlüğümü belime bağlayıp heyecanla siparişleri almaya başlamıştım. Sonuçta yeni işimizdi ve hepimiz bomba gibiydik.
Gün boyunca bir yandan Alp ile müşterilerin dedikodusunu yapmış, bir yandan da harıl harıl çalışmıştık. Arada bir üst kata çıkıp bizimkileri yokluyordum tembellik yapıyorlar mı diye.
Bizim haricimiz de dört çalışan daha vardı. Biri yukarı kata, diğeri alt kata, öbür ikisi de mutfağa bakıyordu.
Kafenin kapanma saatine yakın bir zamanda ellerimizde paspaslarla etrafı siliyorduk. Hava kararmıştı. İlk günün bu kadar yoğun geçeceğini hiç birimiz tahmin etmiyorduk açıkçası.
Fatih ile Şebnem ellerindeki paspas ile merdivenlerden inip kendilerini herhangi bir masaya atmışlardı. Alp zaten kasa da son düzenlemeleri yapıp çoktan bir masa bulmuştu kendine. Burayı işleten adam çıkmadan önce anahtarları mutfaktaki bir görevliye vermişti. Sanırım kafeyi kapatıp açan kişi oydu.
Benim de işim bittiğinde Şebnem'in yanına oturup başımı omzuna yasladım.
"Lan kalkın aklıma ne geldi."
Fatih bir anda konuşunca hepimiz irkilerek ona döndük. Tam ben 'ne geldi' diye soracakken mutfaktaki görevli çıkmıştı. Yanımıza gelip;
"Hadi bakalım. Benim işim bitti. Kapatma saati." demişti.
Hepimiz onu başımızla onaylayıp ayaklandık. Deri ceketimi üzerime geçirip saçımı içinden çıkardım. Hep beraber ışıklandırmaları kapatıp dışarı çıktığımızda mutfak görevlisi kapıyı kilitlemişti. Daha sonra ona 'İyi geceler' dileklerimizi iletip oradan ayrılmıştık. Hepimiz durağa doğru yürürken Alp konuşmuştu.
"Fatih, bir şey diyordun içeride?"
Fatih önümüze geçip geri geri yürümeye başladı. Bir yandan da anlatıyordu.
"Hani sürekli gündem de olan bir yer var ya, oraya gidelim mi? Hem saat uyumak için daha erken bence."
"89. Sokak mı?" dedim şaşkınca. İsmini söylerken bile tüylerim diken diken oluyordu.
Fatih kafasını sallayıp bizden onaylamamızı bekler gibi baktı. Bu çocuk canına falan mı susamıştı?
"Şaka mı yapıyorsun?" diye sordu Şebnem.
Fatih göz devirip geri geri yürümeye devam etti. Biz de ona doğru yürümeye.
"Abi bakın, çıkan haberleri unutun. Katiller orada gece gündüz dolaşacak değiller ya. Hem oradan ilk defa sağ çıkanlar olarak şanımızı yayarız oğlum."
Alp de Fatih'in yanına geçip onunla beraber yavaşça geri geri yürümeye başladı.
"Bende gidelim diyorum." dedi Alp. "Hem bence bazı haberler uydurma falandı. Koskoca polis teşkilatının bir sokağa nasıl gücü yetmez ki. Bir kaçı uydurulmuş olabilir."
"Polisler de artık bu sokaktan fazlaca sıkıldıkları için ilgilenmiyorlar Alp." dedim. "Hem ne yapacağız ki orada? Akşamları orası tehlikeli oluyor biliyorsun."
Şebnem kafasını sallayıp "Üstelik yıkık dökük evlerinden başka bir şey yok. Bence boşuna yormayalım kendimizi ben çok yorgunum. Eve gidelim hadi."
"Mızıkçılık yapmasanıza." dedi Alp. "Şebnem korkuyor musun sen?"
Alp güldüğünde Şebnem onun omzuna yumruk atmıştı. Böyle diyerek Şebnem'i ikna etmeye çalışıyordu.
Son bir yıldır o sokak ile ilgili bir sürü haber çıkmıştı. Karanlık çöktüğünde oraya giren kimsenin geri döndüğü görülmemişti. Ve biz de salak gibi oraya gitmeyecektik herhâlde. Üstelik benim kalbim ismini duyunca bile korkuyla teklerken, o sokağın civarında bile bulunmak benim için kalp krizi gibi bir şey olurdu.
"Kızlar, haberleri unutun. Hem abartılmış saçma haberler diyorum size. Yayınlayacak bir şey bulamadıkları için ilk acayip haberi pohpohluyorlar."
Şebnem Fatih'e baktıktan sonra bana döndü. "Gitsek mi?"
Ona 'sen salak mısın' der gibi baktım. Hiç bir kuvvet beni oraya götüremezdi!
***
Bu hayatta gerçekten de büyük lokma yiyip büyük söz söylememek gerekiyormuş. Şuan tam girişinin önünde bulunduğumuz sokağın tabelasına baktım.
"89. SOKAK"
Deri ceketime sarıldım. Beni nasıl da ikna edip bu saçma ve ürkütücü yere getirmişlerdi?
Kafamı sokağın dışındaki yerlerde gezdirdim. Hiç kimse yoktu. Ben olsam bende bu sokağın civarlarında bulunmazdım zaten. Tekrar sokağa dönüp baktım. Hiç bir şey belli olmuyordu. Sokağın başındaydık ve ilerisini göremiyorduk. Çünkü sokak lambasına dair hiç bir iz yoktu. İki tarafı da yıkık dökük evlerle çevriliydi.
Yutkundum. Deli birisi bile buraya girmeyi göze alamazdı sanırım..
"Ee böyle dikilecek miyiz?" diye sordu Alp.
"Bence geri dönelim." diyen Şebnem ile beraber tam arkamı dönüp gidecektim ki Fatih bizi yakalamıştı.
"Hadi ama! Sokağın girişine kadar geldik."
Pekâlâ. Ölümümün bu sokakta olmasını istemezdim açıkçası. Ama bir yanım da Fatih'e inanıyordu. Gerçekten bazı haberler abartılmış olabilirdi.
"Girelim hadi."
Fatih önden gittiğinde Alp de onun peşinden gitti. Şebnem bana dudağını büzerek baktıktan sonra o da onların peşine takıldı. Ben de mecbur karanlıkta onları kaybetmemek adına yavaşça adımlamaya başladım.
Kalbim hızlı hızlı kan pompalamaya devam ederken, yavaşça ilerlemeye devam ettim. Ay ışığı bazı evlere yansıyordu ve duvarları aşınmış evleri görebiliyordum.
"O kadar da ürkütücü değilmiş." diye fısıldadı Şebnem.
Sokağın bazı kenarlarında çıkılmaz küçük bir oda gibi bölgeler vardı. Yerde çöp ve çamur, evlerin önünde kırık camlar vardı. Ayrıca hiç bir evin camı yoktu. Hepsi kırılmıştı.
Gerçekten de korkuyordum. Bir an önce buradan çıkıp gitmek istiyordum.
"Bakın, o kadar da abartılacak bir şey yokmuş." dedi Fatih.
Aslında biraz da haklıydı. Şuana kadar herhangi bir olumsuzlukla karşılaşmamıştık.
Sokak git git bitmiyordu resmen. Her birimiz bir yana dağılmıştık. Alp ve Fatih evlere giriyorlardı. Ne kadar engel olmaya çalışsam da başaramamıştım. Şebnem yerlere ve duvarlara bakıyordu. İlerlemeye devam ettim.
Az kalsın bir cam parçasına basacakken kenara kaydım hızla. Kötü bir şey olmamasına rağmen hâlâ korkuyordum.
İleriden sola sapıp küçük bölgeye baktım. Tam karşımda çıkmazı olmayan bir duvar vardı. Beni etkileyen şey duvarın üzerindeki çizimlerdi. Telefonumu çıkarıp ışığını açtım ve duvarı daha yakından inceledim.
Başı kesik geyik ve geyikten akan kanların oluşturduğu küçük bir gölet çizilmişti. Kim çizdiyse bu konuda çok başarılı biri olduğu kesindi. Duvarın resmini çekip telefonu ceketimin cebine attım ve fermuarını çektim.
Tam arkamı dönecekken bedenim duyduğu sesle olduğu yerde put gibi durmuştu. Arkamdan hırlama sesleri geliyordu ve hayatım da daha önce hissetmediğim korkuyu, şimdi iliklerime kadar hissediyordum.
Sanki damarlarımdaki kanın akışı donmuştu. Beni asıl sarsan şey ise, uzaktan gelen Şebnem'in çığlığı oldu.
Neler oluyordu?
Arkamdaki hırıltılar arttığında nefesimi tutup yavaşça sese doğru dönmeye başladım. Şuan yere oturup ağlayasım vardı. Keşke dedim içimden. Keşke hiç girmeseydik buraya.
Aklıma Şebnem'in çığlığı gelince kendimi unutup onu düşünmeye başlamıştım. Allah'ım ne olur onlara bir şey olmasın..
Bu sokak hakkındaki haberleri nasıl salak bir eğlence için silebilirdik aklım almıyor.
Gözlerim karşımda gördüğüm şeyle sonuna kadar açılmış, beynim ise olayı idrak etmeye çalışıyordu. Tam karşımda iki tane iri yarı kurt vardı. Sivri dişlerini gözlerime sokmak istercesine hırlayıp gözlerindeki açlığı ortaya koyuyorlardı.
Şehirde nasıl kurt olduğunu düşünmek bir yana dursun, beni asıl düşündüren şey burada bunların elinde ölecek miyim sorusuydu.
Bu imkânsızdı!
Dizlerimin bağı çözülmüş gibiydi. Kendimi bir anda yerde bulmuştum. Gözlerimi ikisinin de gözlerinden ayıramıyordum. Ağlayacağımı hissedebiliyordum.
Tam ölümüm için kendimi hazırlamışken, iki kurdun arkasından üçüncüsü geldi. Ama bu daha da iri yarıydı. Onunla göz göze gelince bana sanki bir insan gözüyle bakması iyice şaşırmamı sağlamıştı.
Nefesimi tutup saldırmalarını bekledim. Göz yaşlarım çoktan sessiz sessiz akmaya başlamıştı ve gözlerimi yeni gelen kurttan ayıramıyordum.
Bir gözü yeşil, diğer gözü maviydi. Sanki, biri okyanus, diğeri orman gibi..
Üç değil de bir tane olsalar belki kurtulabilirdim. Ama bunlarla asla başa çıkamayacağımı biliyordum. Sanki azrailim hazırda bekliyor gibi hissediyordum. Ölümümün böyle olacağı hiç aklıma gelmezdi.
Şuan yaşadıklarıma inanamıyordum. Şehir de bunların ne işi vardı? Bu gördüklerimin kötü bir kâbustan ibaret olmasını diledim. Ama sadece dilemekle kalmıştım. Çünkü hepsi gerçekti!
Titreyen ellerimi dizlerime koyup ağzımdan kaçan hıçkırığa karşı koyamadım.
Ve o an, hiç beklemediğim bir şey oldu. Sonradan gelen yeşil-mavi gözlü kurt diğer iki kurda saldırdı. Ben ise bu gece gördüklerimi sindirmeye çalışıyordum.
Birbirlerine ölesiye saldırırlarken neden böyle bir şey yaptığını düşünüyordum. Belki de ziyafeti sadece kendisi çekmek istiyordur?
Bu beni daha da korkuturken onlara baktım. Yeşil-mavi gözlü kurt çoktan bir tanesinin boğazını parçalamış, diğeri ile dövüşüyordu.
Belki fark ettirmeden kaçabilirdim?
Bu soru titreyen ayaklarımı hissetmemle uçup gitmişti beynimden. Gözlerimi kapatıp daha çok ağlamaya başlamıştım.
Ölmeye hazır hissetmiyordum. Gerçi ölüm en bilinmez zamanda gelmez miydi?
Aklıma bizimkiler gelince hızla açtım gözlerimi. Ve tam önümde o, iki renk gözlere sahip kurt vardı. Arkasına baktığımda diğer kurdu da öldürmüş olduğunu gördüm. Ve sanırım sıra bendeydi..
Titreyen ellerimle yavaşça göz yaşlarımı silip ağlamamı durdurdum. Artık sadece çenem titriyordu. Karşımdaki kurt ne hırlıyor, ne de bir atılımda bulunuyordu. Öylece dikilip gözlerimin içine bakıyordu.
Ben, bana saldırmasını beklerken o yavaşça arkama geçmişti. Öleceğimi düşünüyordum ama arkamdan gelen sesler beni bir bilinmezliğe daha sokmuştu.
Sanki, sanki kemik kırılma sesi gibiydi. Ve bu yaklaşık 5-6 saniye sürmüştü. Ardından hissettiğim şey ensemdeki nefes oldu. Korku kelimesi artık bedenimde can bulmuşken, arkamdaki sesini işittim.
"Korkma.."
BÖLÜM SONU!
***
S.D.