BÖLÜM 15

741 Kelimeler
Elara o geceyi neredeyse uykusuz geçirdi. Odasının penceresinden süzülen ay ışığı duvarlarda titrek desenler oluşturuyordu ama gözlerini kapatsa bile ormanın uğultusunu, mühürden yükselen o ışığı ve Raphien’in sözlerini tekrar tekrar duyuyordu. “Soyunun mirası sende uyanmaya başladı.” O cümle zihnine kazınmıştı. Ne kadar bastırmaya çalışsa da kalbinin derinlerinde bildiği bir gerçeği doğruluyordu. Küçüklüğünden beri hissettiği o tuhaflık, dünyaya ait değilmiş gibi gelen boşluk, işte tüm bunların sebebi buydu. Sabah olduğunda, ev sessizdi. Ailesi hâlâ uyuyordu ama Elara dayanamadı, eski ormanın yoluna düştü. Henüz güneş doğmamıştı, sabahın sisli soğukluğu onu ürpertti. Derinlerde bir yerde Raphien’in çoktan onu beklediğini hissediyordu. Gerçekten de öyleydi. Raphien bir kayanın üzerinde oturuyordu, siyah kanatları katlanmıştı. Gözleri, Elara yaklaşırken ayaz gibi keskin bir parıltıyla açıldı. “Beni çağırdın” dedi Elara, nefesini düzenlemeye çalışarak. Raphien başını yana eğdi. “Sen çağırmadın. Ama soyunun sesi çağırdı.” Elara bu gizemli cevaba kaşlarını çattı. “O zaman bana anlat. Avcılar kimdi? Neden ben?” Raphien ayağa kalktı, ağır adımlarla ona yaklaştı. Sesi derin bir yankı gibi ormanın içinde dolaştı. “Avcılar, bir zamanlar göklerle yeryüzü arasındaki en güçlü bağdı. Onlar saf insan değildi. Meleklerin dokunuşundan doğan bir soydu. Görevleri, düşmüş olanları mühürlemekti. Çünkü düşenler, dünyayı karanlığa sürüklerdi.” Elara yutkundu, kalbi hızla çarpıyordu. “Demek ben… o soyun son parçasıyım.” “Son değil” dedi Raphien, bakışları bir an karardı. “Ama yaşayan çok az kaldınız. Kanınız yıllar boyunca zayıflatıldı, unutturuldu. Senin damarlarındaki güç ise henüz uyanıyor. Ama bu güç sana yüklenirse, seni de parçalayabilir.” Elara gözlerini yere indirdi. “Bunu istemiyorum. Savaşmak, mühürlemek… Ben sıradan bir hayat istiyordum.” Raphien bir adım daha yaklaştı, sesi alçaldı. “Ben de gökyüzünde kalmak istiyordum. Ama düştüm. Ve kaderim değişti. Senin kaderin de değişiyor, Elara. Kaçmak istemen normal, ama kaçış sana ait değil.” Elara başını kaldırdı, gözleri parlıyordu. “Ya bu gücü kabul edersem? Ne olur?” Raphien sessiz kaldı. Uzun bir an sonra, fısıltıya yakın bir sesle söyledi. “O zaman sadece karanlığı mühürlemekle kalmazsın. Onların efendilerine meydan okuyabilirsin. Ama… o zaman ben de karşında durmak zorunda kalabilirim.” Elara’nın yüzüne şaşkınlık yayıldı. “Neden?” Raphien’in bakışları karanlıkla örülmüş gibiydi. “Çünkü ben onların zincirlerinden biriyim.” Elara’nın nefesi kesildi, içi buz gibi oldu. Elara’nın yüreği boğazına düğümlendi. Raphien’in sözleri zihnine ağır bir zincir gibi vurmuştu. “Zincirlerden biri…” diye tekrarladı. Sesi neredeyse duyulmayacak kadar kısık çıkmıştı. Raphien bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Sislerin arasından güçlükle süzülen sabah ışığı kanatlarının kenarına değdiğinde bile onun gölgelerini aydınlatmaya yetmiyordu. Yüzünde, ilk kez gerçek anlamda bir kırılganlık vardı. “Ben düşmedim, Elara. Beni düşürdüler.” Sesinde kırık bir yankı vardı. “Bir zamanlar göğün muhafızlarından biriydim. Cennetin sınırlarında, ışığı koruyanlardan. Ama bir seçim yaptım. Yanlış ya da doğru… gökyüzü bana yalnızca cezayı sundu.” Elara dikkatle dinliyordu. İçindeki korku, merakla birleşip ağır bir düğüme dönüşüyordu. “Ne seçtin?” Raphien gözlerini ona çevirdi. İçinde ateşle buzun aynı anda çarpıştığı bir parıltı vardı. “Bir insanı.” O an, Elara’nın kalbi sıkıştı. Nefesi kesildi. “Bir insana yardım ettin diye mi düştün?” Raphien acı bir gülümsemeyle başını salladı. “Onu korumak istedim. Yasaktı. Bizim için onların yaşamına karışmak her zaman yasaktı. Ama o farklıydı. Bir avcıydı. Kanı benim gözlerimi bağladı. Işığını kaybetmesine izin veremedim. Onun için zincirlerimden vazgeçtim. Bunun adı göklerde ihanet oldu.” Elara’nın zihninde aniden parçalar birleşmeye başladı. Dudakları titredi. “Avcı… Yani annem gibi biri mi?” Raphien sessiz kaldı ama gözlerinin içindeki gölge cevabı çoktan vermişti. Elara geriye bir adım attı. Kalbi hem korkuyla hem de garip bir yakınlıkla atıyordu. “Yani sen… annemin soyunu daha önce de tanıdın. Senin düşüşün onların yüzünden oldu.” “Onların yüzünden değil” dedi Raphien, sesi derin bir yankıyla çatladı. “Seçim benimdi. Göğün zincirlerini kırdım çünkü kalbim bana ihanet etti. Ve bedelini hâlâ ödüyorum.” Elara bakışlarını kaçırdı. Mührün sıcaklığı boğazında yeniden yanmaya başlamıştı. Sanki duyduğu her kelime, soyunun kanıyla birleşiyor, içinde yankılanıyordu. “Ve şimdi” dedi Raphien, bir adım atarak ona yaklaşırken, “senin yüzünden aynı uçurumun kenarında duruyorum. Kalbim bana yine ihanet ediyor, Elara. Seninle karşılaşmam… kaderin bir oyunu değil. Bu, göklerin cezayı tekrar hatırlatması.” Elara gözlerini kaldırdı. O anda Raphien’in bakışlarında acı, pişmanlık ve aynı zamanda inkâr edilemez bir çekim vardı. Onun geçmişi, kendi kaderiyle iç içe geçmişti. İkisi de zincirlerle doğmuş, zincirlerle yaşıyordu. Ama hangisi zinciri kırmaya cesaret edecekti? Gökyüzünün sessizliği arasında mühür bir kez daha ışıldadı. Bu kez Elara’nın içinde tek bir yankı yükseldi: “Geçmişin zincirleri, geleceğin seçimlerini boğar.”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE