Hiç anımsamadığım kadar ağrı içerisindeydim. Gördüğüm görüntü gidip geliyor. Aynı sahne hiç durmadan tekrar ediyordu. Yüzümü buruşturarak gözlerimi açmıştım. Yatağımın üstünde bedenim, başımsa yastığımdaydı. Alnıma değen ıslak kumaş parçasıyla irkildim.
"Sakin ol."
Edwan'ın büyüleyici gözleriyle karşılaştım. İlgiyle ateşimi düşürmek için ıslak kumaşı alnıma uyguluyordu.
Kaşları endişe ile yukarı giderken "Ne oldu?" diye sordu.
Yerimde doğrulmak için hareketlendiğimde dirseklerimden tutup doğrulmama yardım etti. Yüzüme düşen perçemlerimi kulağımın arkasına atıp Edwan'ın o şaheser yüzüne baktım. Düşüncelerimi toplamaya çalışarak ne olduğunu tekrar anımsadım.
Kurumuş dudaklarımı ıslatıp "Çocuğun elinde tuttuğu ve Bruno'ya verdiği cüzdan bana aitmiş. Bayıldığım için bu konuda detaylı konuşamadık ama sanırım benimle özel olarak konuşma nedeni buydu. O cüzdanda bana ait olan eşyalar, hafızamdan birkaç görüntüyü hatırlattı." dedim yutkunup.
Kafam anılarla tekrar ağrımaya başlarken gözlerimi kapatıp açtım.
Elindeki kumaşı su dolu kaseye bırakan Edwan "Ne hatırladında bayılmana neden oldu?" diye sordu merakla.
Merakına karşılık "Elle tutulur sonuca varan bir anı değildi. Kim ya da kimler vardı bilmiyorum. Sadece aynada yansımam, üzerimde gösterişli kırmızı bir elbise vardı ve aceleyle hazırlanıyordum. O kadar acele ediyordum ki telefonumun çalmasını bile umursamamıştım." dedim alnımı ovarak.
Şaşkınlıkla kaşları havalandı ve "Ama seni ormanda bulduğumda üzerinde kırmızı bir elbise yoktu. Demek ki sen hafızanı kaybetmeden çok daha önceki bir anıyı hatırlamış olmalısın." dedi.
Kafamla onaylayıp "Evet, o ormana nasıl gelmiş olabilirim bilmiyorum. Kafamın içinde buna dair bir anı yok." dedim uzandığım yerden ayaklanmaya çalışarak.
Ayaklarım zemine değerken sırtıma dokundu beni engellemek istercesine ve "Nereye gidiyorsun?" diye sordu.
Siyah ve düz saçlarım gözümün önünde pervasızca sallanırken "Bruno ile konuşmalıyım. Cüzdanımla alakalı tüm detayları öğrenmem lazım." diye cevapladım.
O an Jessica içeriye dalmış ve bize bakıyordu. Gülümsedi ve arkasına bakarak "Uyuyan güzel sonunda uyandı." diye bağırdı.
Jessica'ya anlamsızca baktım ve arkasında Bruno'yu gördüğümde "Bruno, sana bir şey sormalıyım." diyerek hızlıca ayağa kalktım.
Bu yaptığım olduğum yerde sendelememe sebep olurken Edwan kollarımdan tutmuştu. Bu desteğine kısa süreli bir bakışma ve tebessüm ile teşekkür etmiştim.
Kendimi toparlayıp Bruno'ya doğru ilerlediğimde, o omuzlarımı kavrayıp "Yavaş ol Mia. Kısa süre önce bir anını hatırladın, bu süreç yorucu ve senin iyice dinlenmen gerekiyor." diyerek beni yatağıma sürükledi.
Edwan, kollarını göğsünde bağlamış sessizce bizi izlerken "Cüzdanımı nereden buldun?" diye sordum Bruno'ya sabrımın olmadığını kanıtlayarak.
Yatağıma artık yerleştiğimde "Takip ettiğiniz çocuk, ona senden ve ormanda bulunmandan bahsetmiştim ve o da merak edip ormana gitmiş." dedi omuzlarını geriye atıp.
Gözlerim irileşirken "Tanrı aşkına! Küçük bir çocuk, ormana nasıl yalnız başına gider?" dedim kızgın hâlde.
Bruno'da farksız hâlde "Uyarmama rağmen, meraklı bir çocuk. Söz dinletemiyorum." diye devam etti.
Edwan kollarını göğsünden ayırıp "Alex çoğu konuda yetenekli bir çocuk ve ona sahip çıkmalısın." dedi kaşlarını çatmış halde.
İkisi birbirine nefretle bakıyor ve resmen savaş ilan ediyorlardı. Neyin savaşı olduğunu merak etsemde daha fazla konuşmayıp sessiz kaldım.
Jessica aralarına geçip "Hadi çocuklar! Bu bakışta neyin nesi oluyor? İki senelik komşularsınız, böyle yapmayın." diyerek gerginliği azalttı.
Hafifçe öksürdüğümde "Alex ile tanışmak istiyorum." dedim tebessüm ederek.
Bruno kafasını onaylarcasına sallarken, Jessica "Bu akşam burada yemek yemeye ne dersiniz? Küçük beyimiz Alex'i kesinlikle buraya getirmelisin." dedi kısa bir alkış tutup.
Akşam yemeği bu gerginliği alaşağı ederdi umarım. Çünkü aralarında ki sorun çözülecek gibi durmuyordu. Bruno ayaklanıp giderken Edwan'da peşinden gitti.
Arkalarından bakış atan Jessica yatağıma oturup "Şunların hallerine bak. Resmen çocuk gibi davranıyorlar." dedi burun kıvırıp.
Bitkin gözlerle bakarken "Neden ki?" diye sordum saflıkla.
Kafasını omzuna yatırıp "Oh Mia! Sen tam bir polyannasın. Belli ki bu iki adam senin için deliriyor." dedi parmaklarıyla kalp yapıp.
Yatağın başlığına yaslanıp "Jess, ne dediğinin farkında mısın? Beni tanıyalı daha üç gün oldu." dedim şaşkınlıkla.
Ayaklanıp bana el salladı ve çapkın bir öpücük atıp odadan çıktı. Bu kız kesinlikle delirmişti. İstemsizce yaptığı hareketlere gülümsedim. Aşk mı? Maalesef önce aklımın başına gelmesi lazımdı ya da aklımı başıma getirecek biri mi? Aklımda ki düşünceye gülümseyip yavaşça uzandım ve kafamı dinlendirmek için gözlerimi kapattım.
❄
Alex, koltukta oturmuş halde yere ulaşamayan ayaklarını sallıyor ve sıkıntıyla dışarıya nefes veriyordu. Karşısındaki koltuğa oturup yüzüne baktım. Alnına değen gür siyah saçı, kahverengi iri gözleri, küçük burun yapısı ile tam sevimli bir çocuktu.
Bakışmamız devam ederken "Selam Alex." dedim.
Bir süre yüzüme bakıp "Selam." diye yanıtladı kuru kuru.
Alex'in dikkatini çekmek için gizemli bir şekilde etrafıma bakınıp kimsenin olmadığından emin olarak Alex'e yaklaştım. Bu hareketimle o da merak ederek aynısını yaptı ve benimle arasındaki mesafeyi kapattı.
Gözlerim diğerlerinde gezinirken "Maceracı bir çocuksun galiba..." dedim fısıldayıp.
Kafasını sallamasıyla "Bana bir iyilik yapar mısın?" diye sordum.
Alex merak ve heyecanla kafasını sallarken "Uslu bir çokuk ol." demiştim koltuğa yaslanıp alayla kıkırdayarak.
Alex yanaklarını şişirmişti ve gözlerini devirerek "Birde bana çocuk diyorsunuz." demişti haklı isyanıyla.
Bu söylediği şeye bozulup gözlerimi ondan ayırmadım. Savaşı o başlattı. Kafamda hissettiğim ağrıyla gözlerimi kapattım ve görüntü belirmeye başladığında bir şey hatırladım.
Küçük bir kız çocuğu vardı. Sarışın ve kısa küt saçlı. 'Senden nefret ediyorum Mia, kumdan kalemi bozdun.' diyerek saçımı çekiyordu. Genç bir adam küçük kıza koşup 'Amy, kardeşine kötü davranma' diyerek benden uzaklaştırıyordu.
Benim bir kız kardeşim ve babam vardı. Peki beni merak etmiyorlar mıydı? Ya da beni her yerde arıyorlar ama bana ulaşamıyorlar mıydı? Belki de babam benim için endişelenip hasta bir şekilde yataklara düşmüştü. En kötü ihtimalle beni zaten umursamıyorlar ve hayatlarında olmadığım için mutluydular. Gözümden süzülen yaşı fark etmemiştim bile.
"Mia, iyi misin?"
Omuzlarımdan tutan Edwan telaşla gözlerime bakıyordu. Tanımadığım bedenim, kişiliğim. Benim gözlerim ne renkti, yüzümün şekli nasıldı? Ne yemeyi severdim? Görünüşümü bile umursamadan geçmişimi öğrenmeye çalışıyordum.
Hışımla ayağa kalkıp "Lavaboya gitmem lazım." dedim ve Edwan'ın yanından uzaklaştım.
Lavoboya ulaştığımda ilk işim kapıyı kilitlemek oldu. Sakin adımlarla aynanın önüne geçtim ve yansımama baktım.
"İnanılmaz."
Hayretle yüzüme dokundum. Keskin hatlara sahip beyaz tenli yüzüm ve kırmızı kalın dudaklarım. Gözlerim, ela... İri ve güzel.
Yansımama gülümsedim ama bir hüzün sardı içimi. Kafamda birkaç tartışma senaryo edindi. Yaşlanmış bir adam 'gidersen bir daha gelemezsin Mia.' diyordu öfkeyle. Arkasında duran artık büyümüş kız kardeşim 'bırak gitsin baba, bizim ona ihtiyacımız yok.' demişti daha çok hüzünlenmeme sebep olarak.
"Geçmişimi hatırlamam lazım."
Söylediğim cümlede kararlılık vardı. Gözyaşlarım şiddetle yanaklarımda oluşturduğu yolu takip ederken hıçkırıklarım eşlik etti. Kesinlikle hatırlayacaktım. Musluğu açıp yüzümü soğuk suyla yıkadım. Kendime geldiğime emin olarak kapının kilidini çevirip açtım. Dışarıya çıktığımda kimseyle muhatap olmamak için hızlıca odama gittim. Yatağımda bulunan, içini dışına çıkardığım cüzdana baktım. Yutkunup cüzdanımı yanında duran anahtara dikkatlice baktım.
"Otel odası anahtarı."
Duyduğum cümleyle arkama döndüm. Edwan yatağımın üzerinde duran anahtara bakıyordu. Hızlıca anahtarı elime alıp avuç içimde sakladım.
Meraklı bakışlarımı ona çevirdiğimi fark eder etmez "Seni bulduğum ormana yakın bir otelde çalışmıştım. Oduncu olmadan önce..." dedi ellerini kot pantolonunun ceplerine sokup.
Sesinde bariz bir pişmanlık vardı. Bu durum ona ayrı bir gizem katarken kafamdaki düşünceleri toparlamayı hedefledim.
Hayretle "Oduncu mu?" diye sordum ve "Böyle güzel vücuda sahip olmandan anlamalıydım." diye ekledim.
Söylediğim söze gülümsedi. Bende ne dediğimi fark edip utanarak kafamı yere eğdim. Eli anahtara uzandığında bakışlarım tekrar onu buldu.
Kızaran yüzüme bakıp "Tuhaf..." dedi düşünceli hâlde.
Kafam karışık şekilde "Tuhaf olan ne?" diye sordum.
Anahtara ayrıntılı bakıp "Bu anahtar hiç bir yeri açamaz. Çünkü O otel iki sene önce kapatıldı." diye açıkladı.
Şaşkınlıkla "İki sene mi? Bu oldukça tuhaf, iki sene önce karlar içinde kalmış ve daha yeni uyanmış olamam." dedim iki adım öne gidip Edwan'dan uzaklaşarak.
Bunda başka bir şey vardı. Çözmekte, hatırlamakta zorlandığım bir ayrıntı. Belki yıllar öncesine dayanan bir anı yüzünden bu haldeydim. Bu hissettiğim şey beni öldürecekti. Puzzle parçaları önümde duruyordu ama hiçbir parça diğerine uymuyordu. Uyanlar ise renksiz ve silikti.
Yatağıma oturup düşünmeye başladım. Edwan ise karşımda durmuş beni izliyordu. Beni böyle görmek ona acı çektiriyor gibi görünüyordu. Acının, hatırlamadığım bin bir hâli vardı içimde. Resmen anılarımla birlikte duygularımda çökmüştü. Kendimi aptal gibi hissediyordum. Öyle ki insan olmadığı şeyi hissetmezdi.
"Aptal!"
Söylediğim kelimeyle kafama vurdum. Edwan şok olmuş hâlde bana yaklaştı. Ellerimi avuçlarında ısıtıp gözlerimi inceledi. Kesinlikle kendime böyle baksam aşık olurdum. Hatırlayamadığım kadar güzeldim.
Parmakları elmacık kemiklerime dokunduğunda "Kendine bunu yapma, sadece zaman ver." dedi beni sakinleştirmeye çalışarak.
Gözlerimi kapatıp sustum. Belki zamanım yoktu. Beni arayan kişiler, beni merak edenler ya da ölmemi umanlar için zaman yoktu.
"Kahretsin! Bu işin içinden nasıl çıkacağım ben?"
Ellerim yanıma düşerken "Daha fazla anıya ulaşman için yarın gece otele gireceğiz. Orası artık kapalı ama yaşananlardan dolayı eşyalara dokunulmamıştır." dedi Edwan.
Gözlerimi yukarıya kaldırıp "Dediğin bu kadar kolay olsa keşke." dedim sitemle ve ekleyerek "Gizlice mi gireceğiz yani, kanunları mı çiğneyeceğiz? Ayrıca o otelde ne yaşandı. Bir gizemi var gibi konuşuyorsun." diye merak uyandıran bir soru sordum.
Yanıma oturan Edwan, eski bir anıya ulaşır gibi gözlerini yukarıya kaldırıp düşünmeye başladı ve "O otel bir zamanlar fazlasıyla tercih edilen bir yerdi. Fakat iki sene önce birden fazla cinayet yaşandı. İnsanlar gelmemeye oranın çalışanlarının ve eşyalarının uğursuz olduğuna inanmaya başladı. Buna dair çok fazla detay bilmiyorum. O sıralar orada çalıştığım için polisler tarafında sorguya alınmıştım. Belki otele gizlice girerek buna dair ipucuda bulabiliriz." diye açıklamış ve hedefime yeni bir macera eklemişti.
Belki iki sene önce yaşanan olayla bir bağlantım vardı. Bir diğer ihtimal o zaman insanları öldüren katil belki benide öldürmeye çalışıyordu.
Düşüncelerim beni korkuturken "Sanırım kanunları çiğneyip gizlice uğursuz bir otele gireceğiz." dedim yozlaşmamış heyecanımla.
Edwan bu halime gülüp "Kesinlikle, bu yüzden enerji dolu olmalısın. Hadi, yemek hazır ve bizi bekliyor." dedi ellerimi tutup beni ayağa kaldırırken.
Sıcacık elleri ellerimdeyken kendime nasıl mukayyet olabiliyordum anlamış değildim. Kesinlikle, aşık olunası bir adam vardı karşımda. Savunmacı, destekleyen, yakışıklı, akıllı, güçlü ve iyi kalpli. Aşka vaktim olduğu zaman Edwan benim için ön planda olacaktı.
Edwan için delirmeden ihtiraslarıma hakim olup, yemek masasına gelmiş ve sandalyeye oturmuştum. Bu gece benim için, aşılamaz okyanus gibi sonsuz, bitmeyecek görünüyordu.
❄
Bölüm sonu