İç ağrısı😔

1582 Kelimeler
Aramdan; Gül güzelim gittikten sonra Diyarbakır bana dar geliyordu, öyle ki bir an önce Ankara’ya gitmek için can atıyordum. Miran Yüzbaşı gelir gelmez Cuma için izin isteyecektim; fakat öğleden sonra çıkan Nusaybin görevi tüm hayallerimi suya düşürmüştü. Görev için hazırlanırken İsra Teğmen yanıma gelmiş sırıtıyordu. "Hayırdır Teğmenim, neden sırıtıyorsunuz?" dedim. "İzin alabildin mi Yüzbaşıdan Aram?" Yüzümü buruşturup, "Maalesef komutanım, görev çıkınca konuşma fırsatı bulamadım," fısıldayarak, "Ben buldum Enişte, Cuma günü eğer görev uzamazsa izinlisin." "Yaşa be Yenge, kralsın!" "Bu iyiliğimi unutma Enişte bey, gün gelir kullanırım elbet." "Unutmam yengem, sağolasın ama ben yine de komutanımdan duyayım." "Tamam, şimdi işimize bakalım." "Emredersiniz komutanım," dedim ve hazırlıkları tamamladık. Gece sabaha dönmeden yola çıkmıştık. Nusaybin kontrol noktasını kuşatıp günün ağarmasını ve tırların geçişini beklemeye koyulmuştuk. Herhangi bir kaçış girişimini engellemek için konumlandık. Gün ağardıktan sonra silah yüklü tırlar giriş yaptı, gözünüzü dört açın diye bilgi geçti kulaklığıma yüzbaşı. Kontrol noktasında durdurulan tırlar aranmaya başlamıştı. Şoförler indirilmiş, üzerleri aranıyordu. Tırın altını üstüne getirsek de bir sonuç alamamış, mecburen tırların girişini onaylamak zorunda kalmıştık. Tırlar uzaklaşırken yüzbaşı, "Nasıl olur, tırlar boş, normal mal yüklü,bu işte bir bokluk var. Yanlış istihbarat olmaz mı, komutanım?" dedim. Belliki birileri bizimle dalga geçiyordu, Mardinli Kenan albayı bilgilendirmem gerekiyor, toparlanın dönüyoruz. Tim toplanırken sınır kapısında büyük bir gürültü kopmuştu. Bir araç son sürat sınır kapısını kırıp bizim bulunduğumuz alana doğru geliyordu. Aracın üzerindeki adamı ve silahını görmemle adamı hedef alıp koşarak bağırmaya başladım, "Saldırı var dikkat!" diye bağırıyordum, bir taraftan da araca ateş açmıştım. Yüzbaşı, "Kendinizi koruyun!" derken ikinci bir araç hızla geliyordu. İlk araçtaki piç kurusunu indirdim, lakin araç şoförü son sürat üzerime geliyordu. Hedefi belirlememle ateş etmem saniyeler sürdü, lakin arkadan gelen araçtan sıkılan kurşun koluma isabet etmişti. Ben kendimi çekemeden öndeki araç bana çarpmıştı. En son hatırladığım, yüzbaşının "Mardinliiii!" diye haykıran sesiydi. Sanırım şahadet şerbeti bugüne nasip olacaktı. Ah be Karakızım, sana da yeni kavuşmuştum. Ben de ardımda bıraktım seni, hiç istemesem de üzecektim seni, umarım affedersin yakışıklını, umarım gül güzelim… Mirandan; Gittiğim görevlerin hepsi zordu, hepsinde ölümle burun burunaydık; lakin basit bir arama operasyonu dediğim görev beni tarumar etmişti. Aramın "saldırı var" sesini duyduğumda her şey saniyeler içinde olmuştu. Dönmek için hazırlanırken pusuya düşmüştük. İkinci aracın üzerindeki piçi indirdiğim sırada İsra'nın "hayır" sesiyle o yöne döndüğümde ilk araç arama çarpmış, Aram havalanıp yere düşüşüyle kısa çaplı bir şoka girmiştim. "Mardinliiiii!" o an gözüm dönmüştü, ikinci araç patlayana kadar ateş ettim. "Kontrol sağlayın!" diye bağırdım. Toparlanıp dönüyorduk, timin çoğu zırhlıda hareket için bekliyordu. Dışarıda sadece Aram, Yağız ve ben kalmıştık. Aram'ın yanına koştum. Yerde kanlar içinde yatıyordu, ellerim titreyerek nabzını kontrol ettim. "Elif, komutanım, müsaade edin," derken kenara çekilip işini yapmasını sağladım. Aram'ın kamuflajını kesip yaralarını tespit ediyordu, ambulans gelene kadar elinden geldiğince müdahale etmeye çalışıyordu. Kolunda bir kurşun girişi var, çıkış yok; sol bacağı kırık, düşmeden dolayı kaburga ciğere batmış olabilir, nabzı alamıyorum. Nefes çıkışı için boynuna trakeostomi yapmam gerekiyor ama uzman değilim, komutanım. "Ya, Aram'ın ölümüne sebep olursam?" diye paniklemişti Elif. "İsra, Elif sen uzman değilsin ama bu konuda eğitim aldın, yap şunu; eğer yapmazsan da ölecek Aram!" diye bağırıp Elif'i sarstı. Ben ilk defa kendimi bu kadar çaresiz, bu kadar aciz hissetmiştim; kardeşim, bildiğim adam ellerimin arasından kayıp gidiyordu. "Hadi Elif!" diyen İsra'nın sesiyle kendime geldim. Elif, besmele çekerek o tuhaf aletle Aram'ın boynundan bir delik açıp yine o tuhaf aleti taktı. Birkaç saniye içinde nefes alan Aram'ın nabzı yeniden az da olsa normale dönmüştü. Ambulans sesi ortalığı çınlatırken, ambulans ekibiyle birlikte yavaş bir şekilde sarsmadan Aram'ı ambulansa taşıdık. Mardin hastanesine doğru yol alan ambulansın arkasından Yağız'ın seslenmesiyle ona döndüm. "Komutanım, şerefsizlerden biri yaşıyor!" Bunu duymamla şerefsizin yanına ışınlandım. Yerde kıvranıyordu ama gebermemişti piç kurusu. Ayağımla yarasına bastırıp, "Konuş, piçin dölü, konuş!" Size bunu yaptıran hangi şerefsiz, hangi örgüt? Başınız kim? Konuş! Kanlı ağzıyla gülümseyerek öldürsene, komutan! Konuşmayacağımı biliyorsun. Ne güzel uçurdum askerini ama diyince gözümün nasıl karardığını bilmiyorum. Yağız diye kükredim, bu piçi iyileştirip getireceksin karşıma. Yaşadığını kimse bilmeyecek. Karargaha götürün bunu, özel olarak ilgileneceğim. Emredersiniz, komutanım. Bırak beni, öldürmüyorsan teslim etsene, komutan! Sana kolay ölüm yok, kardeşimi uçurmuşsun Ya ,ben seni öyle bir uçuracağım ki buraya geldiğinede o örgüte girdiğinede pişman olacaksın. Zebanim olacağım, piç kurusu! Götür şunu, yağız! Dediklerimi unutma. Emredersiniz, komutanım. Hastaneye geçtiğimizde, Zehra analara haber vermek bana düşüyordu lakin aramaya ne yüzüm nede cesaretim vardı. İsra yanımda dik durmaya çalışsada, yüreğindeki ağırlık gözlerine yansımıştı. Ben şimdi Zehra’ya ne diyeceğim? Miran yeni kavuşmuşlardı. Zehra dün arayıp, "Eniştemden izin alsana be komutan, bacım sevdiceğim yanıma gelecek" derken öyle mutluydu ki. Şimdi "Arama, bir şey olursa ben Zehra’ya ne diyeceğim?" diyerek gözyaşlarını serbest bıraktı. Teselli edecek tek bir cümlem yoktu, ne onu ne kendimi. Aram yüreğimizi yakmıştı. Araçları fark eden oydu, önde kendini bir nevi siper etmişti. Onun sayesinde saldırıyı engellemiştik ama onun yaralanmasına engel olamamıştım. Komutanım, Aram'ın ailesine haber verecek misiniz diye sordu Ali. Gözlerimi kapatıp kafamı salladım, telefonu elime alıp Poyraz'ı aradım. Şu an Aram'ın haberini sakinlikle karşılayacak tek kişi abisi Poyraz'dı. Telefonun çalış sesi bile işkence gibiydi. "Alo komutanım, sen beni arar mıydın yahu? Ne yaptı bizim hayta, sen kızamayınca bana mı yönlendireceksin yine?" Poyraz dedim yutkunarak. Sesimin tonundan anlamıştı.İlk cümlesi "Yaşıyor mu? Miran oldu. Şuan Mardin hastanesindeyiz. Poyraz, Zerda anayı, Akif amcayı arayamadım." Arkadan gelen çığlıkla Zerda ananın yanında olduğunu anladım. "Geliyoruz Miran," dedi. Dile bile gelmeyen şeyi görmek kadar acısı var mıydı? "Allahım, yakma ciğerimizi, kardeşimi bize sevdiğine bağışla," diye dua ettim. *** Koridordan "Oğlum aslanım, Aramım nerdesin?" diye bağırarak girmişti. Zerda ana beni görünce yanıma koşup,direkt ellerini göğsüme kodu. "Nerede Miranım, nerede oğlum?" dedi. "Ana," dedim omuzlarını tutarak ama açıklayacak bir kelimem bile yoktu. Yarımıma İsra yetişti. "Zerda teyzem, çok zor. Acını hafifletecek tek bir cümlemiz yok. Beliyoruz ama şu an yaşıyor. Dua edip beklemek kalıyor geriye," diyerek koluna girip bekleme bankına oturttu. Kaç saat geçti, kaç dakika geçti, zaman kavramı yok olmuştu sanki… Zehra’dan; Gece uzun uzun yine Aram'la görüntülü konuşmuştuk. "Gül güzelim, bugünde sana bakarak uyusam," dedi masum masum bakarak. "Tamam canım," dedim, öyle tatlı istemişti ki hayır demek gelmemişti içimden. Tek korkum, şarjda telefonun ısınıp patlamasıydı. Sabah yine birlikte uyanmıştık. Bugün izin alacağım fıstığım, bir aksilik olmazsa, bitanem, cuma öğlen yanındayım. Gül güzelim, şimdi çıkmam lazım diyerek kapattık. İş yerine geçemeden canım komutan bacımdan küçük bir ricada bulunacaktım. İsra'yı arayıp Eniştem'den Arama izin vermesi konusunda ricacı olmuştum. O da sağ olsun, "Ayarlarım canım, sen meraklanma," diyerek kapatmıştı. Aradan yarım saat geçti geçmedi, senin işlem tamam bebek, hazırlan, hafta sonu sevgilin yanında inşallah diye mesaj atmıştı canım arkadaşım. Heyecanla işe gidip içimde müthiş bir çoşkuyla çalışmaya başlamıştım. Öğle de Arası, yakışıklım aramış, kısada olsa konuşmuştuk. Akşam belki arama şansım olmaz güzelim, göreve çıkacağız, işim bitince ararım. Cumaya izin çıktı kara kızım, görev bitince yanındayım inşallah diyip kapatmıştı. İçime çöken ağırlıkla tüm neşem sönmüş gitmişti.Kalbimle midemin arasına bir ağrı çöreklenmişti. Vücut ağrısı değil, bahsettiğim başka bir şeydi. Kendimi işe verip yeni tarifler denedim. Aramdan ses seda yoktu, akşam üzeri gelen mesajla kalbim tekledi. Gülüm, bugün konuşamadık, hazırlıktayız. Bitanem, elim boşa çıkar çıkmaz haber veririm. Seni seviyorum karakız, unutma. Tamam mı? Bedenim ve beynim görevde olacak belki ama kalbim ve ruhum senin hayalinle, kara kızım, kendine iyi bak diye mesaj atmıştı. Her an beni düşünmesi, bulutların üstünde gezmeme sebep oluyordu. Aram çok güzel seviyordu ve galiba ben de onu seviyordum. Henüz söylememiştim ama onu görür görmez ilk işim ona sevdiğimi söylemek olacaktı. Sen de Allah’a emanet ol, yakışıklım. Dört gözle seni bekleyen bir kara kız olduğunu unutma. En son konuşmamız böyle olmuştu. Gece oldu, karanlık sabahın ışıklarıyla aydınlandı. Ama o gece uykusuzluk yakamı bırakmamıştı. Gündüz içime çöreklenen ağrı, gece yine girmişti. Telefon elime yapışmıştı adeta, ses seda yok, arama mesaj yoktu, kaç saattir oflayarak çıktım yataktan. İşe erkenden hazırlanıp çıktım, restorantı uzun zamandır ben açmıyordum, bugün açmıştım. Çalışanlar yavaş yavaş gelirken, şef arkadaşım Deniz de gelmişti. "Erkencisin patron, hayırdır?" Omuz silkip, arada patron kısmı açmalı, dükkanın bereketi kaçmasın diye espri yapsam da yüzümdeki hüznü sanırım saklayamıyordum. "Zehra, neyin var arkadaşım?" diye bir kez daha sordu Deniz. "Bilmiyorum, Deniz, bir şey oluyor, şuramda bir ağrı var ama vücut ağrısı değil, ama nefes aldırmıyor sanki." "Kızım, sen darlanmışsın, hadi gel bir kahve içelim, soğuk hava iyi gelir, algıların açılır," diyerek bahçeye sürükledi beni. Bir yandan kahvemi yudumluyor, bir yandan gözüm telefonun ekranına kayıyordu. Sabah geçti, öğle geçti, gün akşama yaklaştı. Dayanamayıp Aram'ı aradım, küçük bir boşluğu varsa sesini duysam yeterdi. Şu an bir "alo" sesine bile muhtaçtım, içimdeki ağrı beni korkutuyordu. "Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor." Telefonu da kapalıydı. Yarım saat sonra yine denedim ama sonuç aynıydı. Bir kez de İsra'yı aramayı denedim, belki ondan bir haber alırdım, sonuçta aynı operasyona çıkmışlardı. İsra'nın telefonu çalınca gülümsedim ama uzun uzun çalsada açmadı. Görevde o da kapatıyordu, şimdi niye açmadı ki? Tekrar aradım, ikinci aramam cevap bulmuştu, şükür dedim. "Balım, görev bitti mi, neredesiniz?" Karşıdaki sessizlik canımı sıkmıştı. "İsra, cevap versene balım." Boğazını temizledi. “Zehra’m.”, İsra ne oldu?" dedim, cümlem boğazımda acı bir tad bırakmıştı. "Zehra, öncelikle sakin ol güzelim. İsra yumuşatmaya çalışma, ne oldu söyleyer misin? Arama, bir şey mi oldu?" -"Görev sırasında yaralandı, şu an doktorlar kontrol ediyor, henüz bilgi alamadık." "Tamam, geliyorum." Zehra’m Mardindeyiz güzelim diyebildi son anda çünkü ben o an sadece Arama gitmeyi düşünmüştüm. Nasıl oldu ne oldu sorgulamadım tek bildiğim bir an önce onun yanına koşmaktı.İş yerinden nasıl çıktım, havaalanına nasıl geldim inanın bilmiyorum ama en hızlı Mardin’e ulaşacağım araç uçaktı. Keşke şu an ışınlanabilseydim. Işınlanmak diyince aklım yine ona gitti, umarım beni geride bırakmassın Mardinli. Umarım birkez, daha yıkılmam, ne olur yaşa beni, sakın ola sevginden mahrum bırakma yakışıklım, sakın. Daha yeni kavuştum ben sana, geç kalmışlıkla sınama beni, ne olur Mardinlim…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE