Instgram:gecegunesi06
Toz bulutlarının son titreşimleri sönüp gece tamamen uyandığında, Araf ve Meva sessizce yürümeye devam ettiler.
Patlamanın yankısı hâlâ toprağın altında dolaşıyordu ama ikisinin de zihninde başka bir gürültü vardı
Birbirlerinin sesi. Birbirlerinin nefesi. Birbirlerinin farkına varışları.
Araf’ın karanlık sınırı artık karşılardaydı.
Gökyüzü griydi ay, soluk bir çizgi gibi iki dünyanın birleştiği çizgiye vuruyordu.
Meva, derin bir nefes aldı. “Burası burası senin krallığının başlangıcı mı?”
Araf başını eğdi, bakışlarını hemen kaçırmadan.
“Sınır,” dedi. “Buradan sonrası benim topraklarım.”
Yolun sonunda, gölgelerin kıvrıldığı ağır kapının önünde durdular.
Taş duvarlardan yükselen fısıldaşmalar, Meva’nın kulağına yabancı bir dil gibi ulaşıyordu kesik, anlaşılmaz, sanki karanlığın kendi nefesi konuşuyordu.
Meva’nın kaşları hafifçe çatıldı.
Araf, ona baktı bakışı keskin ama okuduğunu saklamayan bir açıklıktaydı.
Kapının ardındaki uğultu büyüdükçe Meva’nın içi daraldı.
Göğsünün orta yerinde, görünmez bir el onu yavaşça sıkıyormuş gibi bir ağırlık vardı.
Nefesi, fark etmeden kesik kesik çıkıyordu.
Işık damarları gibi ince bir titreme parmak uçlarına kadar yürüdü.
Bütün yaşananların yorgunluğu, gölgelerin arasında duyduğu fısıltılar,
geride bırakamadığı kabus izleri
Hepsi bir anda omuzlarına çöreklenmiş gibiydi.
Meva, kendini dik tutmaya çalışırken
kalbinin atışları kulaklarında yankılandı.
“Dayanamıyorum…”
Bu cümle dışarı çıkmadı fakat göz bebeklerinin titremesinde kendini ele verdi.
Araf, onun göğsündeki o görünmez çöküşü bir anlığına fark etti.
Gözleri daraldı.
“İçeride yine konuşacaklar…”
Sesi alçak ama duvarların bile ciddiyetle dinlediği bir tondaydı.
“Sakın aldırma.”
Meva başını hafifçe kaldırdı.
Bir anlığına, onun gücünün gölgesi bile güven verici gelmişti.
Araf devam etti sesi bu kez daha derin, daha hükmediciydi
“Burası benim krallığım.”
Gölgeler bile bu sözde kıpırdadı.
“Burada hükmüm kesindir.
Kimse sana yaklaşamaz, kimse sana zarar veremez.”
Bu, bir teselli değil sarsılmaz bir gerçektir der gibi konuşuyordu.
Fısıltılar kapının arkasından iyice yükselmeye başlayınca Meva istemsizce nefesini tuttu.
Araf bunu fark etti.
“Seni hazırlamam gerekiyor,” dedi.
Bakışlarını onun gözlerinden ayırmadan
“İçeri girdiğimizde seni kabul etmeleri için… elimi tutman gerekecek.
Bu onlar için bir işaret.
Araf elini uzattı.
Temas etmiyor, zorlamıyor, sadece sunuyordu.
Ama elinin uzanışı bile gölgelerin yönünü değiştiriyordu.
Meva bir an duraksadı kalbi hızlandı.
Onun dokunuşu her ne kadar sadece bir işaret olarak sunulsa da aralarında görünmez bir kıvılcım yaratacağını hissediyordu.
Araf hafifçe başını eğdi, sesi düşük ama son derece netti:
“Bana güvenirsenn…”
bir gölge dalgası ayaklarının yanında titreşti
“…hiçbir şey ters gitmez.”
Bu sözde bağlılık yoktu ama güç,kontrol, ve Araf’ın kırılmaz iradesi vardı.
Meva, derin bir nefes alıp elini uzattı.
Araf’ın parmaklarıyla birleşti.
Meva’nın avuçlarına yayılan sıcaklık, Araf’ın içindeki bastırdığı arzuyu kabarttı.
Araf’ın karanlık dokunuşu ise Meva’nın ışığını titrettti.
Sanki ikisinin elleri yalnızca birbirine değmemiş birbirlerini tanımıştı.
Dokunuşları birleştiği anda koridor sessizleşti.
Fısıltılar geri çekildi.
Gölgeler sanki onları tanımak istercesine kıvrıldı.
Ve kapı ağır bir uğultuyla açılmaya başladı.
Araf derin bir nefes aldı.
“Hazırsan,”
El ele, sınır çizgisini geçtiler.
Sınırın içi bir kasaba gibiydi.
Ama bilinen dünyanın hiçbir kasabasına benzemiyordu.
Sokaklarda hem insan görünümünde varlıklar, hem boynuzlu melezler, hem sis kolyeli gölge varlıkları, hem de ince uzun kulaklı eski ırklar dolaşıyordu.
Her şey sessizdi.
Ta ki Araf’ı görene kadar.
Bir yaratık önce dizlerinin üzerine çöktü.
Ardından diğeri.
Sonra bir başkası.
Tüm kasaba, dalga dalga yere kapandı.
Başları eğildi ama merakları eğilmedi.
Meva’yı gördüklerinde fısıltılar tekrar yayıldı
“Işık”
“İnsan mı o?”
“Efendinin yanında”
“beyaz işaret”
Kimse doğrudan bakmıyordu, ama hepsi görüyordu.
Meva, Araf’ın elini biraz daha sıktı.
Araf ise hiç durmadı.
Ne adımını yavaşlattı ne bakışını kaçırdı.
Sadece Meva’nın elini daha sağlam tuttu.
Sessiz bir ilan gibiydi
O benimle.
Kasabayı geçtiklerinde karanlık taşlardan yapılmış büyük bir yapı çıktı karşılarına.
Black Krallık’ın kalbi.
Dev sütunlar, iç içe geçen gölge motifleri, eski krallara ait kabartmalar ve tavan boyunca uzanan gri alev lambaları.
Araf kapıyı itip Meva’yı içeri buyur etti.
İçerisi mekân değil bir atmosfer gibiydi.
Koyu taş duvarların üzerinde eski savaşların tabloları, siyah metalden oyulmuş dev bir taht, uzun bir toplantı masası, antika kitap rafları.
Hepsi gölgeyle ışık arasındaki ince çizgide duruyordu.
Araf, sessizce bir koridora yöneldi.
“Önce odanı göstereyim.”
Araf, uzun koridorun sonundaki ağır kapıyı açtığında Meva istemsizce durdu.
Siyah Krallık’ın loş, gölgeli taş duvarlarından sonra karşısına çıkan oda bambaşkaydı.
Bembeyazdı.
Duvarlar, tavan, ince perde gibi katlanan ışık izleri.
Her yüzey sanki içten parlıyordu.
Güneş yoktu burada ama odanın kendisi bir ışık kaynağı gibiydi sessizce nefes alan bir aydınlık.
Beyaz döşenmiş yatağın üzerinde gümüş işlemeli bir örtü vardı.
Köşedeki küçük masanın üzerinde süt beyazı çiçekler duruyor kokuları hafif, ferah, neredeyse görünmez bir büyü gibi havada asılı kalıyordu.
Zeminde beyaz taşlardan oluşan döşeme, her adımda ince bir ışıma bırakıyordu; siyah krallığın gölgelerine meydan okuyan bir saflık gibi.
Meva derin bir nefes aldı.
Bu oda, sanki yıllardır onu bekliyordu.
Ama işte bu bekleyiş onu hem ürkütüyor hem içine işliyordu.
Araf içeri adım attı ve kapıyı arkasından kapattı.
Teninden yükselen erkeksi kokusu odaya yayıldı melek gibi aydınlık odanın ortasına bir gece nefesi düşmüş gibiydi.
Meva, kokuyu duyduğu anda kalbinin ritmi hızlandı istem dışı, kontrol edemediği bir şeydi bu.
Araf’ın bakışları odayı kısa bir an süzdü ardından ona döndü.
“Burası sana ait,” dedi, sesi loş bir gece gibi derin ama sert olmayan bir tondaydı.
“Siyahlığın içinde ışığın alanı. Girmen yasak olan hiçbir şey yok. Bu oda seninle uyumlu olacak şekilde hazırlanmıştı.”
Meva şaşkınlıkla dolaba doğru yürüdü.
Dolabın kapağını açtığında beyaz, gümüş ve açık tonlarda onlarca elbise diziliydi ince kumaşlar, ışığı tutan iplikler, hafif tüller.
Meva elini kumaşlara uzattı parmakları titriyordu.
O anda içi ürperdi.
“Ne zaman hazırlandı ki bunlar?” diye fısıldadı kendi kendine.
Araf, onun sorusunu duymuş gibi yaklaştı.
Araf'ın nefesi omuzuna degecek kadar yakından geldi.
Meva'nın omurgasından yukarı istemsiz bir ürperti yükseldi.
Araf alçak bir tonda cevap verdi.
“Uzun zaman önce,”
“Geleceğini bilerek değil gelmen gerektiğini hissederek.”
Meva’nın boğazı kurudu.
Kendisi bilmezken onun için hazırlanmış bir oda.
Onun için yıllardır bekleyen bir ışık alanı.
Araf’ın kokusu yaklaştıkça Meva’nın dizlerinin bağı gevşiyordu ama bu zayıflık değildi; bastırdığı bütün duyguların kapıya dayandığı bir an gibiydi.
Araf da fark etmiş gibiydi; nefesi biraz daha ağırlaştı, göğsü daha sert inip kalktı.
Ama yaklaşmadı.
Araf’ın öfkesinde bile bir kendini tutma, bir geri çekilme vardı.
Kontrol fakat kenarında yanan bir kıvılcım.
Meva arkasını döndüğünde, Araf beklediğinden çok daha yakındı.
Gölgelerin içinden süzülen o yogun koku onu içine çekiyordu.
Kalbi ritmini şaşırdı.
Araf'ın gözleri.....
Karanlığın içinde yanıyordu sanki, hem öfke hem çekim, hem de adı olmayan birşey.
“Burada güvende olacaksın,” dedi Araf, sesi katı ama sıcak bir doğruluk taşıyordu.
“Black Krallık’ın seni kabul etmesi zaman alacak. Fısıldaşmalar, bakışlar olacak Ama bu odada, bu krallıkta, bu sınırların içinde”
Gözleri Meva’nın gözlerine kilitlendi gölgeler içinde parlayan gece taşları gibi “kimse sana dokunamaz.”
Meva derin, titrek bir nefes aldı.
Işıkla çevrili odanın ortasında dururken
Araf’ın kokusu, gölgesi ve bakışı içinde tuhaf bir güven buldu açıkça söyleyemediği, kendine bile tam adlandıramadığı bir güven.
Titrek nefesin etkisiyle Araf'ın gözleri Meva'nın dudaklarına indi.
Araf'ın yutkunduğunu adem elmasının hareket etmesinden anlamıştı.
Meva gözlerini kaçırmadı.
Araf’ın bakışlarında hem karanlık hem de dayanılmaz bir çekim vardı.
Meva’nın nefesi daraldı kalbi kaburgalarına çarparak hızlandı.
Araf’ın yüzü yalnızca bir nefeslik mesafedeydi.
Meva’nın saçlarının arasına karışan o karanlık koku gölgeyle ışığın karışımı gibi, sıcak ve tehlikeli.
Araf’ın gözlerinde bir anlık kırılma sonra tutamadığı bir dürtü.
Avuçları Meva’nın yüzünün iki yanına yerleşti bastırmadan, ama kaçmasına da izin vermeden.
Ve o an…
Dudakları birleşti.
Meva’nın içine ışık gibi bir sıcaklık doldu.
Araf’ın öpüşü ilk anda yumuşaktı sonra derinleşti, karanlığın içindeki kontrolsüz tutku ortaya çıktı.
Meva’nın parmakları Araf’ın gömleğine takıldı, nefesi kesildi, dizlerinin bağı çözüldü.
Araf onu belinden kavradı güçlü, sarsıcı bir sahiplenmeyle.
Meva’nın ayakları yerden kesilmedi ama bütün ağırlığını Araf’a bıraktı.
Araf’ın dudakları Meva’nınkinden ayrıldığı anda nefesleri birbirine çarpıyordu hâlâ.
O kısa boşluk ikisini de daha da yakınlaştırdı; geri çekilmek yerine, neredeyse aynı anda tekrar birbirlerine uzandılar.
Bu kez öpüşme daha derindi.
Araf’ın elinin beline yerleşmesi…
Meva’nın parmaklarının Araf’ın boynunun arkasına kayması…
İkisinin de göğsünün hızlı hızlı inip kalkması…
Hepsi, saatlerdir bastırmaya çalıştıkları bir gerilimin nihayet çözülmeye başlamasıydı.
Meva, Araf’ın dokunuşunda yumuşadı.
Araf, Meva’nın kendisine böyle karşılık vermesiyle derin bir iç çekiş bıraktı sesi boğuktu, sanki uzun süredir tutulan bir nefesin sonunda duyulan o titreşim gibi.
Araf, öpüşme arasında gözlerini açtığında Meva’nın yüzünü gördü
nefesi, bakışı, titreyen kirpikleri…
Bu görüntü onu kırdı.
O kırılmayla, kontrolü daha da zayıfladı.
Parmakları Meva’nın belinden sırtına doğru kaydı; Meva da, istemsizce, ona biraz daha yaklaştı.
Birlikte adım adım yatağa doğru yöneldiler ikisi de bunu düşünerek yapmıyordu.
Ayakları geri giden Meva yatağın kenarına ulaştığında, Araf onu düşmesin diye hafifçe tuttu.
Ama bunu yaparken aralarındaki mesafe zaten yoktu vücutları neredeyse tamamen birleşti.
Meva yatağın üzerine yavaşça oturdu.
Araf onun oturuşunu, saçlarının omzuna düşüşünü, dudaklarının hâlâ yarım açık nefesini gördü.
Bu görüntü, içindeki ateşi daha da yükseltti.
Bir an durdu.
Sanki geri çekilecekmiş gibi…
ama Meva başını kaldırıp ona baktığında, o duraksama tamamen çözüldü.
Araf, hiçbir söz söylemeden eğildi.
Meva’nın yüzünü iki eliyle tuttu.
Ve tekrar öptü bu kez daha yavaş, daha derin, daha kararlı.
Meva’nın parmakları Araf’ın göğsünden omuzlarına çıktı.
Araf, Meva’nın bacaklarının arasına tamamen girmedi ama eğilişi, ağırlığını hafifçe ona vermesi, nefeslerinin birleşmesi ikisini de delicesine sarstı.
Meva’nın kalbi kontrolsüzce atıyordu.
Araf’ın arzulu nefesi boynuna vuruyor, Meva’nın teni titriyordu.
Öpüşme uzadıkça tutkuları arttı.
Araf’ın eli Meva’nın sırtına geçti, parmakları ince bir çizgide beline doğru indi.
Meva’nın nefesi kesildi, sesi neredeyse duyulmaz bir iniltiye dönüştü.
Araf, o sesi duyunca gözlerini kapadı kendini tamamen kaybetmemek için çabalıyordu.
Öpüşme daha da yoğunlaştı.
Araf’ın nefesi sertleşti, Meva’nın parmakları onun omuzlarını kavradı.
Ve tam o an—
tam kendilerini tamamen bırakacakları o noktada...
Araf aniden geri çekildi.
Nefes nefeseydi.
Göğsü hızlı hızlı kalkıyordu.
Elini Meva’nın yanağında tuttu ama dudaklarını onunkinden uzaklaştırdı.
Gözleri kararmış gibiydi, ama içindeki savaş açıkça görünüyordu.
“Burada durmam gerek…” dedi, sesi kısık, çatallı.
Meva da aynı derecede nefes nefeseydi.
Dudakları kızarmış, gözleri parlıyordu.
Araf’ın geri çekildiği o an, Meva’nın da içini yakan bir boşluk bıraktı ama aynı anda anladı.
Bu an, ikisini de geri dönülmez bir noktaya çok yaklaştırmıştı.
Araf, başını eğip birkaç saniye Meva’nın nefesini dinledi
dokunmadan, ama dokunmak ister gibi.
Parmakları hâlâ Meva’nın yanağındaydı, titrekti.
Sonra elini yavaşça çekti.
“Daha fazlası şu an değil.”
Meva hiçbir şey söylemedi.
Sadece ona baktı.
Araf o bakıştan kaçmadı kaçamadı.
Odanın beyaz ışığında, ikisi de hem yanmış hem durdurulmuş hâlde kaldılar....