Büyük Küçük Dertler

1017 Kelimeler
Borahan SOYLU Bedenimi defalarca kanla yıkamış toprakla kurulamış bir asker olarak insanlıktan haberi olmayan zevk için adam öldüren terör örgütlerine ustalıkla sızmış kısa sürede gözde askerleri olup yıllarca dağ başında bir kere bile ne zaman bitecek diye düşünmeden yaşamıştım. Zorlanmadım. Yorulmadım. Yılmadım. Bu kelimeler benim lugatımda yoktu. Hepsinin başına bir kurşun sıkmış işime burunlarını sokmamaları için bedenimden ruhumdan zihnimden atmıştım. Sonra bir kadın çıkar ve senin on iki yıl boyunca emek verdiğin sıkı yönetim ilan ettiğin her şeyini bir dokunuşuyla yerle bir ederdi. Bir kadın... Keşke sıradan basit bir kadın olsaydı diye iç çektiğin bir kadın... Saatlerce elimi bırakmadan yürüdü. Her saat başı omzumu sorup çantalardan birini almayı teklif etti. Omzum acıyordu ama bana gösterdiği ilgi daha çok dokunmuştu. Ben kan toprak ölüm kokardım. O ise zambak. Benim ellerim nasırlarla çatlamış yarıkların arasını sadece çamurla kir değil kan ve barut da doldurmuştu. Bana nerelerden geldiğimi nerelere gideceğimi daimi hatırlatan haritam rotamdı. Kaderim avuç içi çizgilerimde saklı değildi artık. Nasırlı ellerimin arasındaki kurumuş kanda apaçık ortaydı. “Beni bırakana kadar yok mu sayacaksın varlığımı?” diye sordu saatler sonra ilk yorgunluk belirtisini nefesini vererek gösterdiğinde. Bütün gece boyunca ellerimi bırakmadan dağların arasında gecenin karanlığında yıldızların rehberliğinde yürümüş kadına başımı ağır ağır çevirdim. “Burada olma sebebimsin. Yok saymak mı?” diye saatlerdir göğsümde sıkışmış havayı vererek cevap verdim. Göğsümde kan pompalamaktan başka bir işe yaramayan o dört harfli organın sikim için harcadığı efora sinirlendiğim yetmemiş bir de sorusu çıkmıştı başıma. Varlığını yok saymak ha! Bir de sivilde sorsaydı keşke! “Sebep olduklarım için üzgünüm.” dedi sessizce. Sesindeki hüzün maskesiyle daha bir boğuk çıkmış sinirimi bozmuştu. Şimdi kendini suçlu mu hissedecekti? Siktir! Onun kıçını izlerken omzumu delen kurşunun hedefi olmuştum. Onda bile ben suçluydum! “Bir şeye sebep olduğun yok. Yürümeye devam et az kaldı.” diye maskemin altında homurdandım. Avuçlarımdaki sıcak eliyle elimi daha sıkı tutup “Kendimi affettirmek için ne yapabilirim diye soracaktım az kalsın. Madem suçlu değilim. Sormam.” Ateşle oynuyordu! Aslında ateşle de oynamıyordu. Ateşe doğru yürüyordu. Yalnız farkında değildi o beni bile yakacak kadar güce sahip bir ateş parçasıydı. Ben küllerle kaplı kordum. Üflese dahi tutuşurdum. Tıpkı şimdi yaptığı gibi. Elini canını yakacak kadar sertçe sıktım. Yürürken irkildi başını çevirip bana bakmak zorunda kaldı. “Her on saatte bir sana aklını başına al mı diyeceğim ben sana? Utanmayı ne zaman akıl edeceksin?” diye sertçe konuştum. Utanmak? Onu gördüğümden beri inmeyen aletim gülerdi bir yerleriyle. Tökezler gibi oldu elini çekip dik durmasını sağladım. Sözlerim afallatmıştı ama mecburdum. Onu benim gibi düşünmeye mecbur bırakmalıydım. “Canın tehlikedeyken sadece canını düşün!” diye son kez üstüne basarak konuştuktan sonra yürümeye devam ettim. Sesi çıkmadı. Elimdeki tutuşu da gevşemişti. Sözlerimin bu kez ağır gelmesine sevinmiştim. Onu biraz zapt ederdi. Daha önce geldiğim bildiğim terk edilmiş köye son on kilo metre kala iyice sessizleştik. Botlarımızın altında ezilen taşlarla düzenli nefes alışverişlerimiz dışında başka bir ses yoktu. Bir buçuk saatin sonunda köy göründüğünde dikkat çekmeyecek bir noktadan köye temkinle yaklaştım. Terk edilmiş köyler herkes tarafından farklı şekillerde kullanılırdı. Genellikle mal saklayan ve kafayı çekmek isteyen gençlerden izler olurdu. Rastladığım çok olmuştu ama hayalet olur kaybolurdum. Beni kimse fark edemezdi. “Tetikte ol yanımdan ayrılma.” dedim benimle kıstığım sesimle. “Tamam.” Yer yer yıkılmış bölgelere doğru yürüdük. Bu yerlere pek yaklaşan olmazdı. Bir odası yıkılmış kerpiçten ve taştan köy evine doğru yürüdüğümde rüzgarın bile sesini işitmeye hangi duvara çarptığını anlamaya çalışıyordum. Sezgilerim bana güvenli olduğunu bildirince tek odası yıkılmış köy evinin tahta kapısını elimle yavaşça ittim. Ama açılmadı. Baskıdan dolayı sıkışmıştı. Yaralı olmayan omzumla ittirdim ve fazla gürültü çıkarmadan açıldı. Yanımdaki kadına dönüp bileğini kaptım ve arkama aldım. Cebimdeki feneri çıkartıp en düşük seviyede ışığı yansıtacak şekilde açıp karanlık küf ve toprak kokan eve tuttum. Eski toprak içindeki yer yatakları ve etrafa saçılmış çöplerle gözlerimi kıstım. Temiz görünüyordu. Tek odalı eve girip arkamdaki kadını içeri çektim. Bir bez bebek gibi nereye çekiyorsam kolay bir şekilde geliyordu. İçeri geçip kapı ağzında beklerken son kez geldiğim yola bakıp sesleri dinledim. Rüzgar esiyor çok uzaktan bir kurt oluyordu. Tehlike yoktu. Yüksek eşikten içeri girip kapıyı ittim. Daha sonra da yine aynı şekilde omzumla bastırdım. Yerine oturunca yanımda dikilen kadına elimdeki fenerle döndüm. Feneri yüzüne tutmama rağmen gözlerini gözlerimden çekmedi. Lensli gözleriyle bana keskin bir bıçaktan daha keskin bakıyordu. İnatçılık sezdim. Sonra başkaldırışı tenimde sinsi bir yılan gibi gezinerek kanımda kaynadı. “Kendini kandıramadığın için beni kandırmaya kalkışman büyük bir hata!” dedi maskenin altında öfkeyle sıkışmış sesiyle mırıldandığında. “Bana açık olup kendime hakim olamıyorum sen bize hakim ol deseydin mantıklı yaklaşırdım.” Konuşamadım. Boğazıma kadar bir şeyler çıktı ama bunlar ne söze dökülecek ne de yutulacak şeylerdi. Boğazımda kaldılar. On iki yıl sonra ne diyeceğimi bilemedim. Haklıydı. Ama erkeklik gururum buna izin vermedi. “En son düşüneceğim şey bu! Siz kadınlar küçük şeyleri büyütmekte çok iyisiniz.” dedim dişlerimi birbirine sürterek. “Keşke kendin için biraz düşünseydin.” İnce kaşlarından birini havaya öyle yavaş bilmişçesine kaldırdı ki aletim hareketine eşlik edip başını kaldırdı. “Küçük şeyleri büyütmekte iyiyimdir haklısın!” diye eğlendiğini belli eden ses tonuyla konuştuğunda gözümün altındaki kaslarımın titrediğini hissettim. “Küçük?” diye kendime hakim olamadan sordum. Sus Karakurt! Susmalısın! Ve hayal kurmamalısın! Özellikle avuçlarındaki elin aletine ellerini sarmış halini kesinlikle düşünmemelisin! Siktir! Gözbebekleri hızla büyüyerek beni bir girdap gibi içine aldığında nefesimi tuttum. Nasıl oluyor da aynı şeyleri düşünüyorduk? “İri bir adamım dertlerim de büyük mü olur diyorsun şimdi?” diye kıvrak zekasıyla aletim bir kere daha o başını kaldırmaya yeltendi. Gözleri dışında onlar da sahteydi başka bir yerini görmediğin kadına nasıl bu kadar sertleşiyorsun lan! Düşme bu tuzağa düşme Karakur! Aletinin büyüklüğünü soran kadına kendini kaptırma! Görev bilincini düşün! Onun kim olduğunu yan gözle bakmayıp koruman gerektiğini düşün! “Ne gördüysen o!” diye dişlerimin arasında konuştuğumda feneri öyle sıkı tutmuştum ki elimde parçalandı ve bir an da ışığı kesildi. Şimşek çakar gibi nefes seslerimiz birbirine çarpmasıyla kadın ellerini karnıma yasladı. Saçlarının kokusunu aldım. Hemen burnumun önünde sabun kokuyorlardı. Zambak bir daha kanıma karıştı ve her şeyi kana buladı. “Çok sertsin.” diye mırıldandı erircesine ve ellerini daha çok bastırdı karnıma. “Karanlıktan korkarım da.” dedi pek de inandırıcı çıkmayan sesiyle.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE