Jilet ve İç Çamaşırı

1148 Kelimeler
Borahan SOYLU Derme çetme tek katlı dükkanların olduğu sokakta sabahın erken saatlerinde motosikletler ve küçük kamyonetler gelip giderken bazı eski hurda sayılacak arabalar park halinde mal taşıma telaşındaydı. Yerel halkın bağırışları ve her dükkanın önündeki taburenin üzerinde duran dumanı tüten çayla olağandı her şey. Yanımda giydiği çarşafla adımlarıma eşlik eden kadına kalabalıklaşan yolda daha çok yaklaştım. “Elimi tutabilirsin.” dedi eğlenceli ama tehlike hissettiren ses tonuyla. “Kaybolmam.” dedim burnumdan soluyarak. “İstediğin bir şey var mı alalım?” “İç çamaşırı jilet diş fırçası ve temiz kıyafet istiyorum.” Kendi nefesimde boğulacaktım az kalsın. Hatta bir an ayağımı boşluğa atmışım gibi kaldım ama belli ettirmeden devam ettim. Sözleriyle görünmez bir duvara çarpmıştım sanki. “Olur.” dedim az önceki sesimden daha kısık bir tonda. Sesimi duymamla kabaca öksürdüm. Jilet! Siktir! Düşünme Karakurt! Düşünme yoksa o tuzağa düşersin! Düşme! “Sen alacaksan nasıl bir çamaşır tercih ettiğimi tarif edebilirim.” diyerek bana sokuldu koluma girdi. Siktir o az önce göğsünü mü sürtmüştü koluma? Siktir! “Seni götürürüm.” Kolumu çekmek sıcaklığına bulanmamak için Suriye’de bastığım işkence hapishanelerini her tarafa saçılmış insan uzuvlarını ve koca adamların acı dolu çığlıklarını düşünmeye çalıştım. Varillerdeki cesetleri... Toplu mezarları... “Kocamsın ya seçmeme yardım edersen daha inandırıcı olur. Kimse karısına külot beğenen adamın bir yabancı olduğunu anlamaz.” dedi en başta eğlenceli sesine sinsice sızan tehlikelinin ne olduğunu açık açık kanıma üflerken. Kolum! Kolum yanıyordu! Tıpkı yanan aletim gibi! Sanırım en büyük işkenceyi ben çekiyordum ondan geçmiş siklemiyordu beni! “Detaya girmeye gerek yok.” dedim umurumda değilmiş gibi çarşıdaki hareketlilğe gözlerimi dikerek. Ne koymuştu o yaşlı adam pikabına? Beş kilo çay mı? Un çuvalını da önceden atmıştı. “Bence de. Dantelli veya tanga bakmayalım. Rahatsız edici olur yolculuğu düşünürsek.” Sikerler! Sikerler sakın o kadife kalçalarda danteli tangayı hayal etme Karakurt! Sana yakışmaz! Senin iraden keskin bir kılıçtan keskin ve omuzlarına yüklediğin emanetten daha ağırdır. Sen kafanın içindeki adamsın! Karakurt’sun! “Sus! O çeneni açma bir daha!” diye hırladım poşunun altında. Koluma asılarak göğsünü sürttü. “Travma yaratmadı değil mi kadınların sana yaptıkları? Sonuçta o yaşta bu istismara giriyor. Çünkü külot dediğimde ses tonun bile değişiyor. Belli üzerinde travma kalmış.” Aklınca intikam mı alıyordu? Ben kimdim ki onun için? Takılmak istediği bir adamdan başka bir anlamım yoktu. Geçmişimi eşeleyecek kadar benim bir şeyim olmamıştı. Olmayacaktı da elbette! “Sayıya mı takıldın benim o yaştaki performansıma?” diye dişlerimi gıcırdattım. Hep ben yanmayacaktım sonuçta biraz da o düşünsün. Tabii düşünüp düşünüp geri bana sarması da ayrı olacaktı. Yanımızdan geçen iyi giyimli adama yanlışlıkla çarptım. Kusura bakma dercesine elimi kaldırıp göğsüme koydu. Adam dönüp başını anladım dercesine salladıktan sonra yürümeye devam etti. “Her ikisine de. Bir kerede en fazla kaç kişi oldu?” diye sordu sesindeki saf merakı saklamaya çalışarak. Dükkanlara bakıyormuş gibi yapmasına rağmen bütün dikkatinin bende olduğunu biliyordum. Sezgilerim diken üstünde olduğunu bağırıyordu. Merakını körüklemek için bir süre sustum o sırada bizim gibi bir çift karşıdan gelişine dikkat kesildim. El ele ve bir görünüyorlardı. Kadının kolunu kendime biraz daha çektim. Sahiplenmişim gibi görülmeliydim o adam gibi. “O zaman da iriydim. Sayıya gelirsek...” Kolumdaki elini sıkmasıyla dudağımın sol köşesi çekildi. Deli gibi merak ediyordu. Bu yine tuhaf bir şekilde kanımı kaynatıyordu. Sanki yeterince kaynamamış gibi. “Evet sayıya gelirse?” diye nefesini sabırsızca. “O kadar çok mu? Sayıyor musun sen?” Omuz silkmekle yetindim. Bu yeterince açık bir cevaptı sanırım. Anlamış gibi nefesini vererek önüne döndü ve hızla yürümeye başadı. “Yavaş yürü!” dedim dişlerimin arasında yanımdan geçen başka bir yaşlı adama çarptığım sırada. “أنا آسف” ‘Ana asf.’ ‘Kusura bakmayın’ dedim elimi bir daha göğsüme koyup. Yaşlı adam tebessüm edip yoluna geri döndüğünde ben de yoluma devam ettim. “Bu gidişle bütün Tel Abyad’ı soyacaksın. Külotla jilet o kadar pahalı değil!” Sinirli ve ateşli kadınla gözlerimi yumup ikinci cüzdanı cebime attım. Dağda parayı ağaçtan toplamayacağıma göre bir şekilde halletmeliydim. Hem ben bir şekilde borcumu ödüyordum daha sonra. “Tutumlu bir karım varmış!” dedim dişlerimin arasında üçüncü kişiyi gözüm kestirmek için gözlerimi açarken. “Sanırım bir tek rol yaparken şu kelimeyi kullanacaksın!” diye öfkeyle homurdandı. Kaldırımda yürürken gözüme kestirdiğim iyi giyimli başka bir genç adamı gözüme kestirdim. “Hangi kelimeyi?” “Karım kelimesini. Tek eşli bir adam olmadığına göre evlenmezsin de!” Evlilik? O kadar uzun boylu da değildir diye kadına döndüm. Sinirli sinirli derme çatma dükkanlara bakıyor kolumu gereğinden fazla sıkıyordu. Bu kız beynini onu kurtardığım laboratuvarda bırakmadı umarım. Çünkü sözlerin yola çıktığımda hiç hoş yollara varmıyordum. Şoka uğratmasıyla gözüme kestirdiğim genç adam yanından geçmiş çarpamamıştım. Sinirle başka birini gözüme kestirmeye çalıştım. Bu kadınla konuşmayacaktım. Her konuştuğumda benim ona yapmak istediğimi o bana konuşarak yapıyordu! Küçük çarşıyı bitirmek üzereyken iyi giyimli orta yaşlı bir adamla gözlerimi kıstım. Buna da çarptıktan sonra bir dükkana girip şu listedekileri almaya başlayabilirdik. Adam yanımdan geçerken karşıya o zaman geçecekmiş gibi yaptım ve çarptım. “آسف يا أخي، كنت سأعبر الشارع.” ‘asf ya 'akhi, kunt sa'aebur alshaariea’ Kusura bakma kardeşim karşıya geçecektim.’ Adam bana üstten bir bakış atıp böcek görmüş baktıktan sonra üstünü silkeleye silkeye gitti. “Kötü kokuyoruz.” dedi kadın yanımda yine aksi sesiyle. “Hayır kokmuyorsun.” diye belirttim karşıya geçmek için motosikleti beklerken. Yol açıldığında yürümeye başladım. Köşede bir giyim dükkanı vardı. Her şey üst üste basık bir yer gibi görünüyordu ama aradığımızı orada bulabilirdik. “Sen kokuyorsun ama.” Dükkana tam girecekken durdum ve kadına baktım. Lensli kahve rengi gözlerindeki o ateş sönmemişti. Benim çoklu çiftleşmem onu neden bu kadar rahatsız etmiş anlamak istemiyordum ama kesinlikle duygularına teslim olmuş halde oluşu risk taşıyordu. “En çok kan kokusu gelir. Yıkansam bile geçmez gelmeye devam eder. Sana bir şeyleri hatırlatır umarım bu koku.” dedim gözlerine bütün kararlılığımla bakıp kaşlarımı çatarken. “Çok çabuk unutuyorsun sana söylediklerimi!” Ateş gibi yanan gözleri birden soğumaya derimi geren hüzünle sönmeye başladı. “İnan unutmuyorum.” dedi hüzünle. Ama sanki başka bir şey karşılık vermişti. Sormak istedim neden üzgünsün diye... Ama soramazdım. Görevim değildi. Görevim onu korumaktı. Emanete sahip çıkıp onu görevini yapması için doğru noktaya taşımaktı. “İyi unutma seni hayatta tutar.” dedim ve basık küçük ama içi tıka basa dolu dükkana kadını çekerek girdim. “مرحباً. ما الذي كنت تنظر إليه؟” ‘Hoş geldiniz. Ne bakmıştınız?’ Şansımıza kadın satıcı çıkmıştı. Artık şu istediklerini rahat rahat alırdı. “لقد تزوجنا للتو. زوجي سيشتري لي ملابس داخلية يحبها. هل يمكنك أن تريني؟” ‘Biz yeni evlendik. kocam bana kendi beğendiği iç çamaşırları alacakmış. Gösterir misiniz?’ Arapçası kusursuzdu. Yereldekiler gibi gelişi güzel konuşmuştu ama anlamları az önceki konuştuklarımı siklemediğini bağırıyordu. Dişlerimi sıka sıka yanımdaki kadına döndüm. Bana gülen gözlerle bakıp “لا تقلق، فهو رجل كبير، وهو خجول جدًا.” ‘İri bir adam olduğuna bakmayın çok utangaç.’ demesiyle gözlerindeki ışıltı giderek arttı. Bu kadın! Sinirden dişlerimi sıkarken gözlerimin altındaki kasların titrediğini ve göğsümü tanımlayamadığım bir sıcaklığın kapladığını hissettim. Öfkeyi hiç bu kadar kaynarcasına damarlarımda hissetmemiştim!
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE