Ella Roth ( Dilan Ergani)
Askerlerin omuzladığı baygın olmasına rağmen heybetli görüntüsüyle dizlerimi titreten Karakurt’un haliyle elim ayağıma karıştı. Elimi uzatmaya çalıştım ama ne yapabilirdim? Askerler onu bir yere yatırmalı ve yarasına bir an önce bakmalıydım. Onu iyi etmeliydim.
Aklımdan geçeni anlamış gibi askerler Karakurt’u düz bir yere yatırdı. Daha sonra ise koyu bir ışık yakarak durumunu görmemizi sağladılar. Göğsümü döven paniğimi ve korkumu bir kenarı bırakıp hemen yanı başında diz çöktüm. Maskesi hala yüzündeydi. Onu kaldırıp da deşifre edemezdim. Bir an önce yarasına bakmalıydım. Omzundan tutup çevirmeye çalıştım benim gibi dizlerinin üstüne çökmüş asker bana yardım etti ve sırtındaki yaraya dokunup anlamaya çalıştım. Kurşun içerideydi. Panik ve korkuyla elim bir anlığına titredi. Ona bir şey olmasına asla izin veremezdim. Hayır!
“Take out the first aid kits. Light a fire and heat water." 'İlk yardım çantalarını getirin. Ateş yakıp su kaynatın.'
Kendime geldim ve her zaman beni ileriye taşıyan sağ duyuma ve soğuk kanlılığıma sıkıca sarıldım. Yıllardır aldığım eğitimlerin hakkını vermelisin Dilan!
Askerler bir süreliğine sessizliğini korudu ancak daha sonra bütün isteklerimi sırasıyla yerine getirmeye başladılar. İlk yardım çantaları açılmış ateş yakılığı gibi başımdaki kalabalıkta dağılmıştı. Ancak yaraya bir daha baktığımda daha net bilgiye sahip oldum.
"The bullet is inside. I'm going to lay him face down and pull out the bullet, but I don't know how deep it is. This may take a long time."
'Kurşun içeride. Yüz üstü yatırıp kurşunu çıkaracağım ama ne kadar derinde olduğunu bilmiyorum. Bu uzun sürebilir.'
Karşımda benimle birlikte diz çökmüş adam derin bir nefes verip başını salladı. "Do your best." 'Elinden geleni yap.'
"I will do more." 'Fazlasını yapacağım.' diye mırıldandım kararlılıkla ve Karakurt’u çevirmeye çalıştım. Karşımdaki asker de hemen yardım etti. Tam o sıra da Karakurt kalbimi paramparça edecek şekilde acı içinde inledi.
"Şhhh." Dedim acısını hisssetmenin verdiği üzüntüyle.
On iki yıl boyunca acılarıyla baş başa kalmıştı benim yüzümden. Kalbim düşündüklerim yüzünden ağrımaya başlamıştı ama şimdi bunu düşünerek gücümü düşüremezdim.
Bana yardım eden askerle birlikte Karakurt’u yüz üstü yatırdıktan sonra yarayı görmek için tişörtünü aldığım makasla yırtmaya başladım. Kirli kumaşı kenara çekip gözlerini yarası dışında sırtında gezdirdiğimde bir değil onlarca yaranın izini görerek kaldım. Nefesimi zorlukla verip başımı iki yana salladım. Beni Ecrin’le korumak için aldığı kurşunlar... Bizim canımıza siper olup aldığı yaralar...
Yaralarında kendimi kaybettiğim sırada beline doğry akan kanla kendime geldim ve derin bir nefes alıp yaranın çevresini açmaya başladım.
Mağaradaki askerler giderek azalmaya başladığında yanımda bana yardımcı olan kadın askerle sanki yaralı adamı tanıyormuş gibi davranan askerle tek kaldık. Karakurt’un maskesini çıkarmadan ağız ve burun bölgelerine makasla kesikler açtım. Kendi maskemi de çıkarmamıştım. Benim kimliğim şuan daha hayati önem taşıyordu. Karakurt istese dahi göremezdi.
Karşımdaki asker bir süre sonra mağaranın olduğu köşeye battaniye çekip başımıza beyaz kuvvetli beyaz bir ışık açtı. Bu iyi olmuştu ameliyatı daha iyi bir şekilde sürdürebilirdim. Başımı kaldırıp ışığa baktığım sırada erkek askerin kadın askerle olan derin bakışmasıyla kaşlarımı çattım. Gözlüğünü çıkarmış altın sarısına benzer gözleriyle kadına kırgın bakışlarla bakıyor gibiydi. Merak edecek zamanım bile yoktu.
Başımı ikili aldım ve yarayı batikon ile temizlemeye koyuldum. Kısa sürede temizledikten sonra acıyı tam anlamıyla hissetmemesi için morfini enjekte ettim. Ancak bekleyecek zamanım yoktu kanamayı kontrol altına almak için küçük bisturi ile yaranın giriş yolunu genişletip doku pensi ile kenarları ayırdım. Bu şekilde kurşunu bulmam daha kolay olacaktı. İşlememi yaptıktan sonra Kelly klmplerini aldım. Kısa sürede bu iki saatlik ameliyatı başarmak için oldukça dikkatli çalışmalıydım.
Çalıştım da.
Kanamayı kontrol eder etmez de asıl müdahale için kurşunu kavrayıp çıkarabilmeme yardım edecek olan düz uçlu hemostat pensi aldım. Kurşun görünüyordu ama bu canını fena yakacaktı. Morfini bilerek az vermiştim. Çünkü etrafımız düşmanlarla çeviriliydi. Kademli olarak daha sonra arttırabilirdim.
Düz uçlu hemostat pensle görebildiğim kurşunu sıkıca kavradım girdiği yoldan aynı özenle çıkarmaya çalışacaktım zira geriye doğru takip etmek en az hasarla işlemi tamamlamanın altın kuralıydı. Ona daha fazla zarar veremezdim.
"I found you!" 'Buldum seni!' dedim kavradığım kurşunla. Bulmuştum. Karakurt’a zarar vereni bulmuştum.
Makası çekip başından bir an olsun ayrılmayan askere gösterdim. Diğerleri gibi soğuk kanlı duramamıştı çünkü Karakurt’un kim olduğunu biliyordu. Onu tandığına göre bu intikamını da alabilirdi.
"You return it the same way." 'Aynı şekilde iade edersin.'
Asker bir an şaşırdı ama sonra o da başını hızlı hızlı aşağı yukarı salladı. "I will refund it in multiples!" 'Misli ile iade edeceğim!'
Sesinden duruşundan bakışından belliydi onu tanıdığı. Yanımdaki kadın da her dakika derin soluklar alıp vermişti. Tanıyorlardı tamam ama yakınlıkları hangi dereceydi?
Aklıma takılmıştı ancak Karakurt’un açık yarasını bir an önce kapatmalıydım. Ama önce hemostatla tekrar kontrol edip yarayı irrigasyon sıvısıyla yıkamam gerekecekti. Hızla kontrol edip yarayı yıkadım. Enfeksiyon riskine karşı bu adım hayati önem taşıyordu. Son olarak yarayı kapatmak için vicryl emilebilir dikiş ipliği ve iğnesini aldım elime. Deriyi kapatmak içinse basit bir deri dikişi attım. Temiz bir pansumanla yarayı kapattığım gibi bir daha morfin verdim. Bu koşullarda yapabileceğim en steril ve güvenli müdahale bu şekildeydi. Ve bunları kırk dakikadan kısa sürede yaptığıma emindim. Yorgun ve Karakurt’un sağlıkla atan kalbine hasret başını sırtına koydum. Başımdakilerin bana nasıl baktığı umurumda değildi. Benim için önemli olan o kalp atışını hissetmekti. Ve o kalp atıyordu.
"You can continue your watch. I will wait next to you." 'Nöbete devam edebilirsiniz. Ben yanında duracağım.' Dedim askerlere.
Beni bırakıp gittiler. Beni dünyada en çok istediğim adamla bırakıp gittiler. O zaman derin bir nefes verip çığlak sırtından öptüm. Morfinden dolayı hissetmemesi rağmen kasılışını görmek içimi yaktı.
Sevmemiş miydi öpücüğümü?
Sessizce yanına kıvrıldım. Maskeli yüzüne bakarak ellerimi yanağımın altına koydum. Şimdi nasıldı acaba? Yirmi iki yaşındaki Borahan Soylu çok yakışıklı ve çekiciydi. Pencere köşelerinde perdenin ucunda bakıp kaskının altında yüzünü görmeye çalışan Dilan’ın heyecanıyla elimi uzattım ve maskesinin üzerinde yanağını okşadım. Otuz dört yaşında daha yakışıklı ve çekici göründüğünden emindim. Bedeni daha iri sesi daha kalındı. O da benim gibi büyümüştü.
Beni görse tanır mıydı acaba?
En son yüzüm gözüm morken görmüştü. Tanınmayacak haldeydim. Çenem ile elmacık kemiğim kırılmış yüzüm sargılar içinde kalmıştı iki hafta. Sonra da görmedi zaten.
Elimi yanağından çekmedim. Gözlerimi ara ara kapatıp dinleniyordum ama her geçen saniye dayanmak zorlaşıyordu. Günlerdir üzerinde çalıştığım füze yüzünden uyumamıştım hiç. Şimdi uyumamam gereken yerde uyku esir almıştı. Teslim olmaktan başka ne yapabilirdim ki? Beklediğim adam yanı başımdaydı. Belki de on iki yıl sonra ilk kez huzurlu kabus görmediğim bir uyku çekecektim. Bile isteye teslim oldum. Beklediğim adamla gözlerimi kapattım.
Biri koluma dokundu. Hemen gözlerimi açıp başımdaki siyah gölgeye daha sonra yanına uzandığım Kararkurt’a baktım. Bu benimle başında bekleyen askerdi. Yavaşça doğruldum ve ilk iş olarak Karakurt’un ateşi var mı diye kontrol ettim. Şükürler olsun yoktu. Yarası da kanamıyordu. Derin bir nefes verip beni uyandıran adama baktım.
“What happened? He has no fever. There does not appear to be any other problem.” ‘Ne oldu? Ateşi yok. Başka bir sorun da görünmüyor.” dedim bilgi vererek.
“Yes I know. I checked. We are leaving. That's why I woke you up. We left you two bags and two guns. This will last you for about a week. When he comes to his senses, he will take you. From us to here.”
1Evet biliyorum. Kontrol ettim. Biz gidiyoruz. Bunun için seni uyandırdım. Size iki çanta ve iki silah bıraktık. Bu sizi bir hafta kadar idare eder. O kendine gelince seni götürecek. Bizden buraya kadar.” dedi bir deyişle bizim görevimiz burada bitti Kararkurt devraldı demek istemişti.
Soğuk kanlı bir şekilde başımı sallamak dikkat çekerdi ama bana Karakurt’u bırakmışlardı demek oluyordu ki onlar da benim artık kim olduğumdan emindiler. Bu yüzden daha fazla rol yapmadan başımı salladım.
“Ok. I will take good care of him.” ‘Tamam. Ona iyi bakacağım.’
Asker bir durdu ve daha sonra yavaşça yatan Karakut’a baktı. Gözlüğünü taktığı için ne hissettiğini anlayamadım ama bana minnetle başını salladığında aynı şekilde karşılık vererek uğurladım. Mağaradan çıkışını çektikleri battaniyenin arkasından izledim. Şafak bir iki saate kalmaz sökerdi ellerini çabuk tutmalılardı. Gidişlerini izledikten hemen sonra kalktım ve bizim için bıraktıkları çantaları ve iki tabancayı aldım. Karakurt sağken silaha gerek yoktu ama şuan baygın bir şekilde yatarken koruması bana aitti. Ben de ne kadar iyi bir dövüşçü olsam da onun kadar iri ve güçlü değildim.
Yanı başında bağdaş kurarak beklemeye başladım. Işığı oturmadan önce de kapatmıştım. Yeşil koyu ışık açık bıraktım. Onu da bir saate kapatırdım. Karakurt’ta zaten öğlen gibi gözlerini açardı. Kendini iyi hissederse morfin vermezdim ama kötü hissederse vermeye devam edecektim.
Güneş doğru saatler geçmeye başladı. Kolumdaki saate baktığımda on buçuğu geçtiğini görerek milyonuncu kez ateşini ölçmek için sırtına elimi bastırdım. Elimin altında kasılarak inledi.
Ah kendine geliyordu sonunda. Başımı yüzüne yaklaştırdım. Gözleri kapalıydı. Yıllar sonra gözlerini görecektim. Heyecan içinde kalbim atarken sırtını okşadım. Bir kere daha homurdanıp kıpırdandı.
“Hey hey! Don't move.” ‘Hareket etme.’ dedim sırtına iki elimi de bastırıp. “You are injured. You mustn't move.” Yaralısın. Kıpırdamamalısın.’
Ama beni dinlemeyerek ellerini yere bastırdı ve omzundaki yaraya rağmen doğrulmaya çalıştı. Kalbim tekledi panikle beline bastırdım.
“I'm telling you don't move! What don't you understand?” ‘Sana kıpırdama diyorum! Neyini anlamıyorsun sen?’
Homurdanarak duraksadı ama bu sefer de sırt üstü yatmaya çalıştı. Yarasına dikkat etmesi için uğraşırken kendine acımadan sonunda sırt üstü döndü. Acı içinde tısladığında başımı iki yana sallayıp uyandığında enjekte etmek için beklettiğim morfini aldım.
“Don't make me sleep!” ‘Beni sakın uyutma!’ diye dişlerinin arasında konuştuğunda çatık kaşlarımla dönüp baktım. Normal bir zamanda olsa laboratuvarda birine böyle baksam herkes kaçacak delik arardı. Ama hem benim gözlüklerim vardı hem de Karakurt daha gözlerini açmamıştı.
“If you don't listen to me, I'll put you to sleep!” ‘Ben dinlemezsen seni uyuturum.’ diye elimdeki morfinle bekledim.
Karakurt yüzünü buruşturarak sonunda gözlerini açmak için kirpiklerini kırpıştırdı. Kalbim bu ana dayanamayacakmış gibi hızla atmaya ve deli gibi göğsümü dövmeye başladığında elimdeki enjekte edeceğim morfini düşürdüm. On iki yıl sonra kömür karası gözlerine bakacaktım. Bir an da çiğerlerim bana verdiği kitapların kokusuyla dolup taştı.
Gür ve uzun kirpiklerini aralayıp gözleri gözlerimi bulduğunda gözlüklerin arkasında donup kaldım. O adam... Benim geride bıraktığım adam gibi bakmıyordu. Bakışları değişmişti. Daha tehlikeli ve ilkel bakıyordu. Tüylerim diken diken oldu yeni haliyle. Bakışında her geçen saniye daha derinlere inen ışıkla kalbim bir başka çarpmaya başladı. Gözleri dipsiz bir kuyu gibiydi artık. Baktıkça boğulacakmışım gibi hissettiriyordu.
“I will listen to you from now on.” ‘Bundan sonra seni dinleyeceğim.’ dedi kalın pürüzlü sesiyle irkilmemi sağladığında.