ÇARESİZLİK

1276 Kelimeler
Elini boynundan indirerek kadının önünde dizlerinin üzerine çöktü. Kafasını kaldırıp ona bir kez bakmaya tenezzül etmediğinde iç çekti ve yere oturdu. Bacaklarını kırarak bağdaş kurdu. Avuçlarını dizlerine yasladı. Boğazını temizledi ve söze girdi. “Bir hafta önce kardeşimde seninle aynı saldırıya maruz kaldı.” Sesi pürüzlü ve tereddütlü çıkmıştı ama aldırmadı. Şu an için güçlü değil, zayıf ve yardımına muhtaç görünmeye ihtiyacı vardı. Bunun için çabalamasına gerek kalmamıştı. Ruh hali nasılsa onu yansıtması yeterliydi. Hiç olmadığı kadar bu yabancıya muhtaçtı şimdi. Sözleri kadının dikkatini çekmiş olmalıydı ki kendine çektiği dizlerinin üzerinden ona baktı. Güçlü olduğunu bilmese ondan korktuğunu düşünebilirdi. Ancak henüz iyileşmeyen bedenini riske atmak istemediği için köşesine çekildiğini görebilecek kadar zekiydi. “Şehre geldiğimizde sadece kardeşim yaşananları hatırlıyordu. Seni getiren ailende sana ne olduğunu bilmiyordu. Sadece saldırıya uğrayan kardeşim ve sen, size bunu yapanın ne olduğunu biliyordunuz.” Başını kaldırarak öne arkaya salladığında bir elinin hala boynunda olduğunu gördü. Canını yakmış olmalıydı. “Kardeşim bana onu neyin kurtarabileceğini anlattığında ona inanmak istemedim. Ancak getirdiğim hiçbir şifacı ona yardım edemedi. Kalbinden başlayan çürüme bedenine yayılmaya ve onu ele geçirmeye başladı. Bu noktadan sonra ona inanmaktan başka şansım kalmamıştı. Aileni bu sebeple işe aldım. Kardeşimi kurtaracak olan şeyi getirmeleri için.” “O şey neydi?” dedi kadın, sözlerine devam etmek için nefes aldığı aralığı sorusuyla doldurmuştu. “Bilmiyor musun?” Prens şaşkındı. Kardeşi gibi olan biten her şeyi hatırladığını düşünmüştü. Başını iki yana sallayarak “Hayır” dedi kadın. Kaşları çatılmıştı. Neyi unuttuğunu hatırlamaya çalışıyor gibiydi. “Saldırıya uğradıktan sonra neler olduğunu hatırlamıyor musun?” “Elinin içimde olduğunu hatırlıyorum. Kalbimi sıkan ve okşayan parmaklarını...” Onu dikkatle inceleyen adamdan gözlerini kaçırdı ve tekrar kafasını dizlerine gömdü. Çağrıya uyduğu için duyduğu utanç, çektiği acıyı söndürecek kadar soğuktu. O bir yağmacıydı. İnsanlardan daha üstün olduğu için övünürken ve onları küçümserken aslında düşmanı karşısında ne kadar zayıf olduğunu anlamış, bu yüzden utanmıştı kendinden. “Kardeşim ona saldıran şeyi durduran birilerinden bahsetti. Ölmek üzereyken gelen bu insanlar, onu iyileştirmiş ve olaya şahit olan bizim anılarımızı silmiş.” Böyle bir şey mümkün müydü? Başını kaldırarak tekrar adama baktığında “Bende senin gibi imkansız olduğunu düşündüm ve kardeşime inanmadım” dedi. Sesinde ve mimiklerinde pişmanlık vardı. “Saldırıdan sonra bir kez kendime geldim” dedi Hüma. Eğer yaşadığı şeyi hatırlamıyor olsaydı adamın anlattıklarına gülüp geçebilirdi. Ancak onun için her şey çok netti ve ona göre olanları unutmak bir lütuftu. “Ne hatırlıyorsun?” “Kanatlı bir kadın ve bir sürü gak gak sesi” “Başka?” “Öleceğimi söylediğini hatırlıyorum” Prens ona sabırsızca bakmaya devam ettiğinde “Sonrası yok” dedi kaşlarını çatarak. Zaten birçok şey bölük pörçük ve silik haldeydi. Boynundaki elini indirdi ve kendine çektiği dizlerinin etrafına doladı. Bugün uyanana dek neler yaşadığını hatırlamıyordu çünkü bedeni çektiği acıya dayanamayarak kendini kapatmıştı. Sürüye denk gelmiş olmalılar diye düşündü prens. Kardeşinin anlattığından farklı olarak bu insanlar, onu kurtarmak yerine öleceğini söyleyerek bırakmışlardı. Arkalarında kanıt bırakmayı sevmediklerini görebiliyordu. Ancak hesaba katmadıkları veya bilmedikleri bir şey vardı ki avlananlar asla yaşadıklarını unutmuyorlardı. “Gelecekler!” dedi ani bir kavrayışla. Oturduğu yerden hızla kalktı ve uyuklayan muhafızını dürttü. “Kim gelecek?” diyerek çöktüğü yerden doğrulmaya çalıştı kadın. Henüz gücünü kazanamayan bedeni sarf ettiği eforla titriyordu. “Kuzgunlar!!!” Sesindeki endişe adeta tüm damarlarını ele geçirmişti. YYYYYYYY Hanın kapısını iterek içeriye girdiğinde güneş doğmak üzereydi. Prens Nhamo onu ve birkaç adamını yağmacıları kontrol etmesi için Slime ailesinin evine göndermişti. Buraların yabancısı olduğu için evi bulmakta biraz zorlanmıştı. Güçte olsa kadının tarif ettiği konağa vardığında çaldığı kapıyı açan olmamıştı. Hal böyle olunca çareyi bahçe duvarına tırmanmakta bulmuştu. Diğer tarafa geçtiğinde gördüğü manzara içler acısıydı. Konağa kim geldiyse tüm vahşetini burada bırakmış ve gitmişti. Yeşil çimenler kana doymuş ve keskin koku tüm sokağa yayılmıştı. Açıkçası bunu beklemiyordu. Prens onu zorla kaldırıp gönderdiğinde genç yağmacıyla yeni görüştüğünü ve gayet iyi durumda olduğunu söylemişti. Şimdi o güçlü adamın bedenine bir delik açılmış ve adam vahşice katledilmişti. Üstüne düşeni yapmıştı. Üç yağmacının da öldüğünü doğruladığında cesetlere dokunmadan hana geri döndü. Merdivenleri tereddüt dolu yavaş adımlarıyla çıktı. Kadın haberi duyduğunda kıyameti koparacaktı. Belki de tüm planları altüst olacaktı. Son bir nefes daha doldurdu çiğerlerine. Buna ihtiyacı olacaktı. Tırabzana tutunan elini çekerek loş koridora girdi. Kapıda dikilen adamların ortasında durarak kapıyı tıklattı ve bekledi. Prens girin dedi ama o olduğu yerde kalmayı sürdürdü. Onun dışarı çıkması daha iyi olacaktı. Bir dakika sonra kapıyı aralayarak başını uzatan prens, yüzünü gördüğünde her şeyi anlamış olmalı ki “Kahretsin!” diye fısıldadı. Ardından dışarıya süzülerek kapıyı arkasından yavaşça çekti. Parmakları saçlarının arasında dolandı. Kaşları bir süre çatılı kaldı. “Nasıl olmuş?” dedi gelecek cevabı bildiği halde. “Kalpleri gitmiş” diyerek gördüğü vahşeti gizlemeden ama örtülü bir şekilde dile getirdi. “Hepsi mi?” “Evet” “Lanet olsun!” Prens sırtını ona dönerek kapıyı açtığında arkasından odaya girmekte tereddüt etti. Bununla başa çıkabilirdi. Geride kaldı. Kapı açıldığı sessizlikle kapandı. Olduğu yerde dikilmeye devam ederek çıkacak olan gürültüye hazırladı kendini. Dün geceki gibi meraklı insanların buraya birikmesine engel olmalıydı. Hüma henüz sağlığına kavuşmamıştı ama endişeli olduğu için yatakta kalmak yerine koltukta oturmaya karar vermişti. Ailesinden gelecek olan haberin endişesiyle her yanı gerilmişti. Bedeni kazık yutmuşçasına dik duruyordu oturduğu yumuşak sedirde. Gözleri kapıya dikili beklerken haberlerin iyi olmadığını tahmin etti. Eğer iyi olsaydı onun yanında konuşurlardı. Ancak prens dışarıya çıkarak kapıyı arkasından kapamıştı. Yerinden kalkmak ve kapıya kulak vermek istiyor ama o gücü bacaklarında bulamıyordu. Yağmacılar hassas duyulara sahiplerdi. Gözleri normal bir insanda daha üstündü örneğin. Eğer odaklanabilirlerse göz kapakları kapalı olmasına rağmen duvarların arkasına dek görebilirlerdi. Aynı şekilde koku alma ve işitme duyuları da üstündü. Ancak şu an denemesine rağmen güçlerine ulaşamıyordu. Sanki normal bir insana dönüşmüşçesine boş hissediyordu bedenini. Adam boğazına yapışarak onu öldürmeye çalıştığında nefes alamamıştı. Oysa normalde nefes almaya ihtiyacı bile olmazdı. Neden bu haldeydi? Ona saldıran kuzgun güçlerine ne yapmıştı? Güçleri bir daha geri dönmezse nasıl hayatta kalacaktı? Kapı açıldığında endişeyle sıralanan soruları geri çekildi. Şimdi önemli olan tek şey adamın dudaklarından çıkacak kelimeleri yakalayabilmekti. Kapıyı kapatarak odaya girdiğinde gözlerini gözlerinden ayırmadan ona doğru geldi. Güneşin ışıkları pencereye değerek duvarlara uzanmaya başlamıştı. Güneşin ve duvarın arasına giren adamın üzerindeki siyah giysiler bir anlığına parladı. Sabahın sıcaklığını yararak aralarındaki mesafeyi kapattı. Karşısına dikildi. Başını yavaşça kaldırdı. Prensin gözlerine ulaşabilmek için sırtını koltuğa yaslaması gerekmişti. Siyaha çalan irisleri içeriği girdiği andan itibaren sabit ve manasızdı. Çözülmesi ve anlaşılması zor bir insandı. Eğer anlatmamış olsaydı kardeşi için ailesini suçladığını bilemezdi. Onun için değerli olan birini kaybetmişti. Bu yüzden öfkesini haklı buluyordu. Ancak onu neden burada tuttuğunu anlamıyordu. Kardeşini yeni kaybetmişken acısıyla baş başa kalmalıydı. Neden onun yanındaydı? Neden öfkesine rağmen ona yardım ediyordu? Hüma, adamın ondan ne beklediğini bilmiyor olsa da yaptıklarının karşılığını istediğini görebiliyordu. Sonuçta o bir prensti. Dünyanın en boş prensi dahi onun gibi biriyle ilgilenmezdi. Üstelik o bir yağmacıydı. İnsanlar onlardan korksa da ırklarını aşağılık yaratıklar olarak nitelemekten çekinmezlerdi. Sayıları azdı. Gün geçtikçe daha fazla kayıp veriyorlardı. Yerlerini dolduracak olan yeniler, doğmuyordu. Hem kısırlaşmışlar hem güçlerini gizleyerek insanlarla, onları aşağılayan ırkla birlikte olmaya başlamışlardı. Karma, güçlerini öldürmüştü. Ne yazık ki hiçbir melez yağmacı gücüyle doğmuyordu. “Ne düşünüyorsun?” diyen adamın sesiyle birlikte kırptı göz kapaklarını. Böyle önemli bir anda ne kadar da derinleşmişti düşünceleri. “Ailem nasıl?” “Üzgünüm” dedi adam aynı manasız bakışlarla. Dediğini algılayamadı. Bir süre gözlerinde takılı kaldı. Tam olarak ne için üzgündü? “Muhafızım geç kalmış” “Ne için?” Sesi neden bu kadar soğuktu? Eğer ailesine kötü bir şey olduysa... “Onlar öldürülmüş” diyene kadar algılayamadı. Belki de anlamak istemedi. Dayısı olsun, annesi olsun yaşayan en güçlü yağmacılardı onlar. Asırların bilgisine ve cesaretine sahiplerdi. Öyle kolayca öldürüldüklerini nasıl söylerdi? “Hayır!” dedi gözlerini kırpmadan. Yalan söylüyordu! “Size saldıran o şeyler, ailenin kalbini sökmüş!”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE