Alahan, Melek’in odasından çıktıktan sonra, önce kendi odasına geçip, bir duş aldı. Sonrasında giyinip hızla konağın avlusuna indi. Halletmesi gereken bir kaç işi vardı. Melek’in eşi ve oğlunun kaza yaptığını öğrenir öğrenmez soluğu Antalya’da almıştı. Uzakta durmuştu ama yaklaşmamıştı Melek’e. Tıpkı iki senedir yaptığı gibi. Avlunun kapısından dışarı çıkarken bir anlık başını geri çevirdi ve Melek’in odasının penceresine baktı. Dudakları hafifçe kıvrılırlar yeniden önüne dönüp arabanın yanına geldi. Şoförün kapıyı açmasıyla aracına bindi ve aynı yerine oturdu. Aklına onu ilk gördüğü zaman doldu birden.
Aslında sıradan bir iş seyahatinde, Antalya da bulunan otellerinin muhasebeciliğini yapan, arkadaşının yanına öylesine uğradığı bir günde görmüştü onu. Elinde bir tepsi ve iki bardak çayla, ofise girmiş, odadaki kimseyle göz temasında bulunmadan hatta konuşmadan, çayları sehpaya bırakıp, çıkmıştı odadan. O, hiç bakmamıştı ama Alahan, daha kapıdan girer girmez bakışları kadının yüzüne takılı kalmıştı. Çıkana kadar da yüzünden çekememişti bakışlarını. Çıktıktan sonra bile bir süre kapıya bakmış ancak arkadaşı konuşmaya başlayınca kendine gelmişti. Sohbete kendini verememişti o gün. Arkadaşının ofisinden çıkınca belki yine görürüm diye ağır ağır adımlamıştı şirketin içindeki yolları ama karşısına çıkmamıştı bir daha.
Mardin’e geri döndüğünde durum daha vahim bir hal almıştı. Durmadan onu düşünüyor, rüyalarında hayallerinde onu buluyordu. En sonunda arkadaşını arayıp laf arasında sordu. Adının Melek, olduğunu o zaman öğrenmişti. Melek, demişti içinden, tam da kendisine göre bir ismi varmış. Düşünceleriyle gülümseyen dudakları, arkadaşının Melek’in evli ve bir de çocuğu olduğunu söylediğinde silinivermişti. Telefonu kapattığında ise darmadağın bir haldeydi. Günlerce susmuş, başkasının kadınını hayal ettiği için kendisine kızmış, onu düşünmemeye çalışmış ama başarılı olamamıştı. Yasaklıydı Melek ona, fakat kalbi laftan anlamıyordu.
Zaten sinirli olan yapısı bu olaydan sonra iyice zıvanadan çıkmış, kaskatı bir hal almıştı. Yanında bulunan çalışanlar, korkuyla bakıyordu ona. En son kendini yine Antalya’ya giderken bulmuştu. Bir kere demişti içinden, bir kere daha göreyim bir daha görmeyeceğim. Arkadaşının şirketinin önüne geldiğinde, iş çıkış saatiydi. Melek çıkıncaya kadar bekledi. Ofis çalışanları çıktıktan tam bir saat sonra çıkıyordu şirketten. Melek, kapıdan göründüğü an bütün sinirinin geçtiğini fark etti. Arabasından indi ve Melek’in tam arkasından onunla birlikte yürüdü o gün. Geçtiği yerlerden geçti, bindiği otobüslere bindi. Evinin önüne kadar geldi onunla. Melek kapıyı çalıp da kapıdan bir adam çıkıp Melek’i öpünce bir rüyadan uyanır gibi kendine geldi. Gözleri dolarken geldiği yolları geri gitti.
Sonrasında ne kadar bu son kez desede, çoğu zaman Melek’in etrafında buldu kendini. O aşağılık adamın onu aldattığını da o sıralarda fark etti. Küçük bie araştırmadan sonra, kadının kim olduğunu da bulmuştu. Adamlarından birini takmıştı Salih’in peşine, her hareketini bildiriyordu. Kaç kere otellerde, restoranlarda hatta kendi evlerinde bile buluşmuşlardı. Nasıl o kadına bunu yapabilirsin? diye her zaman sormuştu kendi kendine. Çünkü bu evlilikte Melek’in nelerden vazgeçtiğini, nasıl çalıştığını, hamile haliyle bile sabah erkenden kalkıp, işe gittiğini her şeyi öğrenmişti. Bir kaç kere ifşa etmeyi bile düşünmüştü ama yapamamıştı. Canının yanmasını istememişti. Salih’in o kadını bırakmasını sağlaması o an daha mantıklı gelmişti lakin bunun için harekete geçemeden kaza olmuştu.
Araba ilerlerken, telefonuna gelen bildirim sesiyle, düşüncelerinden sıyrıldı. Şimdi buradaydı Melek. Yanındaydı. Onu üzen herkesten intikam alacaktı. Ve oğlunun acısını, onu sararak, yanında olarak, atlatmasını sağlayacaktı. Ceketinin iç cebinden telefonunu alıp baktı. Sağ kolu Hamza, avukatların toplandığını yazmıştı. Gözleri hafifçe kısıldı, yüz ifadesi kasıldı. Dişlerini sıktı. O adamın hesabını kesecekti yakında. Boşanmadan hemen sonra. Çünkü, Alahan Ertuşi’nin kitabında sevdiğine yapılanların mutlaka bir cezası vardı.
Holdingin önüne geldiklerinde araba durdu. Kapı açılır açılmaz Alahan beklemeden indi. Binaya girip asansöre yöneldi ve toplantı odasının bulunduğu kata çıktı. Kapıya geldiğinde hızlıca açıp içeri girdi. Şahsi dört tane avukatı ve Hamza masada oturmuş onu bekliyorlardı. Alahan’ın geldiğini görünce hemen ayağa kalktılar. Saygıyla ellerini önlerinde birleştirdiler. Alahan, masanın başına geçip koltuğuna oturdu. Ayakta bekleyenlere bir bakış attı. “Oturtabilirsiniz.” Komutu aldıkları anda sandalyelerine oturdular. “Bir an evvel bu boşanmanın olmasını istiyorum! Belgeleri hazırladınız mı?” Adı Samet olan avukat hemen, önündeki dosyayı Alahan’a doğru uzattı. “Hazır, Alahan bey. İstediğiniz gibi aldatma görüntüleri de bir bellekle dosyaya eklendi.” Alahan, dosyaya kısaca baktı. “Hiç bir aksilik istemiyorum. Tek celsede bitecek!” Daha yaşlı olan avukat Barış, hemen söze girdi. “Merak etmeyin, Alahan bey. Aldatma görüntüleri olduğu için ikinci bir celseye gerek olmaz.” Alahan, hafifçe başını salladı. “Melek, duruşmaya gelmeyecek.” Samet onaylayarak başını salladı. “Hakim gelmemesine bir şey söylemez. Ama, Alahan bey vekâlet almamız gerekiyor yine de.” Alahan, eline belleği alırken, dişlerini sıktı. Kendisi bakmaya kıyamazken, şerefsizin yaptıkları canını bir hayli sıkıyordu. “Tamam, yarın konağa gelir alırsınız. Çıkabilirsiniz şimdi.” Avukatlar evraklarını toparlayıp çıktılar.
Alahan, sağ kolu Hamza ile odada yalnız kalmıştı. “Hamza, boşanma işi biter bitmez, o insanların her şeyini istiyorum. Öncelik o şerefsiz. Güzel bir ders ver. Sonrada ellerinde ne varsa al.” Hamza saygıyla onayladı. “Emredersin ağabey.” Alahan, kısa bir an sessiz kaldı. Ardından konuşmaya başladı. “O şerefsizin yanında çalıştığı avukat. Biliyor muydu ilişkilerini?” Hamza sıkıntılı bir nefes aldı. “Biliyormuş ağabey. O herife ortaklık teklif etmesi de bu yüzdenmiş.” Alahan, ağırca yerinden kalktı. Ceketinin cebinden bir paket sigara çıkardı. Paketin içinden, bir dalı eline aldı ve dudaklarına götürdü. Hamza anında cebinden çakmağını çıkartıp Alahan’ın sigarasını yaktı. “İşinde iyi mi?” Hamza Alahan, görmese bile başını salladı. “İyi ağabey. Kodamanlar genel olarak müşterileri. Kazanmadığı dava yok, tabii rüşvet vererek kazandıkları da var.” Alahan, hafifçe güldü. “Peşinde adam olsun. Müşterilerinden tanıdığımız varsa kısaca uyar, çalışmasınlar. Verdiği rüşvetleri de araştırıp ispatını bul.” Hamza, hemen eline telefonunu alıp küçük bir ekip kurdu. Alahan’ın isteklerini bir bir yazdı. “Ağabey, çalıştığı bir mafya da var. Yağız Arcan. Bir kaç yeraltı toplantısında vardı.” Alahan, kısa bir an hafızasını yokladı. Hatırlayamadı. Hatırlamadığı içinde önemsiz biriydi demek ki. “Hatırlamıyorum.” Hamza hemen konuşmaya başladı. “Büyük masada değil ağabey. Ama güçlü. Her türlü pis işi yapan biri. Kadın ticareti, uyuşturucu, silah kaçakçılığı tüm pislik var.” Alahan’ın yüzü gerilirken dişlerini sıktı. Nefret ediyordu böyle işler yapanlardan. “Önemli değil. Avukatı araştırırken onun da davalarına bir bak. Bulabildiğin her şeyi bul. Gerekirse tamamen bitiririz.” Hamza onaylayarak harekete geçmek için odadan çıktı.
Biten sigarasını küllüğe basarak söndüren Alahan, gözlerini yeniden pencereden dışarıya çevirdi. Kendi bölgelerini korumak için oturmuştu o masaya. Bu işleri yapan insanlarla aynı yerde durmak bile midesini bulandırıyordu. Ama, kendini göstermezsen de, üzerine gelinen bir dünyaydı. Acımasız olmasıyla bilinirdi o masada. Bölgesine girmeye çalışan, onunla sürekli rekabet halinde olan ve büyük masada yer alan bir mafyayı tek gecede yok etmişti. Diğerleri buna sesini çıkartmamıştı, çünkü kimse kimsenin bölgesine giremezdi! Çoğu liderden farklı olarak yaptığı hiç bir kanunsuz işi yoktu. Bir kaç kere teklif edilmiş, her seferinde reddetmişti. Kurallar gereği kimse kimsenin işine karışmıyordu ama sevdiği uğruna karşısına çıkan herkesi de ezerdi. Büyük masada olmayan birini ezmek ise, çok daha kolaydı.