YAZAR ANLATIMIYLA
Alahan, odaya girdiğinde, derin bir nefes aldı önce. Bir saate yakın konuşmuşlardı Melek ve Zahir. Meraktan tabiri caizse çatlamıştı. Melek, odadan çıkarken oldukça solgun görünüyordu. Bu da Alahan’ın sinirlerini germişti, üzülmüştü yine belliydi. Zahir koltuğuna geçerken, Alahan da az önce Melek’in kalktığı koltuğa oturdu. Zahir, önünde bulunan kağıda bakıyordu. Bir kaç saniye bekleyip, boğazını temizledi. Alahan’ın bakışları direkt ona döndü. “Alahan, kadın mahvolmuş. Sen dün akşam arayıp biraz bahsedince normal bir depresyon sanmıştım ama değil. İçinde binlerce düşünce var ve en önemlisi de yaşayacağı hiç bir iyi şeyi kendine hak görmüyor. Ne yaşatmışlar bu kadına?” Zahir’in konuşması bitince Alahan başını salladı. Biliyordu. “Biliyorum. Hak etmediğine inanıyor. Aldatıldı, hor görüldü, aşağılandı..” Sinirleri iyice gerilirken, sustu Alahan. Kısa bir sessizlik oldu. “Neler yaşadığını ondan dinleyeceğim ama sen bana, bir kaç şey anlat yine de Alahan.” Alahan, sinirle dişlerini sıktı. Konuşması anında sertleşmişti.
“Yetimhanede büyümüş. Yanlış kişiler girmiş hayatına hep. Kocası olacak piç de aynı şekilde. Kendi okulundan hayallerinden vazgeçmiş sıcak bir yuva için. Ama şerefsizin ailesi kabul etmemiş. Hor görmüşler. Hamile haliyle bile işe gidiyormuş biliyor musun? Karnı burnunda. Çocuğu olduktan sonra o piçin ailesi biraz daha yakın olmuşlar ama Melek’e aynı şekilde davranmaya devam etmişler. Sanki yetim olması onun suçuymuş gibi. Sonrada o şerefsiz aldatmaya başladı. Eli öpülecek kadını aldattı. Evine bile getiriyordu sevgilisini. Herkes de biliyordu, Melek hariç. Ardından da kaza oldu zaten. O şerefsiz kurtulurken, Melek’in oğlu öldü. İntihar edecekti, tam uçurumun kenarındaydı. Hikmet, haber verince nasıl arabaya bindim nasıl oraya gittim bilmiyorum? Bir şekilde ikna edip buraya getirdim işte.”
Zahir, hüzünle dinledi Alahan’ı. Yer yer kaşları çatılmış, bazen de üzülmüştü. Alahan’ı dinlerken fark ettiği bir diğer şey ise, Melek’ten bahsederken yumuşayan, titreyen sesinin, Melek’in eşi ve ailesinden bahsederken sertleşmesiydi. “Bu kadın, Melek. Senin gelip bana anlattığın kadın, değil mi?” Alahan’ın dudaklarında bir gülümseme belirdi. İki yıl içerisinde bir çok kez gelip anlatmıştı kendini Zahir’e. İsmini söylememişti sevdiğinin ama Zahir, Melek’i görünce anlamıştı o olduğunu. “O; sevdiğim, sevdalım, hayatım. Hepsi.” Yıllardır ettiği duanın karşılığını almış biri gibi samimi ve içten konuşmuştu. Zahir, arkadaşı adına mutlu oldu. “Yaralı, Alahan. Çok yaralı. Ama sen saracaksın yaralarını.” Alahan’ın yüzündeki samimi gülümseme buruk bir hal aldı. İzin verirse elbetteki sarardı. İzin vermese de deneyecekti ya. “İzin verecek mi emin değilim. Vermese de bırakmam hep yanında olurum.” Zahir’in aklı az önce Melek ile yaptığı konuşmaya gitti bir an. Bir anı yaratmasını istedikten sonra, Melek olmaması gereken birinin de hayaline girdiğini söylemişti. Emindi ki bu Alahan’dı. “İzin verecek, merak etme! Ama sabırlı olman gerekiyor. Ben elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışacağım. Ha, deyince koşarak gelecek bir kadın olmadığı belli.” Alahan’ın hafifçe kaşları çatıldı. Melek’i iki dakikada gözlemleyip doğru tahminlerde bulunuyordu arkadaşı, psikolog olduğu için işi buydu ama yine de biraz kıskanmıştı. Aslında çok kıskanıyordu, Melek’i. Zahir’e döndü. “Sen yine de çok samimi olma, Melek’le. Hem etik de değil.” Zahir önce şaşkınca baktı Alahan’a. Ardından bir kahkaha attı. “Alahan, saçmalama dostum. Bir psikolog olarak gördüğümü söyledim sadece. Çok kıskançsın. Bunun Melek’i ürkütmesine izin verme. Aşırı tepkilerden kaçın.” Zahir’in konuşmasıyla, bir kaç saat önce mağazada elbise alırlarken yaşanan olay geldi, Alahan’ın aklına. Dudaklarını hafifçe ısırıp başını eğdi. Zahir’de arkadaşına baktığında, kıskançlık konusunda bir şeyler yaşadıklarını anladı. “Ne oldu? Bir şey olmuş belli bu konuda.” Alahan’ın yüzüne hem yakalanmış olmanın verdiği mahcubiyet hem de aklına gelen olayın siniri aynı anda yerleşti. “Mağazada elbise alırken, bir tane denedi ben rica etmiştim. Normal bir elbise gibi gelmişti bana ama açıktı biraz. Sonra bir baktım mağazadaki müşteriler, çalışanlar falan hepsi bakıyor, Melek’e. Yakışmamış, çıkar dedim.” Zahir, Alahan’ın dediklerinde sonra başını iki yanına sallayıp güldü. “Ah be Alahan. Bir kadına öyle denir mi?” Alahan, sıkıntıyla iç geçirdi. Kıskanmıştı ama ne yapsın? “Kıskanıyorum. Çok kıskanıyorum. O herifle gördüğümde bile kıskançlıktan kuduruyordum.” Zahir, bir nefes aldı önce. “Bak Alahan, kıskanma diyemem sana, seven insan kıskanır ama dediğim gibi, fazla abartılı bir tepki vermeden yapmalısın bunu.” Alahan, tamam anlamında başını salladı. Nasıl olacak da az kıskanacaktı ki? “Neyse bir program oluştur sen bize, Zahir. O günlerde getiririm ben, Melek’i. Daha fazla beklemesin.”
Zahir, bir kâğıt, uzattı Alahan’a. “Al bakalım. Yazdığım saatlerde getirebilirsin. Eğer istemezse, zorlama lütfen. Bir sonraki seansa gelirsiniz.” Alahan, başını salladı ağırca. Ardından yerinden kalktı. Zahir’de onunla birlikte kalkarak, beraber kapıdan çıktılar. Melek, oturmuş onları bekliyordu. Odadan çıktıkları zaman, Melek de yerinden kalktı.
“Hadi Melek, gidelim.” Melek Alahan’a doğru adımladı. Zahir’e başıyla bir selam verdi kısaca. Zahir’de dostça gülümsedi. İki arkadaş birbirlerine sarıldılar. Alahan, elini Melek’e doğru uzattı. Melek, bir an tereddütte kalsa da elini tuttu. Alahan’ın dudaklarına tatmin olmuş bir gülümseme yerleşirken, Zahir bunu farketmişti. İkisininde mutlu olacaklarını görebiliyordu ama biraz daha yol vardı önlerinde, sabırlı olmaları gereken.
Binadan çıkarlarken, Melek’in bakışları ellerine kayıyordu hep. Sıkıca tutmuştu yine, Alahan. Elinin sıcaklığı, güven veriyordu. Melek’in aklına kurduğu anı geldi. Yandan Alahan’a baktı. Önce öpmüş sonra çenesini omzuna dayamıştı. İlk defa ciddi manada baktı yüzüne adamın. Yakışıklıydı. Sakalları yakışıyordu. Sert duran yüzü ise bambaşka bir karizmatiklik katıyordu. Yavaşça bakışları yüzünden bedenine doğru indi. Kendi boyuna göre oldukça uzun boyluydu. Kalıplıydı, güçlü kuvvetli olduğu ilk bakışta belli oluyordu. Yanakları kızardı. “Gördüklerini beğendin mi?” Melek, Alahan’ın sesiyle ne yapacağını şaşırdı. Yüzünü yere doğru eğdi. “A-Anlamadım.” Alahan, kısık sesle güldü. Melek onun güldüğünü duyunca hızla başını kaldırdı. Melek’in gözlerine baktı. “Beni inceliyordun. Beğendin mi?” Melek’in yanakları utançtan kızarırken, bakışlarını kaçırdı. “Y-yok öyle bir, bir şey.” Alahan, Melek’in utanmasından dolayı memnunca baktı. Daha fazla üzerine gitmeyecekti.
Arabanın yanına geldiklerinde, Hamza’nın kapıyı açmasıyla ellerini birbirlerinden ayırmadan, önce Melek ardından Alahan bindi. Yan yana oturuyorlardı. Kapının kapanmasıyla Melek biraz daha heyecanlandığını hissetti. Bakışları önce arabanın içinde dolandı, sonra camdan dışarıya çevirdi. Yanında oturan adama bakabileceğini sanmıyordu. Alahan ise sadece Melek’e bakıyordu. Yüzünün her bir detayını belki de bininci kez aklına kazıyordu.
Saat, öğleden sonraya yaklaşmıştı. “Yemek yiyelim mi, dışarıda bir yerlerde?” Melek, Alahan’ın sesiyle bakışlarını camdan çekti ama, Alahan’a bakmadı. Elbisesinin eteklerine bakıyordu. Kısa bir an düşündü. Biraz daha yalnız kalamazdı bu adamla. Hem utanıyor hem de kalbi değişik değişik atıyordu her konuşmasında. “Başka zaman yesek olur mu? Biraz yoruldum.” Aslında yalan değildi. Yorulmuştu. Alışverişten çok Zahir ile yaptığı konuşma yormuştu onu. Alahan anlayışla başını salladı. “Tamam sen nasıl istersen. Ama başka zaman dışarıda yemek yeme sözümü aldım.” Melek dudaklarını birbirine bastırıp gülümsemesini durdurdu. “Tamam.” Kısık bir sesle neredeyse kendi bile duyamayacak bir şekilde söylemişti ama Alahan duymuştu. Yüzünde memnun bir gülümsemeyle Melek’i izlemeye devam etti.
Konağa geldiklerinde arabadan yine el ele indiler. Avluya girdikleri zaman, Melek elini çekmek istedi ama Alahan bırakmadı. “Sana bir şey göstermek istiyorum. Benimle gelir misin?” Melek, şaşkınca baktı bir yanı da merak doluydu. Alahan gözlerinin içine içine bakıyordu. Konuşmak yerine başını salladı. El ele merdivenlere doğru yürümeye başladılar. İkinci kata geldiklerinde Alahan, koridor boyunca ilerledi ve bir odanın önünde durdu. Kapı koluna uzanıp yavaşça açtı. Melek’in elini sımsıkı tutmaya devam ederken, odaya girdiler.
Melek, odayı incelerken gözleri şaşkınlıkla açıldı. Oğlu, Murat’ın bütün oyuncakları kıyafetleri hatta beşiği bile buradaydı. Alahan’ın elini bırakarak oyuncakların yanına adımladı. Hepsine teker teker dokundu. Ağlıyor, elleri titriyordu. Getireceğini söylemişti Alahan oğlunun eşyalarını ve getirmişti. Oğlunun beşiğine gitti, içindeki battaniyeyi eline aldı. Göğsüne sıkı sardı kollarıyla. Battaniyeyi geri bırakıp, oğlunun minik kıyafetlerinine ilerledi bu sefer. Eline aldığı kazağı kokladı. Gözyaşları daha çok akmaya başlarken kısık kısık hıçkırmaya başladı.
“Biliyor musun? Oğlum öldükten sonra onun kıyafetlerine sarılıp uyuyordum. Kokusunu alarak. Sanki yanındaymış gibiydi. Bir gün, bir gün uyanınca kıyafetlerinde kokusunun kalmadığını gördüm. Sağa sola döndüm ağladım. Sonra, sonra aklıma bir fikir geldi. Oğlumun deterjanıyla kıyafetlerini yıkadım. Kokusu gelir diye. Ama, ama tamamen gitti bu sefer, koku falan kalmadı. Bende, bende banyoya gittim oğlumun şampuanı ile saçlarımı yıkadım. Olmadı kokmadı onun kokusu gibi. Kendisini kaybettiğim gibi kokusunu da kaybettim oğlumun. Ben, ben ne köyü bir anneyim.”
Alahan, hızla Melek’in yanına geldi. Hala oğlunun kazağını göğsünde tutuyordu. Alahan, sarıldı. Sımsıkı sarıldı. Saçlarını öptü. “Hayır, Melek. Sen çok iyi annesin. Kendine haksızlık yapma.” Melek, hıçkırıklarına devam etti. Kendini durduramıyordu. Alahan da onunla birlikte ağladı, o gün, o odada.