BÖLÜM 5

2694 Kelimeler
2 AY SONRA   Zaman geçer, zamanla geçer derler ya hani; zaman geçiyor evet haklılar ama zamanla geçen hiçbir şey olmuyor. İnsan sadece alışıyor bazı şeylere ve yaşamını alışarak sürdürüyor. Ama asla geçmiyor kalpteki yara. Yaşadığımız o geceden sonra Ali’yi bir daha hiç görmedim. Ben sormadan söyledikleri kadarıyla Amerika’ya geri dönmüştü. Arkadaşlarını, hatta ailesini bile arayıp sormamıştı bunca zaman. Arada Şahika hanımı ziyarete gittiğimde, Ali’den hiç bahsetmiyordu. Sanırım beni üzmemek için böyle yapıyordu ama kendi üzülüyordu, her halinden belliydi. Ali’ye, bu yaşlı kadını hasta olduğunu bile bile aramadığı için çok kızıyordum. O gece sarhoş olduktan sonra ondan gitmesini istemiştim, o da gitmişti. Bırakmıştı savaşmayı benim için. Çünkü biliyordu sonunda kaybedeceğini. Ama ben ona ülkeyi terk etmesini söylememiştim. Sadece benden uzak olmasını kastetmiştim, çünkü onu gördükçe içimde yanan ateş çoğalıp kalbimi kavuruyordu.   Ablamın düğün zamanı nihayet gelmişti. Sonunda evleniyordu ve gidecekti evimizden. Evde korkunç bir düğün telâşı vardı. Düğün için Kayseri’den bir sürü akrabamız gelmişti. O kadar kalabalıktı ki bizim ev dolup taşınca Çınar da bir kısım misafirimizi evinde ağırlıyordu. Daha doğrusu anahtarı bize bırakıp ailesinin yanına gitmişti. Misafirlerin bir kısmı bizim evde, bir kısmı Çınar’ın evinde, bazıları da yakındaki otelde kalıyorlardı. Gülçin ve ben Efsunlarda kalıyorduk, çünkü bize evde yer kalmamıştı. Zaten ikimiz de okula gittiğimiz için böylesi daha iyi oluyordu. Efsun’un annesi de çok ısrar etmişti onlarda kalmamız için. Her sabah Efsunlardan okullara, okullardan bizim eve ve gece yarısı da yine Efsunlara doğru bir üçgen çizmiştik. Düğün hafta sonu olmasına rağmen bu insanların neden erkenden geldiklerini sorup söylenince babaannem hemen beni susturdu. “Sen ne zaman bizim misafirden yakındığımızı gördün? Misafir baş tacımızdır, böyle gördük böyle gidecek. Bir daha duymayayım kızım. İstanbullu oldun diye bunları unutursan kalbini kırarım. Bizim mutlu günümüzde yanımızda olan insanlara hürmette kusur etmeyeceksin” deyip fırçasını atmıştı. Haklıydı bir bakıma, ama burası Kayseri değildi işte, zor oluyordu böyle günlerce insanları ağırlamak. Neyse ki bu hengâmeden Efsun ve annesi sayesinde kurtulmuştuk. Efsun’un annesi de ablamın her şeyine koşturuyordu. Kadıncağız hastaneden geri kalan zamanlarını bizim evde geçiriyordu. Babaannem Efsun’un annesini çok sevmişti. Mutfakta onu kenara çekip uzun uzun teşekkür etmişti hatta. Bize annelik ettiğini, gözünün arkada kalmadığını anlatmıştı. Doğru söylüyordu, Selma teyze elini üzerimizden hiç eksik etmiyordu. Düğünden bir gece önce evde kına gecesi vardı, Cuma akşamı. Aslında bizim adetlere göre kına gecesi diye bir şey yoktu ama Ferhat’ın annesi ısrar etmişti. Bu yüzden Efsun, Gülçin ve ben gidip kına malzemeleri aldık. Alp de bizimle gelip yardım etti. Zaten Gülçin yorulmasın diye sürekli etrafında dolanıp duruyordu. Bazen onların bu kadar iyi olması, sürekli mutlu olmaları canımı acıtıyordu ama sonra kardeşimin mutluluğuyla mutlu olmam gerektiğini kendime hatırlatıp bunu yapmayı bırakıyordum. Ablama bindallı denen o kına kıyafetinden almadık diye Ferhat’ın annesi bizi neredeyse gözleriyle dövdü. Ama neyse ki babaannem olaya müdahale edip son noktayı koydu. “Kına mına işleri de nereden çıktı bilmem. Çerkes kızı kına gecesi mi yaparmış? Allah’tan o elbiselerden giymedin de biraz uydun örfüne âdetine” deyip göz ucuyla da Ferhat’ın annesine bakmıştı. Onun bize bakışını ve bindallı almamamızdan rahatsız olduğunu anlamıştı muhakkak. Ondan ne kaçabilirdi ki zaten. Babaannemin ablama söylediği bu sözden sonra kayınvalidenin de pek bir şey söyleme ihtimali kalmamış oldu. Ama Gülçin onu köşeye çekip özür diledi ve ben bunu görüp çok sinirlendim. O da gelini olacağı için müstakbel kayınvalidesine kendini sevdirme çabasındaydı. Ama yanlıştı yaptığı. Gülçin’in konuşması bitip mutfaktan çıkınca onu tutup banyoya sürükledim. Benim odam da istila edildiği için orada konuşmak mümkün değildi. “Ne oldu Sinemis, ne çekiştiriyorsun beni?” “Niye özür diliyorsun o kadından?” “Ya özür dilemedim. Alındı babaannenin sözlerine de biraz gönlünü aldım sadece” “Sana mı kaldı onun gönlünü almak? Niye yaranmaya çalışıyorsun sürekli o kadına? Salak salak işler yapma Gülçin. Daha dereyi görmeden de paçaları sıvama” “Bir şeyi sıvadığım yok. Sen niye bu kadar kızıyorsun anlamadım?” “Kızım, sana bakıyorum günlerdir, o kadını ne zaman görsen dibinde bitiyorsun. Ne istese etrafında fırıldak gibi dönüp anında yapıyorsun. Biraz ağır ol ya!” “Etrafında falan döndüğüm yok abartma” “Bana bak, oğluyla görüşüyorsun diye yalakalık yapıp durma şuna. Gıcık oluyorum zaten! Ağırdan sat kendini biraz. Sonra sen üzülürsün” “Öf Sinemis! Sen ne kadar dırdırcı biri oldun ya” “Dırdırcı falan olmadım ben. Gerçekleri duymaktan hoşlanmıyorsun sadece. Bak vallahi çok fena yaparım seni, biraz kıçının üstüne otur, bırak cici gelin işlerini” “Şu konuşmaya bak ya, mahalle karısı gibisin” “Kafanı kırınca mahalle karısı mıyım, neyim göreceksin sen. Dediğimi yap bak karışmam sonra” “Sen de Ali’nin babaannesine böyle yapıyordun” deyince “Gülçin!” diye gürledim birden. İçeridekiler eminim ki duymuşlardı, o yüzden sesimi biraz düşürüp devam ettim konuşmaya. “Bir daha bana Ali’den bahsedersen gerçekten iyi şeyler olmaz. Ben Ali’nin babaannesine hayranım, onu çok seviyorum ama Ali’den dolayı değil. Ayrıca ben Ali’nin annesiyle babasının karşısına dikilip yaptıkları hataları da yüzlerine saydım. Yani onun annesine babasına yaranmak gibi bir çabam hiç olmadı. Sen kendine gelsen iyi olur, çok batıyorsun gözüme haberin olsun! Alp’le evlenmeye karar verdiğinde giyersin bindallını, mutlu edersin kayınvalideni. Ama daha ortada fol yok yumurta yok, kendini sevdirmeye çalışma sürekli. Anladın mı beni?” dediğimde “Aman tamam ya!” dedi ve banyodan çıktı. Oldum olası böyle kendini sevdirmeye çalışan insanlardan hoşlanmamıştım. Gülçin de böyle biri değildi ama demek ki insanların ne zaman hangi konuda ne yapacakları anlaşılamıyordu. Benim uyarılarımdan sonra Gülçin biraz daha dikkatli davranıyordu ama iş işten geçmiş, babasının bile dikkatini çekmişti onun bu halleri. Sevim teyze Turgut amcanın ona sorduğu soruların cevaplarını almak için beni balkona çektiğinde anlamıştım bunu da. “Sinemis, bak sana bir şey soracağım ama bana doğru cevap vereceksin” “Ben size ne zaman yalan söyledim Sevim teyze” diye çıkışınca “Yalan söylemezsin ama işine gelmezse cevap da vermezsin kızım. Şimdi, bana söyle bakalım bizim kız ablanın kayınvalidesinin etrafında niye dönüp duruyor bu kadar?” Buyur buradan yak! “Bilmiyorum Sevim teyze” “Sinemis!” diye gözlerini açınca korktum. “Sevim teyze Gülçin’e sorsana bunu sen” “Kızım, yüz göz olmak istemiyorum onunla. Turgut da anlamış bir şeyler, beni sıkıştırıyor. Alp’le aralarında bir şeyler dönüyor belli. Korkma söyle bana, kesecek değiliz kızımızı. Bilelim yeter. Sonuçta düzgün bir ailesi var, kadın biraz fazla pimpirikli ama olsun, namuslu insanlar.” “Sevim teyze ya, niye hep bana soruyorsunuz her şeyi siz” “Turgut amcan soruyor” deyince ben de “Turgut amcamla konuşurum o zaman ben de” deyip balkondan kaçtım. Belki fırsat bulamadan Kayseri’ye dönerler de kurtulurum diye düşünmüştüm. Kına gecesinde göstermelik bir kına merasimi yaparak biraz sıkıntılı da olsa geceyi bitirdik. Kayınvalidenin ablamın eline altın koyma iştahı beni fazlasıyla şaşırtsa da üzerinde durmadım. Zengin insanlardı ama bu kadın sanki zenginliğini insanların gözüne sokmaya çalışıyor gibiydi. Kına yakılsın, hediyesini versin diye kendini paralamıştı. Ama ablam altın avcuna konduktan sonra hemen gidip elini yıkadı. Tabii ben de ona yardım ettim. “Senin bu kadınla işin var abla” dedim gülerek “Görsen sosyete dersin ama kadın ısrar etti de etti. Görgüsüz diyeceğim dilim varmıyor” diye yakındı ablam da. Kayınvalide çilesi daha evlenmeden başlamıştı. İlk tanıştığımızda böyle değildi aslında ama Gülçin’in durumu gibi, şartlara göre değişiyordu insanlar demek ki. “Gösteriş meraklısı diyelim o daha nazik olur” “Neyse, Allah’tan tutmadı kına da amacına ulaşamadı” “Ulaştı şekerim” dedim yine gülerek. “O altını ne yaptı ne etti koydu avucuna” “Kocaman da altın almış ya, şuna bak. Hadi koy yerine de sar şu bağı yeniden. Anlamasın yıkadığımı” deyip elini bana uzattı ablam. Ben de eskisi gibi altını avucuna koyup bağladım. İçeri geçtiğimizde kadınların bazıları ellerine kına yakmakla meşguldü. “Sinemis kızım, sen de kına yaksana” diyen kayınvalideye babaannemin bakışı muhteşemdi. Resmini çeksem yılın fotoğrafı olurdu. Konusu öfke olan bir fotoğraf olarak açık ara birinci olabilirdi. “Ben sevmiyorum, teşekkür ederim” diye cevap verdiğimde yüzü ekşidi ama zorla da olsa güldü bana. Ablamla uğraşması yetmiyor gibi bana da yetişiyordu. Kına bitip erkek tarafından herkes gittikten sonra Çınar’ın evinde kalan misafirlerimizi de oraya gönderdik ve nihayet baş başa kalabildik. Ben mutfağı toparlayan Beril’e yardım ederken Turgut amca geldi. “Sinemis, az gelir misin kızım?” deyince balkondan kaçışımı hatırladım. Planlarım tutmamıştı ne yazık ki. Turgut amcanın peşine takılıp onların kaldığı misafir odasına gittim. “Efendim amcam” deyince oturmamı işaret etti, ben de oturdum. “Şimdi seninle bazı şeyleri konuşacağız. Birbirimize de açık olacağız tamam mı?” “Tamam, her zamanki gibi amcam” “Bizim kızın, damadın kardeşiyle arasında bir şey var değil mi?” dediğinde sustum. İki arada kalmıştım. “Hayır” desem Turgut amcaya yalan söyleyecektim, “Evet” desem Gülçin’i ispiyonlamış olacaktım. Ben susmayı seçtim ama Turgut amca yakamı bırakmıyordu. “Kızım, saklama benden. Belli zaten her şey, senin söylemene de gerek yok. Merak etme ben karşı değilim. Gülçin kocaman kız oldu. Bugüne kadar da bizi hiç üzmedi, aklı başındaydı her zaman. Zaten Alp’e bakınca da kötü bir çocuk olmadığını görüyorum” “Amcam, madem siz her şeyin cevabını biliyorsunuz, beni niye çağırdınız” “Benim seninle konuşmak istediğim iki konu var. Biri Gülçin’le ilgili, öteki seninle” “Dinliyorum” “Gülçin’e bakıyorum, damadın annesiyle babasının etrafında dönüp duruyor. Biz Çerkes kökenli değiliz ama onlarla beraber yaşıyoruz. Benim çocuklarım da o kültürün içinde büyüdü. O yüzden örf âdetlerini de benimsediler. Ama Gülçin’in bu davranışlarından hiç memnun değilim. Niye böyle davranıyor bilmiyorum kızım, ama hiç hoşuma gitmediğini biliyorum. Senden onunla konuşmanı istiyorum. Ona söyle, böyle davranmaktan vazgeçsin. Kendine yakışmayan şeyler yapıyor, sürekli kadının etrafında dolanıyor. Çok rahatsızım Sinemis. Ben bugüne kadar çocuklarıma hiçbir zaman ne el kaldırdım ne kötü söz söyledim. Ama Gülçin böyle yapmaya devam ederse onu okul falan dinlemeden Kayseri’ye geri götürürüm” “Ben onunla konuştum zaten amcam. Merak etmeyin artık dikkat ediyor” “Hiç yakıştıramadım benim kızıma. Beni yüz göz etme ama sen söyle bunları. Ayağını denk alsın. Onu sevsinler diye çırpınıp durmasına gerek yok, tanırlarsa zaten severler. Sevmezlerse de kendileri bilirler. Ama biraz çeki düzen versin kendine” “Merak etmeyin siz amcam, ben onunla konuşacağım yine” “Tamam, sağ ol kızım. Şimdi gelelim ikinci konuya. Ablan evleniyor, artık bu evi tek başına idare edeceksin. Gülçin de var ama asıl yönetim sende olacak” “Evet, artık bir başımızayız” “Öyle deme, biz varız. Hep de olacağız. Aman desen yanındayım biliyorsun” “Biliyorum amcam, Allah eksikliğinizi göstermesin” “Sağ ol yavrum senin de. Önünde bir sınav var, nereyi kazanacağın belli değil şimdilik. Ama İstanbul olmazsa…” derken araya girdim. “İstanbul dışını yazmayacağım amcam. Gerekirse özel okula giderim ama başka şehirde okumam. Ablamdan, Gülçin’den ayrı duramam. Tek başıma hiç kalamam” “Ben de onu diyecektim. İstanbul dışına çıkmaman daha iyi kızım. Ben de gerekirse özel üniversiteye kayıt yaptıralım ama başka şehre gitme diyecektim. Ama gerek yokmuş, benim kızım zaten en doğrusu neyse onu yapar” deyip alnımdan öptü ve konuşmaya devam etti. “Bak güzel kızım, artık Gülçin’le ikiniz olacaksınız. Birbirinize destek olun demeye gerek görmüyorum, zaten olacaksınızdır. Birbirinizi kollayın, her zaman sırtınızı birbirinize dayayıp öyle devam edin yolunuza. Benim sizden, özellikle de senden yana asla kuşkum yok. Çok zor günler geçirip üstesinden gelen, güçlü bir kızsın sen. Hiçbir zaman bu gücünü kaybetme. Sakın korkma, korkularının içinde kaybolma olur mu?” “Merak etmeyin amcam. Beni babam da sen de öyle güzel yetiştirdiniz ki, kaybolsam bile yolumu bulurum bir şekilde” “Canım yavrum benim” deyip bana sarılınca gözlerim doldu ve yaşlar aktı. İyi ki vardı Turgut amcam. Onun varlığı bana öyle bir güç veriyordu ki, ne olursa olsun, ne kadar düşersem düşeyim toparlanabiliyordum. Biliyordum hep elimden tutacağını. Benimle konuşup böyle öğütler vermesi bile öyle değerliydi ki. Konuşmamız bitince Turgut amca salona geçti, ben de mutfaktaki kızların yanına. Ablam da oradaydı. “Ne kaynatıyorsunuz bu kadar zamandır içeride” diye soran ablama sarılıp “Kıskandın mı sen?” dedim gülerek “Yok, Turgut amcayla seni kıskanmayı bırakalı uzun zaman oldu. Sizin aranızdaki bağa sadece imreniyorum” “Merak etme, sadece baba tavsiyeleri verdi. Babamın yokluğunu hissettirmemek için uğraşır her zaman biliyorsun” “Bilmez miyim” dedi ablam gözümün içine bakarak. Aslında ikimizin de dillendiremediği şey buydu, annemle babamın yokluğu. Ablam ne kadar mutlu olursa olsun, gözlerinde bir gölge vardı. O da gelin olurken babamın duasıyla çıkmak isterdi bu evden. Annem etrafta telaşla koştursun, ona bakıp bakıp gözleri dolsun isterdi. Ama ne yazık ki hayat buna izin vermemişti… “Artık gidelim mi?” diye soran Efsun’a “Ben bu gece gelmeyeceğim. Siz kızlarla gidin” dedim. “Ben ablamla son gecemi beraber geçirmek istiyorum” “Son gece deme öyle, sanki görüşmeyeceğiz bir daha” “Bekâr bir abla olarak son gecen olduğu için öyle dedim. Yoksa benden kurtuluşun tabii ki yok” deyince sarıldı ablam bana. Kızlar toparlanıp çıktılar, herkes odasına çekilip yattı ve biz de ablamla onun odasına geçtik. Pijamalarımızı giyip yatağın üzerine oturduk. İkimiz de birbirimizden kaçırıyorduk gözlerimizi. Ama o dayanamadı. “Ağlayacağım Sinemis, kusura bakma daha fazla tutamam kendimi” deyip gözlerindeki yaşları bıraktı. “Ağla abla, ben de sana eşlik edeceğim nasılsa” “Bu gece konuşmamız gereken ne varsa konuşalım. Saklamadan, içimizde ne varsa, olur mu kuzum?” “Olsun bakalım. Hadi başla. Ne hissediyorsun şuanda?” diye sordum. “Mutlulukla birlikte hüzün” “Haklı olarak” “Seni bırakıp gitmek çok zor geliyor bana. Senden bir gece ayrı kalsam bile özlüyordum, ama şimdi ayrılıyor hayatlarımız” “Benim de içim acıyor abla. Senin bu evden ayrılıyor olman çok zor geliyor bana. Eve geldiğimde senin olmayacağını bilmek çok kötü… Annemle babamdan sonra sen benim her şeyim oldun. Annem oldun, babam oldun, ablam oldun, dostum oldun… Sen benim ailemsin, yol arkadaşımsın” “Biliyor musun, ben hiç belli edemedim ama annemle babamın yokluğunu hep hissettim, güçlü görünmeye çalıştım hep ama hiç o kadar güçlü olamadım.” “Biliyorum. Sen sadece benimle ilgilenmeyi kendine vazife saydığın için, bana belli etmemeye çalışarak geçirdin bu kadar zamanı. Ama geceleri sessizce ağladığını, onların resimleriyle uyuduğunu biliyorum.” “Nereden biliyorsun?” “Bazen, gece uyuyamadığımda yanına gelirdim. İçim daralırdı, sana sarılmak isterdim. Odana sessizce girip sana bakardım orada mısın diye. Ne bileyim, kaybetme korkusu sanırım, sana da bir şey olur diye bir korku düşerdi içime, yanına koşardım. O zamanlar resimleri kucağında uyuduğunu görürdüm. Bana hiç söylemedin bunu, onları ne kadar özlediğini, ne kadar canının acıdığını hiç anlatmadın. Aslında ben de izin vermedim. Senden daha fazla gösterdiğim için acımı, sen hep benim yaramı sarmaya çalıştın” “Aslında çok korktum biliyor musun? İkimiz yalnız kaldığımızda, sana nasıl bakacağımı düşünüp çok korktum. Senin yaşadığın o kötü zamanlarda ne yapacağımı bilemedim çoğu zaman. O zamanları atlattığında, sana iyi bir abla olamamaktan korktum hep” “Ama dünyanın en fedakâr ve en iyi ablası oldun” “Sahi, olabildim mi?” “Oldun tabii. Beni ayakta tutan en büyük neden sendin. Benim için nasıl çırpındığını, üzerime nasıl titrediğini, beni mutlu edebilmek için nasıl çabaladığını görmediğimi mi sanıyorsun” “Ama canını da yaktığım oldu zaman zaman” “O kadar olacak. Kardeşiz biz, iyi zamanımız da olacak kötü zamanımız da. Ama biz ne yaşarsak yaşayalım, hepsini aşabildik. Senin bana nasıl sevgiyle baktığını görürken, sen beni üzsen kırsan ne olur ki? Ben sana sarılınca hepsini unutuyordum” “Sinemis, yarın bu evden giderken babam yanımda olsun isterdim. Onunla vedalaşıp hayır duasını alayım, öğütlerini dinleyeyim isterdim. O kadar zor ki…” derken hıçkırıklara karıştı sözleri. Uzanıp elini tuttum “Biliyorum abla. Ben de babamı yanımızda görmek isterdim hem de çok. Onlar etrafımızda olsalardı, her şey daha kolay olurdu.” “Bu düğün telâşında annemin yokluğunu öyle hissettim ki… Yalnız değiliz, Sevim teyze anne gibi ilgilendi her şeyimle. Ama annem başkaydı, başka olurdu. Tarif edemeyeceğim bir şey bu. Sen de gelin olacağın zaman anlayacaksın beni. Ben hep yanında olacağım ama annesizlik çok başka…” İkimiz de hıçkırarak ağlıyorduk. Bir süre sadece ağlayarak öylece oturduk. Sonunda ablam konuşmaya karar verdi. “Ne olursa olsun ben varım, bunu unutma tamam mı?” “Aynı şey benim için de geçerli abla, ben de her zaman yanındayım” “Biliyorum bir tanem, zaten en büyük gücüm sensin” “Seni çok seviyorum abla” “Ben de canım benim. Hadi artık yatalım. Sonra bu şiş yüzümü hiçbir makyaj kapatamayacak” deyince gülümsedim “Sen dünyanın en güzel gelini olacaksın…” Ablamla birbirimize sıkıca sarılıp onun bekâr olarak benimle olduğu son geceyi de birlikte geçirdik.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE