Simya, kaynanasının odadan çıkmasıyla bir süre sonra kendini yalnız hissetmeye başlamıştı. Duyguları karışıktı; İbrahim’in ona saygı göstererek gerdek gecesini atlatmasını sağlaması bir nebze olsun rahatlamasını sağlasa da, konaktaki diğer insanların ona karşı gösterdikleri tavır, yavaşça içindeki huzuru tüketiyordu.
Kadınlar, ona sadece dışarıdan bakmakla kalmıyor, içten içe onu bir tehdit olarak görüyorlardı. İbrahim, onlara göre hâlâ gençti, güçlüydü ve kendileri için çok değerliydi. Konakta, evin erkeksi otoritesine karşı bir tehdit olarak gördükleri Simya, adeta aralarındaki dengeyi bozan bir yabancıydı. Ayrıca o, İbrahim gibi güçlü ve yakışıklı birini hak etmiyordu. İbrahim onunla töre yüzünden evlenmişti. Yoksa ne Simya ne de aşireti İbrahim’e denk olamazdı. O yüzden evin kadınları, Simya'ya gülümsedikleri anlarda bile bir tür soğukluk ve hoşnutsuzluk hissettiriyorlardı.
Simya, salona vardığında birkaç kadının mutfakta toplandığını gördü. Birkaçı, evin yemek işlerinden sorumlu olan, diğerleri ise ev işlerinde yardım eden hizmetçi kadınlardı. Bir süre sessizce mutfakta dolaşarak, yemek hazırlıklarını izledi. O esnada, evdeki birkaç kadın Simya’yı fark etti ve onu yanlarına çağırdılar.
“Simya, gel bakalım, biraz otur,” dedi Zeynep, adında genç bir kadın. “İlk gece nasıl geçti, İbrahim ağam sana kötü davranmadı değil mi?” Zeynep’in bakışları, soru sorarken biraz meraklıydı. Simya, kadınların gözlerindeki sorgulayıcı bakışları fark etti ve biraz gerildi.
Başka bir kadın, Fatma, ekledi: “Evet, seni merak ettik. İbrahim ağam öyle sert biri ya, herhalde çok zorlanmışsındır. Bize anlat, nasıldı? Çok zor oldu mu?”
Simya’nın vücudu gerginleşti, korkusu bir anda belirginleşti. Kendini tutup, yere baktı. Kadınların yaklaşımından rahatsız olmuştu, ama içindeki öfkeyi saklamak istiyordu. Yine de, bir şeyler söylemesi gerektiğini düşündü. İbrahim’in dediklerini hatırladı.
Bir an sessiz kaldı, gözleri kadınlardan kaçarken, ağzından çıkan kelimeler zorlukladöküldü: “Evet, çok zor oldu. Canım çok yandı,” dedi, fısıltıyla. Ardından, başını önünde ve hızla mutfaktan ayrıldı. O anda kendini savunmasız hissetti ve daha fazla konuşmak istemedi.
Kadınlar birbirine bakarak sessiz kaldılar. İçlerinden biri ona acıyarak, “Ahh, yazık,” dedi ama Simya uzaklaşırken ne dediklerini duymadı.
Akşam yaklaşırken, Simya yanlız başına evde vakit geçiriyordu. Evdekiler kaynanasından korktuklarından onun yanına gelip de hal hatır soramıyor, ona arkadaşlık edemiyordu. Bu yüzden içindeki huzursuzluk ve yabancılık bir türlü geçmek bilmiyordu. O sırada kapı çaldı. Simya, kapıyı açtığında, karşısında yengesi Ayşe’yi gördü. Bu uzak akrabası, babasının ölümünden evliliğine kadar ona yardımcı olan tek kişiydi.
Ayşe, gülümsedi ve “Merhaba kızım, nasılsın? Bugün nasıl geçti?” diye sordu. Simya, yengesiyle birkaç dakikalık kısa bir sohbetin ardından, başını hafifçe sallayarak, “İyi sayılırım, teşekkür ederim,” dedi. Ancak Ayşe'nin gözlerinde fırsat kollayan gizemli bir bakış vardı.
Simya, yengesiyle sohbet ederken, Ayşe birden konuşmalarını kısarak kulağına eğildi. Simya, Ayşe yengenin ne diyeceğini merakla bekledi. Yengesi, sessizce, “Ben istediklerini getirdim,” dedi. Simya’nın gözleri hemen büyük bir şaşkınlıkla ona döndü. Zeynep, avucunda birkaç tane hapı Simya’nın eline yerleştirerek devam etti: “Bunları içersen hamile kalmazsın,” dedi.
Simya, ellerindeki hapları fark ettiğinde, bir yandan heyecan ve korku içinde onlara bakıyordu. Yengesi ona büyük bir güvenle gülümsedi, “Dikkatli ol, kimse bunu ögrenmesin” dedi, ve ardından sessizce Simya’yı terk etti.
Simya düğünden önce bir fırsatını kollayıp yengesinden yardım istemişti. Kendini bir anda hiç bilmediği bir adamın karısı olarak bulacaktı. Bir de hamile kalmak ya da onun çocuğunu doğurmak istemiyordu. Yengesi ona anlayışla bakmış, bir süre vereceği haplarla durumu idare edebileceğini söylemişti. Hızla avucundaki hapları saklayıp, cebine yerleştirdi ve kimseye birşey belli etmeden salona döndü.
Kaynanası, Simya’yı evdeki yemek hazırlıklarına çağırırken, evin diğer kadınları mutfakta ona karşı ters ve umursamaz davranıyorlardı. Zeynep, Fatma ve diğerleri, onun her hareketini gözlemlerken, aralarında ince bir kıskançlık gizliydi. İbrahim gibi boylu poslu yakışıklı ağalarının Simya gibi önemsiz bir kızla evlenmek zorunda kalmasına kızgındılar. Simya mutfağa girdiğinde, kadınların bakışları bir anda onu sarmıştı. Zeynep ve Fatma, gözlerini birbirinden ayırmadan Simya’yı izliyorlardı.
Simya, Mihriban Hanım’ın sert sesiyle irkildi. Mutfaktan gelen çağrı, ona bu evde nerede durduğunu bir kez daha hatırlatıyordu. Ağır adımlarla mutfağa ilerledi. Taş mutfağın kapısından içeri girdiğinde, Mihriban Hanım’ın keskin bakışlarıyla karşılaştı. İçerideki diğer kadın, Fatma, ocak başında bir şeyler karıştırıyordu ama bakışları sürekli Simya’nın üzerindeydi. Sanki her hareketini tartıyor, her hatasında alay etmek için fırsat kolluyordu.
Simya, dikkat çekmemek için başını öne eğerek mutfaktaki işlere yardım etmeye koyuldu. Mihriban Hanım, ellerini önlüğüne silerken Simya’ya doğru yaklaştı. Yüzünde açık bir memnuniyetsizlik vardı.
“Bu eve gelin geldin, ama bil ki, bunu sadece töre gereği kabul ettik,” dedi soğuk bir sesle. “Yoksa sen ne bizim aşiretimize ne de oğlum İbrahim’e denk düşersin. Seni buraya almak, bizim gibi bir aileye yakışmazdı.”
Simya, bu sözleri duyduğunda yüzü kızardı. Kalbi sıkıştı ama hiçbir şey söylemedi. Başını daha da öne eğdi, elleriyle önündeki sebzeleri doğrarken içindeki öfke ve üzüntüyü bastırmaya çalıştı. Ancak Mihriban Hanım devam etti.
“Zaten çok sürmez,” diye ekledi, alaycı bir tonla. “İbrahim yakında üzerine bir kuma getirir. Senin gibi çırpı, soysuz bir kızı ne yapsın? Evlenmek başka, adam olmak başka.”
Bu sözler, Simya’nın içindeki kırgınlığı iyice derinleştirdi. Yüzü iyice kızarmış, gözleri dolmuştu. Ancak hiçbir şey söylemedi, söyleyemezdi. Artık ne bir ailesi vardı ne de onu koruyacak bir babası...Sessizliğini koruyarak gözlerini yere dikti. Mihriban Hanım’ın her kelimesi, onun ruhunda derin yaralar açıyordu.
Mihriban Hanım’ın bu sert sözleri, evdeki diğer kadın Fatma için de bir işaret olmuş gibiydi. Fatma, Simya’ya zaten mesafeli davranıyordu, ama bu olaydan sonra alaycılığı açık bir şekilde ortaya çıktı.
Akşama doğru mutfakta, Simya su taşırken Fatma yanından geçerken omuzuyla ona çarptı ve alaycı bir sesle, “Dikkat etsene, töre gereği buradasın diye kendini bir şey sanma,” dedi.
Evdeki hizmetçiler bile Mihriban Hanım’ın bu tavrından cesaret almış gibiydi. Onun bu sözlerinden sonra bazıları işlerini onun üzerine yıkıyor, bazıları da onun yaptığı işleri beğenmez bir tavırla yeniden yapıyorlardı.
Akşam, Simya mutfakta masayı silerken bir hizmetçi yanından geçerken alaycı bir şekilde mırıldandı:
“Hanım dedikleri bu muymuş? Bizim işimizi bile doğru düzgün yapamıyor.”
Simya, bu sözleri duyduğunda bir kez daha ezildiğini hissetti. İçinde büyüyen bir öfke vardı, ama bu öfkeyi kime yönelteceğini bilmiyordu. Öfkesini içini atıp sessizce ona verilen işleri yapmaya devam etti. Zaten başka çaresi de yoktu.
Simya, konaktaki yerinin hizmetçilerden bile daha düşük olduğunu fark ettikçe, içinde bir kırgınlık büyüyordu. Bu evde kimse tarafından kabul görmediğini anlamıştı. Ne Mihriban Hanım, ne Fatma, ne de hizmetçiler... Hepsi ona yabancıydı ve ona karşıydı.
Akşam yemeği hazırlıkları sırasında, Mihriban Hanım’ın her hareketi onu daha da rahatsız ediyordu. Yaptığı her işi eleştiriyor, hiçbir şeyini beğenmiyordu.
“Şu tabakları düzgün koymayı bile beceremiyorsun,” dedi Mihriban Hanım bir seferinde. “Belli ki sen bu konak işlerinden anlamazsın. Ama elinden geldiğince uğraşmaya devam et, belki bir gün karılık olmasa da hizmetçilik yapmayı öğrenirsin.”
Simya, Mihriban Hanım’ın bu sözleri karşısında gözlerini sıkıca kapadı ve derin bir nefes aldı. O an, içinde bir kırılma noktası oluştuğunu hissetti. Sadece üzgün değil, artık öfkeliydi de. Ama bu öfkeyi ifade edebilecek bir yeri yoktu. Sessiz kalmalı, boyun eğmeliydi.
O gece odasına çekildiğinde, avucundaki haplara tekrar baktı. Yengesinin verdiği bu haplar, belki de kendisini bu cehennemden kurtarabilecek tek yoldu. Eğer çocuğu olmazsa elinde sonunda onu kapının önüne koyarlardı. İçinde büyüyen bu karmaşık duygularla, yatağına uzandı ve hapları içip sessizce akşam yemeği için İbrahim’in gelmesini beklemeye başladı. Bir yandan da olayların nasıl bu raddeye geldiğini, daha geçen hafta okula giderken bugün evli bir kadın olmasını düşünmeye başladı.