Ben Efsaneyim

924 Kelimeler
Ayağına batan dikenler aradığın gülün habercisidir. Birkaç gün öncesi… Yiğit Kurdoğlu/ Efsane Aldığımız son iş, Irak’ın kuzeyine kamp kurmuş olan bir grup düşman askerini ortadan kaldırmaktı. On adamımla birlikte işi sessizce hallettikten sonra o kasvetli ve boğucu yerden uzaklaşmış, soluğu yolumuzun üzerindeki ara sıra gittiğimiz küçük bir otelde almıştık. Hava kararmıştı ve dışarıda ölümcül bir sessizlik hakimdi. Eskiye göre buralarda artık silah sesleri daha az duyulur olsa da havaya kan kokusu sinmişti bir kere. Birçok kişi evini yurdunu terk edip gitmiş, kalanlarsa vatan sevdasıyla canla başla mücadele ediyor topraklarını korumaya çalışıyordu. Bulunduğumuz otelin sahibi Iraklıydı ve karısıyla birlikte işletiyordu mekanı. Gelenlerin gönlünü hoş tutacak bir kaç kadın bulundurmayı ihmal etmiyordu. Aslında bizden pek de hoşlandığı söylenemezdi fakat aldığı para onu fazlasıyla memnun ettiği için bu nedenle sesini çıkarmıyordu. Paragöz ve çıkarcı olduğu kadar güvenilmez biriydi Akram. Adamlarımdan ikisi emrettiğim gibi gece nöbeti için dışarıda kalırken diğerleriyle birlikte içeriye girdim. Bizi gören Akram koşarak yanıma geldi. “Otelime hoş geldiniz efendim. Buyurun ben hanımım ve kızlarım emrinizdeyiz.” Göz ucuyla onu süzdüm üzerinde beyaz bir gömlek ve kahverengi kaba kumaştan bir pantolon vardı. Beline de siyah bir önlük takmıştı. Çok fazla sıskaydı ve küçük olan ağzına göre dişleri oldukça büyüktü. Bu adamın görüntüsünden çok bende uyandırdığı hislerden hoşlanmıyordum. “Adamlarım aç, susuz ve yorgunlar Akram, senden onları en iyi şekilde ağırlamanı istiyorum.” Cebimden çıkardığım bir deste parayı ona doğru uzattığım da gözlerinin içi parlarken neredeyse ağzının suyu akacaktı. Otuz iki dişi görünecek şekilde gülümsedi. “Tabi efendim… Emriniz olur efendim.” Bunları söylerken eğilmeyi ihmal etmemişti. Parayı gömleğinin iç kısmına sıkıştırdı ve arka taraftaki mutfakta işlenen karısına seslendi. Sesi hastalıklı gibi boğuk ve kalındı. “Hanım sen kızları çağır. Misafirlerimize hemen yiyecek ve içecek ikram etsinler.” Kırklı yaşların üzerindeki kadın görüş alanımıza girdiğinde önce ellerini önlüğüne sildi sonra da zoraki bir gülümseme eşliğinde bana baktı. Bu bakışlarda hem beğeni hem de korku gördüm. “Hoş geldiniz beyler. Kızlar servis için birazdan gelecek, siz oturup dinlenin lütfen.” Kocasına kıyasla daha tombul ve uzun boyluydu, Akram onun yanında oldukça bakımsız kalıyordu. Kadın gıcırdayan ahşap merdivenleri kendinden beklenmeyecek bir hızla adımlayarak üst kata çıktığın da adamlarımla birlikte masalara oturduk. Çok geçmeden yanında bir kaç kadın ile beraber aşağıya indi ve hızlıca işe koyuldular. Aradan yarım saat geçtiğinde ben ve adamlarım önümüze konan ve üzerinde dumanı tutan yemekleri yiyorduk. Çoğu zaman evi barkı dağlar olan bizler için fazlasıyla alışılmadık bir durumdu bu. Uzun zamandır rahatlıktan uzak yaşıyordum nede olsa. Derin düşüncelerin beni çağırdığını anlayınca elimdeki kaşığı bıraktım ve sanki ilk defa görüyormuşçasına adamlarımı izlemeye başladım. Her biri ayrı derecede ürkütücü, bir o kadar gaddar ve acımasız görünüyordu. Nezaketten yoksun barbarlardık hepimiz. Öldürmek için yaşıyorduk. Evet, bizim işimiz buydu. Aslında tek bildiğim işti bu benim. Çocuk yaşta bana öğretilen tek şeydi. Yaşamak istiyorsam öldürecektim. “İçkiniz efendim.” Önüme konan şaraba baktım, ardından bakışlarım cam bardağı tutan ince narin parmaklara kaydı. Gözlerim yavaşça yukarı çıkarken elbisenin özellikle açık bırakılmış yakasından taşan küçük göğüslerde takılı kaldı. “Afiyet olsun.” İnce dudaklar birbirine çarparken duyduğum ses baştan çıkarıcıydı. Baygın bakan bir çift ela gözle karşı karşıya geldim. Bu kadın buraya en son gelişimde bana en iyi şekilde hizmet eden kadındı. Geçirdiğim keyifli saatleri hatırlayınca keyifli bir şekilde gülümsedim, daha çok sırıttım diyelim. “Senin adın neydi?” Kendine has şivesiyle yanıtladı. Buradaki herkes gibi Farsça konuşuyordu. “Elika” “Kaç yaşındasın Elika?” "Yirmi beş.” Benden sadece iki yaş büyüktü. Yaşının aksine çok daha genç bakımlı ve güzel görünüyordu Elika. Omuzlarına dökülen siyah kıvırcık saçlarını aheste bir şekilde geriye doğru attı. Nereli olduğunu soracakken o benden önce konuştu. “Uzun zamandır sizi buralarda görmüyorum, umarım iyisinizdir efendim?” Şu boktan hayatımda hiçbir değişiklik olmadığı gibi aksine her geçen gün daha da çok çamura bulanıyordum. Cehennemin tam ortasında olan bir insan nasılsa bende öyleydim işte. Gün oluyor kendi aklımın denizlerinde boğuluyordum. Göğsüme kazılan o boşluk tıpkı bir kara delik gibi tüm geçmişimi içine çekmeyi başarmıştı. Elimde kalan tek şey en son gülümsediğim anın derinlere gömdüğüm resmiydi. Denizin dibine yavaş yavaş battığımı hissediyordum. Karanlığın içinde küçük bir çocuk ağlıyordu durmaksızın, her ne hikmetse kimse duymuyordu çığlıklarını. Bende alışmıştım artık bu duruma, duymazdan geliyordum o acınası yakarışları. Aklımdan geçen bu düşüncelerimi ona söyleme gereği duymadım. Dudaklarımda duygularımı gizlemek için alaycı bir gülümseme belirdi, her zaman yaptığım şeydi bu. “Sence nasıl görünüyorum?” Beklediğim cevabın aksine; “Gayet dinç, yakışıklı ve formda görünüyorsunuz” dedi ve baygın bakışlar eşliğinde alt dudağını ısırmayı ihmal etmedi. Nedense beni etkilemekten oldukça uzak bir hareket olmuştu bu. O sırada az ileride başka masalara servis yapan kızı fark ettim ve onu izlemeye başladım. Kahverengi saçlarını örgü şeklinde başında toplamıştı. Beyaz teni pürüzsüz ve parlaktı, giydiği uzun ve kapalı elbise bile masumluğundan bir şey eksiltmemişti. Hatta değerli bir mücevheri gizliyormuş gibi daha çok ilgi uyandırıyordu. “O kız kim?” Başını çevirip o yöne baktı, bana döndüğünde yüzünü buruşturarak konuştu. “O yeni geldi.” dedi huysuzca. “Adı Lidya. Pasaklının tekidir ayrıca tembel ve tam bir ucube.” “Lidya” diye tekrar ettim, anlamı kültürlü ve görgülü kadındı. “Neden benim masamla ilgilenmiyor?” Sorum karşısında afalladı. “Sizinle ben ilgilenmek istediğim için efendim. Geçen gelişinizde hizmetimden memnun kaldığınızı düşünmüştüm.” Utanmış biraz da kıskanmış görünüyordu. “Onu buraya çağır” dedim kesin bir ses tonuyla. Bundan memnun olmasa da sözümü ikiletmeden kızın yanına gidip bir şeyler söyledi. Çok geçmeden Lidya masama geldiğinde yüzü asık ve fazlasıyla huysuz görünüyordu. “Beni emretmişsiniz.” Sesine de yansımıştı huysuzluğu. “Senin bana hizmet etmeni istiyorum.” Duyduğundan hoşlanmadığını bakışlarından anladım. Bu beni daha çok keyiflendirdi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE