Beşinci bölüm.

2555 Kelimeler
Genç kadın, camın önünde oturmuş ormanı seyrediyordu. Yeşillikler kuşların cıvıltısı, temiz hava, sessizlik içine ilmek ilmek işliyordu. Kocası son konuşmalarından beri ortalıkta yoktu. Tabi gitmeden önce ona katiyen hayır demişti. Özür bile dilememişti. Neden dileyecekti ki... Her şeyin suçlusu kendisini görüyordu zaten. Hastanede dediklerini duyduğunda canı o kadar yanmıştı ki 'amin' demişti kocasının isteğine. İçinde ölmesini isteyecek kadar nefret barındıran adamı her gün görmek ona azaptan başka bir şey vermeyecekti. O yüzden başka ev konusunda ısrar edecekti. Bir şekilde ikna edecekti kocasını. Edemezse Ahmet Bey'e gidecekti. Son çaresi oydu. Gözlerini kapatıp derin nefes aldı. Elini karnına götürdü. Belki de bebeği vardı orada. Gelecek ay belli olacaktı. Gülümsedi. Dokunmadan acı çekmeden hamile kalacaktı. İlk defa böyle bir şey duymuştu. Şaşırmıştı haliyle. Ama memnundu halinden. Aşık olmadığı, kendisine aşık olmayan bir adamla aynı yatağı paylaşmak istemiyordu. Annesi babası olsaydı, yalnız olmasaydı belki böyle bir hayata katlanmak zorunda kalmazdı. Eğer annesi olsaydı, başını dizine koyar, saçlarını okşamasını izlerdi. Anne kokusu her zaman merak ettiği koku olmuştu. Kim olduğunu, nasıl kadın olduğunu hep merak etmişti. En çok da neden onu bir yetimhaneye bıraktığını merak ediyordu. Asla ondan nefret etmemişti. Kesin çok önemli nedeni vardır, diye düşünürdü hep. Yoksa bir anne neden kendi canından olan birini bırakır ki? "Annen seni asla bırakmayacak bebeğim. Hep yanında olacak." Karnını okşayıp gülümsedi: "Sen beni seveceksin değil mi? Baban gibi nefret etmeyeceksin." Gözlerini kapattı. Kapı çalınca ayağa kalktı. Yavaş adımlarda kapıya yürüdü. Açtığında karşısında şoförleri ve bir koruma duruyordu ve ellerinde bir sürü poşet vardı. "Nasuh abi?" Şaşırmıştı genç kadın. Nasuh ona mesafeli gülümsemeyle baktı: "Merhaba Feriha Hanım. Barlas Bey'in siparişlerini getirmiştik." diyerek elindeki poşetleri gösterdi. "Tabii buyurun." Kapıdan çekilip adamları içeri aldı, yiyecekleri mutfağa koydular, diğer poşetleri ise koltuğun üzerine. Anlaşılan onlar giyecek şeylerdi. "Teşekkür ederim." "İşimiz efendim." Onlar evden çıktıktan sonra kapıyı kapatarak salona döndü. Yiyecek poşetlerini mutfağa bırakmış, diğerlerini de salona getirmişlerdi. İçindeki meraka yenilerek poşetlere yaklaştı ve birini açarak içine baktı. Kadın kıyafetleri: kot pantolon, taba rengi V yaka şık bir tişört, yazlık elbise, gecelikler ve iç çamaşırı takımları vardı. Baktığı kıyafetleri poşete geri koyarak diğerine uzandı ve içinde erkek kıyafetlerinin olduğunu görünce geri çekildi. Kıyafetleri yerine koyduktan sonra kalktı ve mutfağa doğru yürüdü. Acıkmıştı. Sabahtan beri bir şey yememişti. Saat on ikiye geliyordu. Ne yapsam diye düşünürken canının menemen çektiğini fark etti. Önce poşetteki erzakları dolaba koydu. Sonra menemen malzemelerini çıkararak tava buldu. Malzemeleri doğrayarak sırayla pişirdikten sonra en son yumurtasını kırdı. Yemek hazır olduktan sonra yukarıdaki adamı çağırmaya gerek görmeden masaya geçti ve yemeye başladı. Yemekten sonra çay da koymuştu. Genç kadın çayını içtikten sonra bulaşıkları halletti. Öğle güneşi tam tepedeydi, bahçeyi keşfetmek için dışarı çıktı. Etrafta gezinirken gördüğü ağaçlara, çiçeklere hayranlıkla bakıyor ve o güzel çiçeklere dokunmadan edemiyordu. Son günlerde yaşadığı kötü günler aklından çıkmış, yüzüne mutlu bir gülümseme yayılmıştı. Yürüdüğü patika boyunca pembe karanfiller, ortancalar, begonyalar ve yaseminden sonra kokusunu en çok sevdiği lavanta çiçekleri ekilmişti. Her bir çiçeğin de yanında duruyor, onlara dokunuyor, okşuyordu. “Burası cennet gibi!” dedi kendi kendine. O sırada duyduğu sesle kafasını kaldırdı: “Çiçekleri seviyorsunuz.” Sesin geldiği yöne baktığında çok güzel bir kadın gördü. Sarı saçları tıpkı güneş ışıkları gibi omuzlarına dökülmüş, mavi gözleri güneşin hayran olduğu deniz gibiydi. Gülümseyerek: “Çok seviyorum.” dedi. Kadın bahçe çitinin diğer tarafında duruyordu. “Ah beni affedin, kendimi tanıtmadım. Ben Zaide, komşunuzum.” diyerek gülümsedi. Feriha ayağa kalkarak ona doğru gitti. “Feriha ben.” diyerek kafasını salladı. Feriha ona bakarken evden çıkan bir adam hızlı adımlarla Zaide`ye yaklaştı ve elini omzuna koydu: “Buradasın demek. Deminden beri seni arıyordum.” diyen adama mavi gözlerini dalgalandıran, kocaman aşkla bakan Zaide: “Domates toplamak için dışarı çıktım ama Feriha Hanım'ı görünce merakıma yenik düşerek onunla konuşmaya başladım. Seni endişelendirdiğim için kusura bakma hayatım.” Adamın da gözlerinde aynı aşkı gören Feriha imrenmeden edemedi. İçindeki suçluluğu bastırmayı başararak onlara baktı. “Ne kusuru bebeğim. Merak ettim sadece.” Kocası Zaide`nin şakağını öptü. Sonra kendisine dönen adam: “Barlas Bey'in nesi oluyorsunuz?” diye sordu. Ahiret sorusu gibi gelen soru, kadının avuçlarını terletmişti. Ellerini elbisesine sürtmemek için kendini zor tuttu. O, ne cevap vereceğini düşünürken arkasından duyduğu sesle rahatlamıştı. “Yardıma ihtiyacı olan bir arkadaşım Talat.” demişti onlara yaklaşan Barlas. Derin nefes alan kadın cevap vermekten kurtulduğu için rahatlamıştı. Ama o rahatlama kocası yanına gelince yok olmuştu. Bedeni gerilmişti. “Merhaba Barlas Bey. Merakımızı mazur görün. Sizi burada hep yalnız gördüğümüz için ilgimizi çekti.” dedi Talat. Kafasını sallayan Barlas: “Size iyi günler. Bize müsaade.” dedi. Feriha karı kocaya gülümseyerek önden giden kocasının peşine takıldı. Eve girdiklerinde adam ona hitaben: “Onlara hiçbir şey söylemediğini varsayıyorum.” dedi. “Söylemedim tabii ki.” dedi kadın sıkkın sesle. Barlas elleri ceplerinde kendisine döndü. “Güzel. Yemek yedin mi peki?” diye sorduğunda kendisini aç bıraktığı gece aklına gelmişti. Yoğun hüzün kalbini ezince gözlerini ondan kaçırdı. “Yedim.” dedi kısaca. Onunla konuşmak, hatta onunla aynı ortamda bulunmak istemiyordu. “Poşetlerdeki kıyafetleri gördüysen yukarı çık ve onları koridorun sonundaki odaya götür. Orada kalacaksın.” Tek kelime etmeden salona girdi ve poşeti alarak yukarı çıktı. ******* Üç gün sonra eve döndüklerinde genç kadın rahat nefes almıştı. Evdekilere selam verdikten sonra odasına çıktı ve duş alarak üzerini değişti. Yatağa geçerek telefonunu aldı ve İzmir`den gelen arkadaşlarıyla konuşmaya başladı. Onlarla buluşma kararı aldıktan sonra kapattığı telefonu komodine bıraktı ve Ahmet Bey şirketten dönene kadar uyumak için gözlerini kapattı. Bir saat sonra uyandığında Ahmet Bey'in dönüp dönmediğini öğrenmek için odasından çıktı. Aşağı indi ve salona geçti. “Nereye gideceksiniz peki?” diye soran Almina`nın sesini duyduğunda kaşlarını çatmıştı. Kim nereye gidiyordu? “Bilmiyorum ama çok güzel yere gideceğimizden eminim.” Melek`in mutlu sesini duyunca ilgisini kaybeden kadın, salona geçti. Salonda Melda Hanım, Almina ve kocaman valizin yanında Melek vardı. Melek, salona giren Feriha`yı görünce gülümsedi. Masum gülümsemenin ardındaki şeytan kahkahalar atıyordu. Feriha`yla birlikte kaldığı üç günün ardından Barlas önce kendisiyle tutkuyla sevişmiş, ardından güzel bir tatile çıkacaklarını ve hazırlanmasını söylemişti. Feriha odasındayken onlar nefes nefese ten tene kendilerinden geçmişlerdi. Bunu bilerek daha fazla keyiflenen Melek, cehennem gibi geçen o üç günü çoktan unutmuştu. Aynı evde, yalnız neler yapıyorlar acaba diye düşünerek kafayı yemişti. Ama artık bunun önemi yoktu. Feriha Barlas`ın nefret ettiği, sırf bebek doğursun diye kendisini düşünerek seviştiği kadındı. Son üç günde kendini buna inandırmıştı. “Ahmet Amca geldi mi?” diye sordu Feriha, Melek`e bakmamaya çalışarak. “Evet. Kütüphanede. Bir şey mi oldu Feriha?” diye sordu Melda Hanım. Onun soğuk tavırlarına alışmıştı. Ne de olsa oğlunun zorla evlendiği kadındı. Ama Feriha`nın fark etmediği bir şey vardı. Melda Hanım ona soğuk davranıyor olabilirdi fakat gözleri kendisine bakarken sımsıcaktı. Onunla yakınlaşmak istiyordu elbette. Sadece Melek`i incitmek istemiyordu. “Hayır Melda Hanım. Kendisiyle bir konu hakkında konuşmak istiyorum.” diyerek salondan çıktı ve kütüphaneye doğru yürüdü. Kütüphanenin önüne geldiğinde durdu ve kapıyı çaldı. “Gel!” dedi Ahmet Bey. İki kanatlı gösterişli kapıyı açarak içeri girdi ve kayınpederini kitap okurken buldu. Ahmet Bey kimin geldiğini görmek için kafasını kaldırdığında kendisine gülümsemişti. “Hoş geldin kızım.” diyerek kitabın sayfalarının arasına ayracı yerleştirdikten sonra onu sehpaya bıraktı. Eliyle gelinine karşısındaki koltuğu oturması için işaret etti. Feriha rahat koltuğa oturduktan sonra: “Hoş bulduk baba. Nasılsın?” diye sordu. Ahmet Bey'in yüzünden kırgın ifade geçti. “Kendini özlettin kızım.” “Özür dilerim baba. Arkadaşımın yardıma ihtiyacı vardı. Acilen gitmem gerekti.” Ahmet Bey'in kaşları yukarı kalktı. “Nedense gitme sebebinin oğlum olduğunu düşünüyorum. Sana çok mu kötü davranıyor?” Alacağı cevap, bu malikanedekilerin kaderini belirleyecekti. Sakince gelinin cevabını beklemeye koyuldu. Tam on ikiden vuran Ahmet Bey, kadını tedirgin etmişti. Bir süre hızlanan kalbinin yavaşlamasını bekledi. Sonra devam etti. “Baba, ben bu eve bir bebek doğurmak için geldim. Melek gibi iyi kalpli kadını üzmek için değil.” Kayınpederinin kendisine ne kadar hayran olduğunu fark etmeden konuşmaya devam etti. “Onunla aynı evde yaşayarak üzmek istemiyorum. Hepsi bu. Tabii oğlunun da bana bayılmadığını biliyorsun.” dedi dürüstçe. Kadın başka eve gitmek istemesinin ikinci sebebini dile getirmişti. Her ne kadar asıl sebep Barlas Karaman olsa da. Oğlun ölümümü dileyecek kadar istemiyor beni baba. Ahmet Bey ayağa kalkınca o da kalktı. Kafasını kaldırıp uzun boylu yaşlı adama bakınca gözlerinde yoğun sevgiyi gördü. İşte bu dedi içinden. İşte bunun için hayatını mahvetmişti. Kendisine büyük sevgiyle bakan bir baba için. Değmişti. Aç ruhu baba sevgisini yudum içerken yaşadığı her azaba değmişti. Elinde olmadan gülümsedi. Ahmet Bey ona yaklaşarak yüzünü sıcak avuçlarının arasına aldı ve alnına kadının kalbini eritecek kadar sevgi dolu baba öpücüğü kondurdu. Öptükten sonra kadını kendine çekerek sarıldı. Feriha iç geçirerek adama sarıldı. “Bir beni affedebilecek misin kızım? Hayatını mahvettim.” dedi saçlarını okşarken. Genç kadın boğazına kadar yükselen kederin yangınını hissetti. “Değdi baba. Sakın kendini suçlama. Bana zorla bir şey yaptırmadın sen.” Ahmet Bey kadını kendinden uzaklaştırdı ama hâlâ sarılıyordu. “Niçin değdi kızım? Seni sevgisiz bir evliliğe mahkum ettim. Fark etmediğimi sanma. Oğlum sana çok kötü davranıyor. Bunu görebiliyorum. O gece lansmandan arkadaşın için değil, o sana bir şeyler söyledi diye gittin.” O konuşurken gözleri dolan kadının yeşilinden akan yoğun kederden, doğru tahmin ettiğini anladı. O gece dans ederken oğlunun ona nefret dolu bakışlarını görmüştü. Yemyeşil gözlerini kırpan kadının yanaklarına akan yaşları Ahmet Bey sildi. “Ben tüm bunları bilerek geldim bu eve. Bana baba sevgisi verdin. İşte bunun için değdi. Şu an bana böyle sevgiyle bakıyorsun ya dünya yansa umurumda olmaz.” Gözyaşlarının arasında gülümseyen kadın, bir peri kadar güzeldi. “Baba biz gid-” diyerek içeri giren adamın lafını, gördüğü manzara ağzına tıkamıştı. Kaşları anında çatılmıştı. “Söyle Barlas.” dedi Ahmet Bey gelinin yanına çekerken. Nefret oklarını kara gözlerinden fırlatarak kadını hedef alan adam: “Biz gidiyoruz diyecektim.” dedi. Babası hiçbir zaman Melek`i kızı gibi sahiplenmemişti. Gelini gibi saygısını asla eksik etmemişti. Ama böyle baba gibi sarıp sarmalamak? Asla! Bu kız bunu nasıl başarmıştı, anlamıyordu. “İyi yolculuklar. Sağ sağlim dönün.” dedi babası düz sesle. “Teşekkür ederim.” Barlas gittikten sonra raflardaki kitaplara bakan gelinine dönen adam: “Yandaki ev, sana mehir olarak verdiklerimin bir tanesi kızım. Orada yaşayabilirsin. Tam da senin istediğin gibi küçük, şirin ev.” dedi. Yüzü duyduklarından sonra yağmurdan sonra oluşan gökkuşağı gibi rengarenk mutluluk parçacıklarıyla kaplanan kadın, adamın sakladığı sırrın altında daha fazla ezilmesine neden olmuştu. Sevinçten ne diyeceğini bilemeyen kadın, kayınpederine-hayatını kurtaran adama-binlerce teşekkür ederek yanaklarını öptü. Ertesi sabah evi temizleyen Nursel ve Fidan`ın ardından tüm eşyaları yeni evine taşındı. Sonraki haftalar hamileyim değil miyim diye düşünerek geçirse de küçük, şirin evinde mutluydu. Evin en güzel yanı da ayrı yolu olmasıydı. Karaman Malikanesi ile aralarında tahta çitler olsa da evin yolu ayrıydı. Bu da en çok sevdiği şeylerden biriydi. Evini düşünerek yaptığı kahveyi aldı ve malikaneyi gören çardağa girdi. Tüller sarkan eski tarz muhteşem çardakta, rahat koltuklar ve sehpa vardı. Burası kitap okumak için de mükemmeldi. Bazen kitabını alır serin havada burada okurdu. Kahvesini yudumlarken çardağa doğru gelen kişiye yüzünü buruşturdu. Kahve fincanını tabağına koyarak gözlerini ona dikti. “Bir şey mi oldu Havva?” diye sordu umursamaz sesle. Havva salına salına çardağa girdi ve koltuğa kuruldu. Bacak bacak üstüne atarak kadını küçümseyen bakışlarla süzdü: “Çifte kumrular tatilden döndü.” dediğinde Feriha gözlerini devirdi. “Hoş geldiler.” Kıkırdadı Havva. Öne doğru eğilerek kadının gözlerinin içine baktı. “Hoş geldiler falan diyorsun ama aslında kıskançlıktan çatlıyorsun değil mi?” Sahte sevecenlikle teşvik etti onu: “Haydi itiraf et. Yabancı yok burada.” Feriha, Havva`nın derdi neydi bilmiyordu ama eve geldiği günden beri sözlerinden incinmediği hatta eğlendiği tek kişiydi. Onun kuyruk acısı olduğunu fark etmişti. Neydi bilmiyordu ve bilmek de istemiyordu. “Güzel kahve yaptım içer misin Havva`cım? Yanına tatlım da var. Ye de dilin tatlansın.” diyerek kadını hayal kırıklığına uğrattı. Havva hevesle eğildiği yerden somurtarak geri yaslandı: “İstemez, kendin ye!” diye tersledi Feriha`yı. Kahkaha atan Feriha`nın sesi bir anda kesilince kaşlarını çatarak ona baktı. Feriha karnına giren ağrıyla yüzünü buruşturdu. Elini oraya bastırarak ağrının geçmesini bekledi. “Allah`ım ne olur tahmin ettiğim şey olmasın.” diye mırıldandı sessizce. Ama bacak arasında hissettiği ıslaklık tam tersini diyordu. Koltuktan kalktı. Kendine engel olamadan kalktığı koltuğa baktı. Beyaz koltuk kanıyla kirlenmemişti. İyi ki ped takmıştı. Hiç olmazsa ortalık kırmızıya boyanmamıştı. Çardaktan inerek eve doğru giderken arkasında keyifli bir Havva bıraktığından habersizdi. Havva ayağa kalkarak üzerindeki hayali tozları silkeledi ve keyifle çardaktan indi. ****** Genç adam Melek`i eve bıraktığı gibi şirkete gitmişti. Dolayısıyla evdeki durumlardan habersizdi. Akşam yemeğinden sonra odasına çıktığında karısı pencereden dışarıyı izliyordu. Yemeğe de inmemişti. Meraklanarak ona doğru yürüdü. Bedenine sarılmak isterken kadın ondan uzağa gitti. Şaşıran adam: “Güzelim?” diye sordu. Sorusu üzerine kendisine doğru dönen karısının gözleri kızarıktı. Hızla ona yaklaşarak kollarının üst kısmını kavradı. “Ne oldu?” Melek bakışlarını yeniden cama çevirdi. Birkaç saniye baktıktan sonra adamın göğsüne vurdu ve: “Söz vermiştin!” diye bağırdı. Karısının neyden bahsettiğini anlamayan adam kaşlarını çattı: “Melek!” diye uyardı karısını. “Adam akıllı anlat bakalım. Ne oldu?” Melek yanaklarını silerek gülümsedi. Gülümsemesi neşeden uzak, bolca kederle yıkanmıştı. “Bana o kadını ilk ayda hamile bırakacağına dair söz vermiştin.” “Eee?” “Ee`si küçük karın hamile kalamadı. Bugün adet oldu.” Demek aşılama tutmamıştı. Dişlerini sıktı. Onu ikinci kere hiçbir hastaneye götüremezdi. Bu tek şanslarıydı ve ellerinden kayıp gitmişti. Göğsüne çarpan öfke dalgası yumruklarını sıkmasına neden olmuştu. “Git Barlas. Bu gece seni görmek istemiyorum.” diyen kadına baktı. “Saçmalama güzelim. Benim yerim senin yanın. Hiçbir yere gitmiyorum.” Güldü Melek: “Feriha`ya git. Yeni evini görmedin değil mi? Ziyaret de etmiş olursun. Belki.. belki ona doku..” son cümlesini tamamlayamadan kocası iri cüssesiyle narin bedenini sardı. Sevdiği adama sarılarak tüm gece ağladı. Adamın onun her damla gözyaşında diğer karısına öfkesi katlandıkça katlandı. ****** Genç kadın beş günlük adetten sonra abdest alarak yıkandı. Küvetten çıkarak yasemin kokulu vücut losyonunu sıktı. Saçlarını fönle kurutarak ördü ve bornozunu giyerek banyodan çıktı. Banyodan çıkmadan önce eline sürdüğü kremi yedirmeye çalıştığı için odadaki farklılığı çok sonra fark etti. Fark ettiğindeyse çığlık atmıştı. “Barlas Bey? Sizin odamda ne işiniz var?” diye sordu kendini toparladığında. Yatağında oturan adam, alayla gülümsedi. Kadın onun sarhoş olduğundan şüphelendi. “Ne o, kocanı evinden kovuyor musun küçük?” diye sordu. Tam da tahmin ettiği gibiydi. Kelimeler adamın ağzında yuvarlanıyordu. Sarhoştu. “Siz sarhoşsunuz.” dedi yüzünü buruşturarak. İçkiden nefret ediyordu. Kokusuna bile tahammül edemiyordu. Dediklerinden sonra adam ciddileşerek yataktan kalktı ve kadının üzerine gelmeye başladı. Geri attığı her adımda kalbi göğsünden sökülecek kadar hızla atıyordu. “Ne yapıyorsunuz?” diye sordu panikle. Artık adamla duvar arasındaydı ve çok korkuyordu. Barlas ona cevap vermek yerine eğildi ve boynunu kokladı. Kadının korkudan hızlı atan kalbinin sesini duyan adam elini bornozun kuşağına götürdü. “Bu eve neden geldiğini unuttun mu?” Kuşağı ağır ağır çözerken Feriha panikle ellerine yapıştı. Şimdi anlamıştı. Adam ona dokunarak hamile bırakacaktı. İlk gecelerindeki acı süzülerek zihninde belirince gözleri doldu. Canını yakacaktı. Yine. “Yeniden aşılama yaparız. Lütfen dokunmayın.” “Yapamayız küçük. O yüzden keyfini çıkar.” Bornozu açmaktan vazgeçen Barlas, kadının ince belini kavrayarak bedenine yasladı. Kollarında çırpınan kadına bakmadı bile. “Sarhoşsunuz siz. Ayıldığınızda pişman olacağınız bir şey yapmayın.” dedi son bir umut. Adam boynunun pürüzsüz tenini öpmeden önce: “Buraya gelip sana dokunmak için içtim. Rahat dur artık. Olacakları geciktirmekten başka bir şey yapmıyorsun.” dedi. “Canımı yakacaksınız.” dedi cılız sesle. Artık kaçışı olmadığını anlamıştı. Çırpınmayı kesti. Barlas geri çekilerek gözlerine baktı. “Tutkunun bedenini ele geçirmesine izin verirsen canın yanmayacak küçük.” Gözlerine bakarak sarf ettiği cümleden sonra kuşağını çözmüştü bile.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE