..
Hera yüzünü yıkadıktan sonra bir an bile tereddüt etmeden telefonu eline aldı ve Reha’yı aramaya başladı. Ama her aramada karşılaştığı o soğuk sessizlik, her cevapsız çağrı, kalbinde büyüyen bir yara haline geldi. Onlarca mesaj gönderdi, her birinde biraz daha umut kaybetti. “Neden cevap vermiyor? Yoksa sadece tek gecelik bir şey miydi bu? Ama öyle olsa bana o kadar içten mesajlar göndermezdi, değil mi? Yoksa başına bir şey mi geldi?” Zihninde bu sorular dönüp dururken, günler geçti; ne bir arama, ne de bir mesaj vardı. İçini kemiren bu belirsizlik, sadece onu değil, eğitimini de derinden etkiledi.
Sandu, Hera’nın değişen halini fark etti; bu dikkatsizlik, bu kayıtsızlık onun için alışılmadık bir şeydi.
SANDU: “Hera, günlerdir bir şeylere odaklanamıyorsun. Eğer anlatmak istediğin bir şey varsa, şimdi tam zamanı. Yoksa, lütfen artık kendine gel ve eğitiminin önemini anla.”
HERA: “Özür dilerim, efendim. Bir daha olmayacak.”
Eğitim sonrası odasına çekilen Hera, çaresizlik ve öfkeyle doluydu. Kendi kendine yemin etti, “Artık Reha diye biri yok benim için.” Ama birden aklına o gün geldi, Reha’nın ona adını Özgür olarak söylediği an. “Tanrım! Reha mı? O gün bana Özgür dememiş miydi? Bana yalan mı söyledi? Kendi kimliğini mi sakladı?”
Gerçek şu ki, Reha o mesajı yazarken dalgınlıktan kendi gerçek adını kullanmıştı ve bu, ona pahalıya mal olan büyük bir hataydı. Haftalar geçti, Reha’dan hâlâ bir ses yoktu. Hera eğitimine devam etti ve bitmesine bir gün kala, artık her şeyin sonuna geldiğini hissetti.
SANDU: “Yarın son gün. Eğitim bitiyor, nihayet eve dönebiliriz.”
HERA: “Çok heyecanlıyım Sandu amca. Nihayet babamı göreceğim.”
SANDU: “Başlarda bazı şeyler seni dağıtmıştı ama çabuk toparlandık, minik kuşum. Umarım bu meseleler önemli değildir.”
HERA: “Değildi, Sandu amca. Artık önemsiz.”
Eve dönüş vakti gelmişti. Sandu ve Hera, özel bir uçakla Türkiye’ye uçtular. Eve vardıklarında herkes onları büyük bir heyecanla bekliyordu. Celasun, bir yıl içinde daha da yakışıklı olmuştu, Cey Cey ise daha da yaramaz. Babası ise, hep hatırladığı gibi, hiç değişmemişti.
Reha:
O sırada, Reha’nın odasına doktorlar girdi ve rutin kontrolleri yaptı.
DOKTOR: “Bir sıkıntı görünmüyor, Bay Hekta.”
HEKTA: “Peki ya hafızası?”
DOKTOR: “Maalesef, kaza öncesi son birkaç ayı hatırlamıyor. Ve hatırlamayacak. Üzgünüm.”
MELİS: “Önemli değil, zaten ne hatırlayabilir ki? Gece hayatını unutsa da olur.”
REHA: “Doktor, sanki çok önemli bir şeyi unutmuşum gibi geliyor ama ne?”
DOKTOR: “Hatırlayacak olsanız şimdiye kadar hatırlardınız. Kendinizi yormayın. Önemsiz bir hatıra için üzülmeniz gereksiz.”
Reha, o mesajı gönderdikten sonra şoförünün dikkatsizliği yüzünden bir araba kazası geçirmişti. Hastaneye ağır yaralı olarak kaldırılmış, hemen yoğun bakıma alınmıştı. Şoförü ise oracıkta hayatını kaybetmişti. Aylarca yoğun bakımda kalan Reha, ailesinin ısrarıyla özel bir uçakla Türkiye’ye nakledilmiş, burada geçen aylarını komada geçirmişti. Altı ay sonra komadan çıkmıştı ama kazayı ve ondan önceki günleri hatırlamıyordu. Tamamen iyileşmesi altı ay daha aldı ve nihayet eski haline dönmüştü.
HEKTA: “Oğlum, artık iyileştiğine göre, bu akşam için hazırlan. Bir davete gidiyoruz.”
REHA: “Ne daveti baba?”
HEKTA: “Alfred ailesinden Ares, kızı Hera Alfred’in dönüşü için bir kutlama düzenliyor. Tüm liderler ve aileleri bu kutlamaya davetli.”
REHA: “Ares Alfred’i biliyorum ama kızını hiç görmedim.”
HEKTA: “Karısını doğumda kaybettiği için kızına karşı daha korumacı olduğunu duydum. Bu yüzden 13 yaşındayken İtalya’ya taşınmışlardı. Aradan 7 yıl geçti, kız büyümüş, serpilmiştir.”
REHA: “Baba, umarım düşündüğüm şey değildir...”
HEKTA: “Eğer bir gün gelinim olacaksa, o kız ideal bir aday.” dedi Hekta ve gülerek odadan çıktı.
Hazırlıklar bitmişti ve davete icabet etmek için herkes arabalara bindi ve yola çıktılar.
Hera:
O gece Hera’nın gözünde hiç heyecan yoktu. Son bir yılda o kadar acıya katlanmıştı ki; ailesinin trajik ölümü, ilk kez güvendiği adamın ihaneti... Duyguları neredeyse yok olmuş gibiydi.
KAHYA: “Her şey hazır, küçük hanım. Davetliler yolda, birazdan burada olurlar.”
HERA: “Kahya!”
KAHYA: “Buyurun, küçük hanım?”
HERA: “Bana bir daha ‘küçük hanım’ demeni istemiyorum. Anlaşıldı mı?”
KAHYA: “Anlaşıldı, efendim.”
Hera, “küçük hanım” kelimesini işittiğinde aklına o adam geliyordu. Ve o artık içinde sadece öfkeyle anacağı biriydi.
Davetliler gelmişti. Herkes Ares ve Hera’nın girişini bekliyordu. İlk olarak Ares salona girdi ve bir konuşma yaptı.
ARES: “Değerli misafirler, davetimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Uzun bir aradan sonra nihayet biricik kızım ve gelecekteki veliahtım artık burada, benimle. Lütfen, kızımı davet etmeme izin verin… Hera Alfred.”
Hera, babasının yanına geldi, herkese selam verdi. Küçük bir konuşmanın ardından, tam davetlilerin arasına geçecekken, gözleri birine takılıp kaldı.
HERA: “Tanrım, o… Nasıl buraya gelmiş, neden onca zamandan sonra şimdi burada? Tanrım, hayal mi görüyorum? Lütfen biri beni dürtsün…”
O sırada Ares, Hera’nın elinden tutarak merdivenlerden inmesine yardım etti. Celasun, Hera’nın resmi koruması ve sağ kolu olarak hemen yanındaydı. Hepsiyle tek tek tanıştı Hera ve sıra Demiroğlu ailesine geldiğinde, tereddüt etse de öfkesini bastırarak ailesinin katili Hekta ile el sıkıştı.
HEKTA: “Bu ne güzellik, Hera. Buradaki kadınlar seni çok kıskanıyor olmalı.”
HERA: “Beni utandırıyorsunuz, Bay…”
HEKTA: “Hekta. Hekta Demiroğlu. Ve bu da eşim, Melis Demiroğlu.”
MELİS: “Memnun oldum, kızım.”
Hera, gözlerini Reha’ya çevirdi. Reha elini uzatarak Hera’nın elini tuttu ve küçük bir öpücük kondurdu.
REHA: “Ben Reha Demiroğlu. Güzelliğiniz karşısında büyülendiğimi söylemem için lütfen izin verin, küçük hanım…”
Bu sözler… Hera’yı çıldırtmak için bilerek söylenmiş gibiydi. Tabii Hera öyle sanıyordu, ama Reha artık onu tanımıyordu.
HERA: “Söylediniz zaten…” dedi ve alaycı bir gülümseme yaptı. Yanında duran Celasun, resmi tavrını bir saniyeliğine bozarak hafifçe gülümsedi ve Reha bunu fark etti.
REHA: “Bakıyorum, bu size komik geldi galiba…”
HERA: “Celasun, yakın dostum ve…” Sözünü kesti Reha.
REHA: “Koruman!”
HERA: “Evet…”
REHA: “Sandu, ailenize güçlü bağlar kurmuş anlaşılan. Oğlunu ve ondan sonrakileri
Celasun’un nefes alışverişini hissediyordu, ama zihni alev alev yanıyordu. Reha’nın yüzüne attığı alaycı gülüş, kelimelerini zehir gibi fısıldaması, bir zamanlar güvenle baktığı o gözler şimdi sadece hiddet ve kinle doluydu.
HERA:
(derin bir nefes aldı, öfkesini bastırmaya çalışarak) Yanlışınız var, Bay Reha. Sandu ve oğulları sadece koruma değil, aile üyelerimizdir. Bu tavrınız hoşuma gitmedi. Saygısızlığınızı umarım telafi etme şansınız olur...
Hekta'nın gözlerinde anlık bir öfke parladı. Oğlu, onun istediği gibi davranmak yerine, herkesi karşısına alıyordu. Yüreğinde birikmiş kin adeta taşmak üzereydi.
HEKTA: (öfkesini gizlemeye çalışarak) Oğlumun patavatsızlığını maruz görün, Lady Hera. Malum, kazadan sonra hala tam düzelmiş değil...
HERA: (şüpheyle kaşlarını çatarak) Ne kazası?
MELİS
Sesinde sadece bir annenin çaresizliği değil, aynı zamanda bir yalanı örtme telaşı vardı.
MELİS: (hafif bir titreme ile) Oğlum bir yıl önce ağır bir kaza geçirdi. Ve hala tam toparlamış değil...
HERA
Kafasında şimşekler çaktı. Reha’nın suskunluğu, ona hiçbir şey söylememesi… Ama peki ya ona yalan söylemesi, onu kandırması? Yok, o sadece basit bir yalancı değil, o bir şerefsizdi! Bir gecelik heves için onu kullanan biri... Ve şimdi öğrendiği acı gerçek, o adam ailesinin düşmanının oğluydu! Tanrı aklıyla mı oynuyordu? Bu nasıl bir kader? Kalbini verdiği adam, şimdi nefret ettiği kişinin kanından biri.
HERA: (dişlerini sıkarak, bakışlarını sertleştirerek) Tek gecelik bir heves için mi kandırdın beni, Reha? Yok, sen basit bir yalancı değil, sen bir şerefsizsin!
CELASUN
Hera'nın elinin titrediğini hissetti, ama öfkesini kontrol etmeye çalıştı.
CELASUN: (sert bir ses tonuyla) Nedir seni bu kadar tedirgin eden, Hera?
HERA
Dudakları kelimeleri fısıldamak için açıldı, ama boğazında bir düğüm vardı. Nasıl anlatabilirdi ki? Bu, hem kendi varlığına hem de ailesine yapılmış en büyük ihanet olabilirdi. Reha... O her şeydi, ama şimdi... Şimdi sadece bir düşman.
HERA: (titrek bir sesle) Celasun, ben...
CELASUN: (ısrarla) Evet, Hera?
HERA: (gözlerini kaçırarak) Yok bir şey... Sadece susadım demek istedim.
Celasun derin bir nefes aldı, öfkesini bir kenara bırakarak arabadan su aldı ve Hera’ya uzattı. Ama Hera'nın zihni başka bir yerdeydi. Denize doğru baktı, ama gördüğü sadece Reha'nın alaycı gülüşüydü.
CELASUN: (nefretle) Şu Reha mı, Teha mı, ne haltsa, çok sinir bozucu biri. Neyse ki yakında evleniyor. Karısı onu inşallah dizginler.
HERA
Hera'nın kulaklarında çınlayan o cümle... "Evleniyor..." Her şey anlamını yitirdi, zaman dondu, dünya karardı.
HERA: (şok içinde) Ne dedin sen?
CELASUN: (umursamazca) Yakında evleniyor dedim. Az önce duydum, misafirlerden biri konuşuyordu. Nişanlıymış, bu yaz düğünleri olacakmış...
HERA
Bu sözler, Hera’nın son darbeyi yemesi için yetmişti. Kulakları uğuldamaya başladı, nefesi kesildi ve dünya bir anda karardı. Her şey karanlığa gömüldü. Gözleri yavaşça kapanırken, içindeki öfke ve acı son bir kez gözyaşıyla birleşip dışarı taştı. Baygınlık karanlığında, son hatırladığı şey, Reha'nın soğuk bakışlarıydı