Albay, Turan Ata!

1208 Kelimeler
Suriye – Halep Kuzeyi, Azez hattı. Sabah 05.17 Toprağın çiğ kokusu vardı havada. Barutla karışık toz, çamurun içine gömülmüş bir nusibet gibi ağır ağır yükseliyor, güneş daha doğmadan güne dair umutları yokediyordu.. Ve savaş… Her zamanki gibi çirkin, her zamanki gibi aç gözlü, doyumsuz bir canavardı. Savaş alanında ki, Üç birlik. İki standart piyade taburu. Ve bir özel harekât ekibi. Hepsi bir hedefe kitlenmişti: sınırdan sızmaya çalışan silahlı terörist grupları durdurmak üzere canla başla, vatana hizmet ediyordu. Operasyonun komuta merkezinde, dimdik ayakta duran bir adam vardı: Albay Turan Ata.! 50’li yaşlarının başında, bakışlarında onlarca çatışmanın izini taşıyan, gözü kara ve suskun bir komutan. Yer, tam cephe hattının 400 metre gerisiydi, İletişim çadırı yeni boşaltılmış, roket atışları bir süredir kesilmişti. Ama düşman yer değiştiriyordu. Bir sonraki dalga, çok daha sert gelecekti. Siperin ardında hızla gelen bir karaltı belirdi. Yüzbaşı Ömer Demir geldi, alnı terli, nefesi kesik. “Komutanım, bölge sıcak çatışma durumuna geçti. Düşman güçleri güneydoğudan topçu destekli ilerliyor. Tahliye planı onaylandı. Helikopter pistine ulaşmamız gerekiyor. Arka yamaçta hazırlar. Sizi koruyoruz, Hemen çıkmamız lazım!” Albay başını çevirdi. Sadece bir anlığına. Sadece birkaç saniyeliğine. Arkalarında duran köyü düşünüyordu. Bu halk zaten günlerdir hem gıda desteği alamamış hemde çıkış yolları kapatılmıştı. Şimdi burayı terketmek hem onları hemde askerlerini ölüme terk etmek olurdu. Birkaç saniye içinde gözlerindeki o bakış… Yılların getirdiği adanmışlığın ve kararlılığın özetiydi. Soğukkanlı, bir sesle konuştu. “Ben arkada asker bırakmam, Yüzbaşı. Buradan birlikte çıkacağız.” Ömer bir an durdu. Albay'ın yüzündeki adanmışlık karşısında nutku tutulmuştu. Gözleri doldu ama hemen kendini toparlayarak, selam durdu. ''Emredersiniz, Komutanım!'' Albay Turan Ata'nın gözleri kısıldı ve bakışları sertleşti. Sonra, ağzından emirler yağmaya başladı. Ses tonu tok, her kelimesi netti. Telsizi eline aldı ve konuşmaya başladı. “1. Timi kuzeydoğuya konuşlandırın. 2. Timi siper gerisine çekin ama gözlem noktalarını bırakmayın. T-70 tankını 5. kod koordinatına sürün, oradan gelen roketleri engelleyeceğiz.” Telsiz anında hareketlendi. Herkes görevini biliyordu. Ve bu sabahın şafağında, Türk ordusu geri çekilmeye niyetli değildi. Askerler birer mekanizma gibi yer değiştirdi. Herkes yerini biliyordu. Dakikalar geçti. Her saniye bir kurşun gibi zamanı deliyordu. Ve sonra... Bir sessizlik. Sonra bir haykırış ve telsizden gelen o ses. ''Komutanım! Düşman, geri çekilmeye başladı.'' Yaklaşık 15 dakikalık bir koordineli müdahale sonucunda, karşı birlikler püskürtülmüş, bölge yeniden kontrol altına alınmıştı. Savaşın içinde bir nebze huzur, bir nebze nefes almıştı tüm askerler. Turan Ata arkasını döndü. Gözlerini, arka tarafta toprak evlerden oluşan küçük köye çevirdi. Suriye halkının savaştan kaçıp sığındığı bir köy. Ve orada... Kapı aralıklarında gözleri kocaman açılmış, merakla bakan çocuklar. Arkalarında korkulu gözlerle bakan anneleri duruyordu. Kimi ağlıyor, kimi sessizce bakıyordu. Ama her birinin yüzünde aynı ifade vardı: Minnettarlık. Albay Turan Ata , soluklandı ve derin bir nefes aldı. İşte o an... Bir kez daha hatırladı neden hâlâ burada olduğunu. Neden hâlâ savaştığını. Ve neden kızının gözünde kötü adam olmayı göze aldığını. Çünkü bazı adamlar için sevgi, kurban vermekti. Bazı adamlar için baba olmak; uzaktan da olsa korumaktı. Ve bazen sadece... "Bir daha hiçbir çocuk ağlamasın." diyebilmekti tüm sebep. Dakikalar sonra çatışma bölgesinden ana karargâha geçmişti Albay Turan Ata. Operasyonun getirdiği yorgunluk üzerindeydi. Ama vicdanı rahattı. Görevini başarıyla tamamlamıştı. Üzerindeki kamuflajı çıkardı, dizlerini sehpaya uzattı. Bacaklarındaki damarlar yine şişmişti. Yaş artık kendini sinsi bir dost gibi hatırlatıyordu. Başını yasladı. Birkaç dakika sessizliği dinlemek ve dinlenmek istedi. Tam o sırada çekmeceden bir titreşim sesi geldi. Dikkatini çekti, Turan hemen doğruldu. Çünkü merakla haber beklediği biri vardı, Çekmeceyi açtı. İçindeki siyah, küçük telefon yanıp sönüyordu. Bu telefon sadece özel istihbarat hattıydı. Bizzat yetiştirdiği onlarca istihbarat subayı, şuan suriye bölgesinde ülkemizin yararına olacak her türlü bilgi ve operasyon yönetimini sağlıyordu. Gelen mesaj netti: “Kedi yola çıktı. İz tertemiz.” Bu şifreyi sadece bir kişi kullanırdı. Onun yetiştirdiği istihbarat ajanlarının en genci ve en yeteneklisi. Efe Soykan. Günlerdir ondan haber bekliyordu. Efe işinde uzmandı ama Yalan yok, içi hiç rahat etmemişti. Çünkü onu sadece ajan olarak değil, kendi evladı gibi büyütmüştü. Ve vatan için canını bile vereceğinden, kendisi gibi dimdik duracağından emindi. Şimdi attığı, Bu mesajla görevi tamamladığını ve geri döndüğünü haber veriyordu. Turan kısa cevap yazdı: “Kedinin yolu açık olsun.” Telefonu yerine koydu. O an ilk defa derin bir nefes aldı. İçindeki ruhunu sıkan düğüm biraz gevşemişti.. Ama Albay'ın... Bu sırada, ona doğru yola çıkan başka bir kediden haberi yoktu. Umay… Bulduğu ilk uçak biletiyle, İstanbul'a doğru büyük bir bavul hazırlamıştı. İçine, yıllardır kedinin elde ettiği ne varsa koydu. Az biraz para… Az biraz umut… Ve çokça kırılmış bir kalp. Annesine ait hiçbirşeyi yanına almamıştı... Paris’le olan bütün bağlarını arkasında bırakıp, Türkiye’ye doğru yola çıktı.. Uçağa binmeden önce, cebindeki tek tanıdık numarayı aradı. Simge. Paris’teyken en yakın dostuydu. Bir moda evinde çalışıyordu ama ailesinin sağlık durumu nedeniyle birkaç ay önce tamamen İstanbul’a dönmüştü. Umay’dan telefon gelir gelmez koşa koşa havaalanına gelmişti. Güvenlik bariyerlerinin hemen arkasında, ellerini heyecanla sallarken buldu Umay onu. Simge her zamanki gibi renkli, neşeli ve tanıdıktı. Umay gözlüğünü gözünden çıkarıp gülümsedi, ona doğru koştu. “Uf, seni çok özledim,” dedi ve kocaman bir kucaklamayla sarıldı. “Ben daha çok özledim! İyi ki geldin canım arkadaşım,” diyerek sarıldı Simge. Sonra gözleriyle dışarıda duran taksiyi işaret etti. “Hadi, taksi bizi bekliyor. Çok bekletmeyelim, trafiğe kalırız,” deyip Umay’ın bavulunu kaptı. Birlikte hızlıca yürümeye başladılar. Yaklaşık bir saat sonra, İstanbul’un Ümraniye semtinde Simge’nin çatı katı dairesindeydiler. Daire, Simge'nin tarzını yansıtıyordu. Sıcak renklerle döşenmişti. Yumuşak kahve tonlarında perdeler, kiremit rengi minderlerle tamamlanmıştı. Köşede küçük bir okuma köşesi vardı; yumuşak bir berjer, yanında duran halat desenli bir abajurla tamamlanmış. Tavana yakın raflarda kitaplar, dergiler, küçük saksı bitkileri… Her şey sade ama samimiydi. Evin içi kahve, tarçın ve vanilya kokuyordu. Salonun camından, İstanbul’un kalabalığına rağmen sessiz bir sokak görünüyordu. Ve Umay o an ilk defa kendini biraz güvende hissetti. Henüz nereye gideceğini bilmiyordu ama Simge’nin evi, birkaç günlüğüne de olsa ona bir sığınak olmuştu. Bir süre sessizlik oldu. İkisi de aynı noktada duruyordu ama düşünceleri başka yerlerde dolaşıyordu. Sonra Simge konuştu. Sakin ama kararlı bir ses tonuyla. “Umay... Bir babanın, eski eşine kırıldı diye evladını yok sayacağını hiç sanmıyorum. Annenin söylediği gibi sana mektuplar göndermiş. Ama annen bunların hiçbirini sana vermemiş. Sana, Ulaşmasını engellemiş. Onunla arandaki tüm köprüyü kesmiş. Bu durumda babanın seni sevmediğini düşünmek... Yanlış olur.” Simge, Bir yudum kahvesinden aldı, ardından devam etti. “Bence doğru kararı vermişsin. Bir an önce onu bulmalısın. Konuşmalısın. Açık açık sormalısın. Cevabını almadan bu yara kapanmaz.” Umay, derin bir nefes aldı. Haklıydı. Ama içinde hâlâ bir boşluk vardı. Çünkü elinde babasına ait ne bir telefonu vardı elinde, ne de bir adres. Sadece bir isim... Ve kırık dökük anılar. Biraz düşündü. Tam ağzını açacakken, Simge gözlerinde bir ışıkla mırıldandı. “Aslında... Bir şey yapabiliriz.” Umay ona döndü. Merakla sordu, ''Ne yapabiliriz?'' “Kuzenim, Bir subay. Askeriyede bilişimle görevli. Eğer Albay Turan Ata'nın baban olduğunu onlara kanıtlayabilirsek... Yani, senin kimlik fotoğrafını falan göndeririz ne bileyim, TC kimliğini söyleriz... Onunla irtibata geçebiliriz. Babanın iletişim bilgisini veremeseler bile, senin onu aradığını söyleyebilirler'' dedi. Umay’ın gözleri ışıldadı. “Gerçekten mi?” Sesi titriyordu. “Simge, ne olur bunu yapalım. En azından beni aradığımı bilsin. Belki... Belki o bana ulaşır.” Simge hiç tereddüt etmeden gülümsedi. Kalktı ve Umay’a sıkıca sarıldı. “Tamam, Hemen başlıyoruz. Sen meraklanma, yüzün gülsün. Hadi!'' O an Umay’ın yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu, sanki yıllardır kapalı duran bir sayfanın aralandığını gösteren o bakış vardı...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE